Paylaş
Bunlarda arkada bırakılan yıla ilişkin değerlendirmelere, girilecek yeni yıla ilişkin tahminlere yer verilir. 2009’un bir özelliği vardı; Soğuk Savaş’ın sona erişini simgeleyen 1989’un (Berlin Duvarı’nın yıkılışı) 20. Yıldönümü, İran İslam Devrimi’nin ise 30. Yıldönümü olması.
International Herald Tribune, bu özellikleri gözeterek “The Global Agenda” (Küresel Gündem) başlığını taşıyan hoş bir ek yayımlamış ve içinde önemli konularda önemli imzalara yer vermiş.
Benim ilgimi en çok çeken yazılardan biri başlığı “The Medium is the Revolution” (Aracı olan Devrimdir) olan yazıydı. Yazının alt başlığı olarak “Barikatlerin üzerinde bir teleks ile mi yoksa bir tweet ile mi” özellikle ilginç geldi.
Yazı iki ayrı kişiye aynı soruyu sorular yapılan uzun bir söyleşi. Bunlardan biri dünyada 1989’u en iyi anlatmış kişi olarak bilinen ve bu konuda kitaplar yazmış Oxford tarihçisi Timothy Garton Ash, diğeri ise Evan Williams.
Evan Williams, çağımızın bütün büyük buluş sahipleri gibi “bilinmeyen” bir isim. Oysa biz çocukluğumuzda Einstein, Faraday, Marconi, Graham Bell gibi isimleri ezberden bilirdik. 21. Yüzyıl’ın “küreselleşmesi”yle birlikte teknoloji “demokratikleşince”, büyük buluşları gerçekleştiren büyük beyinler de anlaşılan sıradanlaşıyor, onların adı kitaplara geçmiyor.
Evan Williams, internet çağının yenilikleri olan blog’un ve ardından twitter’in “mucidi”.
IHT ekinin bu iki kişiyle “Devrim” konuşmasının nedeni, teknolojinin devrimlerde oynadığı rol ve teknolojinin kendisinin devrim niteliği.
*** *** ***
1989 tarihçisi Timothy Garton Ash, 20 yıl önce “Fax Seni Özgürleştirecek” başlıklı bir yazı okuduğunu hatırlatıyor. “Hiçbir teknolojinin kimseyi özgürleştirmeyeceği” görüşünde ve 1989’daki iletişimin bugünle karşılaştırıldığında inanılmayacak ölçüde “ilkel” olduğunun altını çiziyor.
“1989’da e-mail, cep telefonu, dizüstü bilgisayarlar, internet, Facebook, You Tube, Twitter yoktu!” diye şunun şurasında 20 yıl öncesini dikkatimize getiriyor.
O zaman ne vardı?
Daktilo, BBC ve Radio Free Europe (Hür Avrupa Radyosu) gibi kısa dalgadan yayın yapan ve transistörlü radyolar. Komünist bloku çökerten gelişmelerde az buz rol oynamamıştı bunlar.
Yazıyı okurken o günlere geri döndüm. Küçücük, avucumun içine sığabilecek kadar küçük ama anteni boyumun yarısına kadar uzayabilen bir Sony radyoya sahip olmayı ne kadar önemsemiştim. O radyodan dinlediğim BBC ile ta Sudan’dan Falkland Savaşı’nı adım adım izlemiştim. Yine öyle bir radyo sayesinde Sırp ordularının Krajina’da çökmeye başladığını öğrenip, Krajina üzerinden “kurtarılmış Bosna” topraklarına girmek için yaz tatilini yarıda kesip hazırlıklara başlamıştım.
Daktilom ve fax imkanları, Doğu Berlin’den “Duvar”ın yıkıldığı günlerde İstanbul ile irtibatımı sağlıyordu.
140 harf ile anında aklınıza gelen herşeyi dünyaya bildirebileceğiniz Twitter’ın mucidi Evan Williams, ne blog’u ve ne de Twitter’ı tasarlarken, Twitter’ın İran’da oynayabileceği müthiş rolü aklından bile geçirmediğini anlatıyor.
Twitter, Haziran ayında seçim hileleri üzerine İran’da patlak veren ve henüz önlenemeyen büyük halk hareketini hem harekete geçirmekte ve hem de başta Tahran, olan-bitenin yaygın biçimde öğrenilmesinde büyük rol oynadı.
*** *** ***
Mayıs ayından bu yana Twitter ile ilgili birisi olarak ben İran’daki iç ortamı genellikle Twitter sayesinde oldukça yakından izleyebiliyorum. Arada bir de Twitter’a 140 harf ya da vuruşu geçmeyen notlar düşüyorum.
Son olarak DTP milletvekillerinin TBMM’ye dönüş açıklamasıyla ilgili “Kürt siyasi karar vericisi, parlamentoyu boykottan vazgeçerek yapıcı biru-dönüşü yaptı. Kendimi mutlu ve rahatlamış hissediyorum” diye bir Twitter yazdım. (Boşuna harf saymaya kalkmayın, İngilizcesini yazmıştım).
Pek vakit geçmeden mesajlar yağmaya başladı. Alınan kararın “Abdullah Öcalan ile ilgili olduğunu” bana hatırlatıyorlardı. Bazıları da “Ama böyle olmasını Abdullah Öcalan söylemiş, farkına varmadınız mı?” türünden sorular yöneltiyorlardı.
“Kürt karar vericisi” dedik ya. Elbette ki, farkındaydım. Zaten dünkü yazıda bunu uzun uzun yazıp inceledi.
Bana mesaj gönderen bireylerde bir gariplik yok. Türkiye’de aşmamız gereken akıl tutulması, dünkü belli başlı gazetelerin manşetlerinden anlaşılıyordu. Bunlardan bir demet:
“Apo’nun dediği oldu; Açık Seçik İmralı; İmralı ‘dur’ dedi; İmralı Genelgesi; Talimat Apo’dan”....
Yanlış mı?
Hayır, değil.
Peki, bu başlıklara sinmiş bir “olumsuzluk havası” var mı?
Evet, var.
Ne olsaydı? DTP’liler TBMM dışında kalsalar, Türkiye’nin şehirleri yakın gelecekte savaş alanına dönse, dağlardan şehit haberleri gelmeye devam etse, kahkahalarla bittiği kutlanan “Açılım” gerçekten sona erse daha mı iyi olurdu?
Şimdi “umutları” demokratik zemin üzerinde tartışarak ve çözümü arayarak yeniden canlı tutabileceğimiz bir dönemin önü açılabiliyor. Bunu, halkımızın büyük kesimlerini “barış ufku”nda birleştirecek bir “fırsat” olarak kullanmayalım mı?
*** *** ***
Ahmet Altan’ın şu cümlelerine itirazınız var mı:
“... Apo, İmralı’dan yaptığı açıklamalarla, birçok insanın ‘öldü’ dediği ‘barış açılımı’na can verdi, DTP’lilerin Meclis’e dönmesi gerektiğini vurguladı... en azından şimdilik PKK baskınlarını durdurdu, Reşadiye’den hiç söz etmeden PKK’nın içine giren Ergenekon meselesini gündeme getirdi... Eğer bu çizgisini ‘gücünü göstermek’ için değiştirmezse bu toplumun barışa kavuşmasında büyük bir rol oynar, eminim ki bu toplum da ‘barışa’ yardım eden Apo’ya borcunu bir gün öder.”
Biliyorum, çok kişiye son derece sivri, asla kabul edilmez gelebilecek, hatta infial uyandırabilecek cümleler bunlar.
Unutmayın, 20 yıl önce fax ve kısa dalga küçük transistörlü radyo müthiş şeyler olarak gelişmenin zirvesi sayılıyor, öyle sanılıyordu.
Bugün e-mail, internet, Twitter, iphone, 3G, 3Gs’in yanında pek “ilkel” görülüyorlar.
Kimbilir 10 yıl sonra nerede olacağız, neler düşüneceğiz...
Paylaş