Kendisini çok yakından tanıyan, her ikisi de “Büyükelçi” unvanlı karı-koca dostlarımdan Hilmi Özkök’ü Genelkurmay Başkanlığı döneminde defalarca dinlemiştim. Orgeneral Özkök’ü her anlattıklarında saygı ve övgüyü kendisinden esirgemezlerdi.
Neydi Orgeneral Özkök’ü, kendisinden önceki ve sonraki Genelkurmay başkanlarından ayıran, onca cömert övgüye muhatap olan özellikleri? O büyükelçi dostlarımdan biri bunu gülerek şöyle tanımlardı: “Hilmi Özkök, yanlış ülkede yanlış zamanda bir genelkurmay başkanı gibi. Kendisini yakından tanısanız anlardınız; o, bir İskandinav ülkesinde genelkurmay başkanı olabilecek türden, gayet medeni bir insan. Buraya uymuyor.” Orgeneral Özkök’e ilişkin bu övücü nitelemenin geçerliliğini doğrulayan tersten bir algılama da söz konusuydu; hafiften lumpen görüntüler çizen bir futbol yazarı, Hilmi Özkök’ü kastederek “Ben kodumu oturtan genelkurmay başkanı isterim” demişti. “Bir İskandinav ülkesine yakışacak” türden bir genelkurmay başkanı ve dolayısıyla kimilerinin beklentilerine pek uymayan yani mi “kodumu oturtan cinsten olmayan” bir genelkurmay başkanı idi Hilmi Özkök. Orgeneral sıfatını duydukları vakit hazırola geçen medya mensupları, köşe yazarları ise hiçbir orgenerale göstermedikleri saygısızlığı Hilmi Özkök’e göstermişlerdi. Bunlardan biri kendisinden “Hilmi” diye söz ederdi yazılarında. Bugün yakın geçmişe dönüp baktığımızda, bir “İskandinav ülkesinde” görev yapacak türden bir genelkurmay başkanının, ‘kodumu oturtan cinsten olmayan” bir genelkurmay başkanının, “Paşam” diyerek orgeneraller –hatta tuğgeneraller- önünde eğilip bükülen belkemiksiz yazar taifesinin kendisinden saygısızca “Hilmi” diye söz ettikleri Hilmi Özkök’ün bu ülkede “militarizm”in geriletilmesinde, “demokratikleşme” yollarının genişletilmesinde “tarihi” rol oynadığı anlaşılıyor. Ak Parti’nin tek başına iktidarının ilk yıllarında Genelkurmay Başkanı’nın Orgeneral Hilmi Özkök, Dışişleri Müsteşarı’nın Uğur Ziyal olmasının, Türkiye’nin “büyük talihi” olduğunda çok kişi mutabıktır. Türkiye’nin başındaki “cuntacılık” ve “darbecilik” musibetinin önlenmesinde, “Ayışığı”, “Sarıkız” vs. adlı girişimlerde “Hilmi Özkök faktörü”nün belirleyici önemi biliniyordu. Şimdilerde, bugüne kadarkilerin en vahşisi olan Balyoz Darbe Planı’nın 2003’te yürürlüğe girmemesinde yine Hilmi Özkök’e bu ülkenin şükran borçlu olduğu belli oluyor. *** *** *** Bunu dönemin 1.Ordu Komutanı ve Balyoz soruşturmasının “1 numarası” olan (emekli) Orgeneral Çetin Doğan’ın Hilmi Özkök’le yürüttüğü polemikten anlayabiliyoruz. Polemiğe Atlantik ötesinden güçlü bir katkı geldi. Çetin Doğan’ın Harvard’da öğretim üyesi olan kızı Pınar Doğan ve damadı yine Harvard öğretim üyesi ve dünyanın önemli iktisatçılarından Dani Rodrik, Foreign Policy dergisinde Balyoz Darbe Planı’nın Çetin Doğan’ı hedef alan bir “tertip” olduğunu öne süren bir yazı kaleme aldılar. Kızının ve damadının Çetin Doğan’a bağlılığı, insanı açıdan duygulandırıcı ve anlaşılabilir bir şey. Sorun orada değil. Önceki günkü Radikal’de çevirisi yayımlanan Foreign Policy makalesinin son bölümünde Türkiye’nin “demokratları”na yönelttikleri uyarıda. Şöyle diyorlar: “Biz her tür askeri darbeye karşıyız. Ordunun siyasi bir rol oynamadığı bir demokrasiye inanıyoruz. Ancak intikamların ve cadı avlarının demokrasi ve insan hakları davasına fayda getirmeyeceğine de inanıyoruz. Trajik olan şu ki, Türk demokrasisi ve destekçileri, hikayenin tamamı ortaya çıktığında en büyük darbeyi alanlar olacak. Davanın sonunda ortaya dökülecek şeyler, yargının itibarını yerle bir edecek, hükümeti felaketin suç ortağı gösterecek, liberal entelijentsiyanın inancını sarsacak ve Türk siyasetinin askerden arındırılması sürecini geciktirecek.” Çok iddialı bir değerlendirme ve bu iddianın arkasında “çok özel bilgiler”in bulunduğu ima ediliyor. Dani Rodrik ve Pınar Doğan’ın Harvard’dan sahip olacağı bilgiler olamaz onlar. Çetin Doğan’a özel bilgiler veya o “bilgiler”den hareketle Çetin Doğan’ın yorumu, ya da bakış açısı gibi okuyabiliriz “uyarı”yı. Bu “uyarı”yı Çetin Doğan’ın Hilmi Özkök’e yönelttiği sorularla birlikte değerlendirelim. Çetin Doğan şu soruları yöneltti Özkök’e: 1, 2002-2003 döneminde 1.Ordu’da bir darbe hazırlığı yapıldığına dair ihbar mektubu üst makamlara gitti mi? 2. Mayıs 2003’te Genelkurmay Başkanı (Hilmi Özkök) ile 1.Ordu Komutanı (Çetin Doğan) arasında mutasavver bir darbeye ilişkin konuşma geçti mi? 3. Genelkurmay Başkanlığı’nca Ağustos 2003’deki bir tarihten sonra 1. Ordu’da ve diğer komutanlıklarda bu yönde idari bir tahkikat yapıldı mı? 4. Bu amaçla kozmik odalara ve MEBS’e girildi mi? Eğer bir tahkikat yapıldıysa sonucu nedir? Kimler yürüttü? Kozmik oda ve MEBS Başkanlığı’ndan plan seminerine ait belge ve ses kayıtları incelemek için çıkarıldı mı? İncelenen ses kayıtları ve belgelerin akıbeti ne oldu? Yani? *** *** *** Yani: 1. 1. Ordu’da bir darbe hazırlığı yapıldığına dair ihbar mektubu üst makamlara gitmiş. Zaten Mustafa Balbay notlarında dönemin MİT Müsteşarı Şenkal Atasagun’un “1.Ordu’da ihtilal hazırlığı tamammış” dediği kaydediliyor. Atasagun, bunca zamandır bu konuda defalarca sorulmasına rağmen ağzını açmadı. 2. Mayıs 2003’te Hilmi Özkök ile Çetin Doğan arasında mutasavver bir darbe konusunda konuşma geçmiş. 3. Ağustos 2003’teki bir tarihten sonra, yani Çetin Doğan emekliye sevkedildikten sonra 1.Ordu ve diğer komutanlıklarda bu yönde bir idari tahkikat yapılmış. 4. Bu amaçla kozmik odalara ve MEBS’e girilmiş. Bir tahkikat yapılmış. Kozmik oda ve MEBS Başkanlığı’ndan plan seminerine ait belge ve ses kayıtları incelemek için çıkarılmış. Bütün bunlardan çıkan sonuç, “Balyoz Darbe Planı” adı altında bir süre önce Taraf gazetesinde yayımlanan toplamı 5000 sayfayı aşan belge ve ses kayıtlarının “doğru” olduğunun bizzat Çetin Doğan tarafından “zımnen” kabul ediliyor olmasıdır. Çetin Doğan ile Hilmi Özkök arasındaki “kodlu”, “şifreli” polemik ile neyin ve ne kadar zorlandığını kestiremiyor olabiliriz. Ancak ortada 2003 yılına ait bir “darbe planı” olduğuna dair kuşkular çok büyük ölçüde kalkmıştır. 2003’ün “Balyoz”u daha sonra 2004’te “Ayışığı” ve “Sarıkız” olarak, Çetin Doğan ise Şener Eruygur ve Hurşit Tolon olarak; 2009’da ise “İrtica ile Mücadele Eylem Planı” ve “Kafes” olarak yavrulamıştır. Acaba yıllar sonra İlker Başbuğ’dan Hilmi Özkök’den bugün söz ettiğimiz gibi söz edebilecek miyiz? Günün sorusu budur.