Paylaş
Bu kez farklı bir celse olacak. Hrant’ın ölüm yıldönümünden bir gün önce Abdi İpekçi cinayetinin zanlısı M.Ali Ağca serbest kaldı ve bir televizyon yıldızı muamelesi gördü. Sadece acılı ailenin değil kamunun vicdanıyla alay edildi. Abdi İpekçi’nin kızı Nükhet İpekçi 19 Ocak’ta Agos’a geldi. 12 Eylül’e (1980) günlerde o günlerin “Ergenekon’u”nu araştırırken bir faili meçhule kurban giden Savcı Doğan Öz’ün eşi Sezen Öz de.
1 Şubat, Abdi İpekçi cinayetinin yıldönümüydü. Yıllar içinde siyasi cinayete kurban giden ve öldürülmelerinin üstü kapatılmak istenen ülkemizin değerli isimlerinin yakınlarını seslerini yükseltmeye ve biraraya gelmeye başladılar. Nükhet İpekçi, babasının 30 yıldır sakladığı kanlı ve kurşun delikleriyle süslü gömleğiyle ilk kez televizyon ekranlarına çıktı.
Siyasi cinayet kurbanlarının yakınları, yarın Hrant Dink cinayeti duruşmasında buluşuyorlar. Siyasi cinayetlere ilişkin tek yürüyen dava, Hrant Dink Cinayeti davası. Hrant Dink ismi –daha doğrusu cinayet- tüm siyasi cinayet ya da faili meçhul kurbanlarının seferber olabildikleri, biraraya geldikleri ve toplumun vicdanına ortak biçimde seslenecekleri bir platform haline dönüştü.
Nükhet İpekçi’den Prof. Muammer Aksoy’un oğluna, Savcı Doğan Öz’ün eşinden Uğur Mumcu’nun yakınlarına yayılan çok geniş bir “siyasi cinayet kurbanları”nın aile fertleri hem Hrant Dink cinayeti mahkemesi platformunda buluşacaklarve hem de oradan yapacakları bir “ortak açıklama” ile kamu vicdanına seslenerek “adalet yolu”na düşecekler.
*** *** ***
Beşiktaş’taki mahkeme binasının dışındaki bu çok önemli ve anlamlı bir gelişmenin yanısıra mahkeme salonu da yeni taleplere zemin olacak. En son duruşma ile yarın arasında geçen zaman diliminde yeni unsurlar ortaya çıktı. 2009’da hazırlandığı anlaşılan bir başka “cunta faaliyeti” olan “Kafes Eylem Planı”nda gayrımüslim vatandaşlara yönelik terör eylemleri planlaması, bu çerçevede Adalar’da Hristiyan vatandaşları hedef alacak ve korkutacak bombalı saldırılar, Agos gazetesi çevresinde bomba patlatmak gibi “ince hesaplar”dan söz ediliyor.
Kafes Eylem Planı’nın en çarpıcı bölümlerinden biri “Hrant Dink cinayeti”nden “operasyon” olarak söz edilmiş olması. Yani, Hrant’ın Trabzon’un Pelitli beldesinde genellikle kahvede okey oynayarak vakit geçiren milliyetçi gençlerin kafasının bozulması sonucunda bir cinayete kurban gitmediğini ima eden çok önemli bir işaret.
Hrant Dink Cinayeti davasında, en başta Dink ailesi, herkesle “dalga geçilmeye”, “alay edilmeye” devam edilecek mi, edilmeyecek mi; yarın anlayacağız.
Bu bakımdan Hrant Dink cinayetinin yarınki duruşması, bugüne kadar olanların en önemlilerinden biri.
Bugüne dek defalarca davanın önemini yazmış, bu köşede dile getirmiştim. Eğer bu ülkenin siyasi şahsiyetleri ve onlardan da önemlisi, medyanın yöneticileri bu davaya gereken ilgiyi gösterseler, herşeyin seyri değişik olurdu diye duygu ve düşüncelerimi açıklamıştım.
Hrant Dink’in tek bir sıfatı vardı: Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni. Eğer, Türkiye’nin önde gelen gazetelerinin genel yayın yönetmenleri, köşe yazarlarının onda biri bir kez, evet bir kez lütfedip Hrant Dink cinayeti duruşmasına gelseler, hepimizle “dalga geçilmesi”nin önüne geçebilir, “adalet”e daha yakın bir yerde durabilirdik.
Bakalım toprağın altına gönderilen Hrant’a ilişkin ve diğer bütün faili meçhul kurbanları için de geçerli olan “adalet” sokulduğu “kafes”te çıkartılıp özgürlüğüne kavuşturulabilecek mi?
Her ne olursa olsun, yarından itibaren başlayacak gelişmeler, medyayı da konunun üzerine daha fazla eğilmeye mecbur edecek.
*** *** ***
Daha önce de yazmıştım şu özdeyişi: “Gerçeklerin kötü bir huyu vardır. Bir gün mutlaka ortaya çıkarlar.”Bizdeki medyanın durumunu yansıtıyor; ne yapsanız, kaçamıyorsunuz. Örneğin Ergenekon. Medyanın bir bölümü ne kadar karartmaya ve karartamadığı noktada sulandırmaya kalksa, haberlerden kaçamıyor.
“Kafes Eylem Planı”na daha da müthiş bir karartma uyguladı medya. Ama “Balyoz Darbe Planı”ndan kaçamadı. En büyük gazetelerin birinci sayfaları ve televizyon ekranları, “Balyoz” konusuna girmeye mecbur kaldılar. “Balyoz Planı” ortaya saçılınca, karartılan dosyalar da açılmaya başlandı.
Bu arada, “Balyoz” ilk önceEMASYA’nın üzerine indi. 28 Şubat Postmodern Darbesi’nin Türkiye’nin üzerinde “askeri vesayet rejimi”ni pekiştirmeye yarayan “gizli protokolü” kaldırılmak zorunda kalındı. EMASYA kalktı.
Şimdi, kendisini “Ergenekon’un avukatı” olarak tanımlamış olan Deniz Baykal kalkmış, “EMASYA olsaydı, Madımak olmazdı” diyor. Genelkurmay Başkanı’nın bile savunmadığı EMASYA’yı savunuyor. Üstelik doğru da söylemiyor. Madımak faciasının ardından, sabaha karşı Sivas’a giren (o dönemde çalıştığımız SABAH gazetesi adına Hasan Cemal’le birlikte)ilk iki gazeteciden biriydim. Madımak’ın kurbanlarından hayatta kalanlarla hastanede (örneğin Arif Sağ) ve ayrıca gün boyu olayın gelişimini izleyen herkesle ilk görüşen bizlerdik. O dönemde EMASYA olmadığı için Madımak’ın olduğu sözünün hiçbir geçerliliği olmadığını ve gerçeği yansıtmadığını gayet iyi biliyoruz. Madımak’ın kapağı kaldırılırsa, bugünkü CHP’lilerin pek mahçup duruma düşeceğini de.
Bir bakıma Deniz Baykal’ın tutarlı olduğunu söyleyebiliriz. 28 Şubat Süreci’nde Sincan’da tankların yürütülmesini, TSK’nın “bir sivil toplum kuruluşu zerafetiyle yaptığı eylem” diye akıl almaz biçimde nitelemişti. O dönemin cuntacısı Orgeneral’in “balans ayarı yaptık” türünden küstah ve alaycı ifadelerini, “sivil toplum kuruluşu zerafeti”yle izah etmek, Baykal’a düşmüştü.
Neyse ki artık Türkiye’de mızrak çuvala sokulamıyor. Bu, yarınki Hrant Dink cinayeti duruşmasından sonra yola çıkacak adaleti arama sürecinde daha da zor olacak...
Paylaş