Paylaş
Kim ne derse desin, Fethullah Gülen’in BBC’ye verdiği mülakatta kullandığı dil ve tespitleri, Tayyip Erdoğan’a ve peşinden giden ‘Bremen mızıkacıları’na ağır yara verdirecek cinsten. Bir örnek Tayyip Erdoğan için kullandığı şu sözleri:
“Bir mabeyni hümayun var herhalde zannediyorum çevresinde. Mabeyn, padişahların etrafındaki insanlara deniyordu. Çevresinde zannediyorum meseleleri farklı intikal ettiriyorlar. Bir yönüyle böyle rahatsız edici şeylere sevk ediyorlar sanıyorum arkadaşı.”
Fethullah Gülen, şayet bilinçli bir ‘ironi’ yapmamışsa ‘Adam iyi, çevresi kötü’ şeklinde bir sonuç çıkarmaya uygun bu değerlendirmesine ben katılmıyorum. Tayyip Erdoğan, o ‘çevre’ ya da ‘mabeyin’den çok daha çaplı ve yetenekli birisi. ‘Onlar’ tarafından yanıltılacak birisi hiç değil. Tam tersine, o ‘mabeyin’, Tayyip Erdoğan’da ‘Allah’ın tüm özelliklerini şahsında topladığını’ düşünecek kadar kendinden geçmiş kişilerden oluşuyor. ‘Mabeyin’in tümü elbette böyle yarı-meczup sayılmaz. Birçoğu ‘iktidar nimetleri’nin üleşiminden kendilerine düşen pay üzerinden ‘padişah’ın çevresindeler.
Ama ne olursa olsun, ‘mabeyin’ kendiliğinden oluşmuş da değil. ‘Padişah’ tarafından seçilmiş, belirlenmiş bir ‘mabeyin’ söz konusu. Gerisi ‘inter-aktif’ ilişki. Karşılıklı birbirlerine ‘gaz verme’ durumu.
Tabii, Fethullah Gülen’in değerlendirmesindeki iki can alıcı sözcük, biri dolaylı, diğeri doğrudan kullanılan iki sözcük. İkisi de ‘ağır yaralayıcı’ güçte. Biri ‘padişah’. Sokakta, insanlar arasında yarı tepki-yarı kızgınlıkla Tayyip Erdoğan’dan, onun ‘özlemi’ anlamında kullanılan bu sözcük, Fethullah Gülen’in dilinde ‘gizli alay’ gizli bir ‘objektif tespit’ niteliğine bürünüyor sanki.
İkincisi ise ‘arkadaş’. Bunun çağrıştıracağı anlam üzerinde durmak bile gereksiz. Kimilerine göre ‘Allah’ın tüm özelliklerini üzerinde toplamış’ görülen ‘reis’ten ya da ‘beyefendi’den ‘arkadaş’ diye söz etmek..
Fethullah Gülen’in önemli BBC mülakatında, sanırım, en önemli bölüm ‘paralel devlet’ üzerine söyledikleri. ‘Cemaat’ ile özdeşleştirilen kimilerinin ‘polis ve yargıdaki özerk yapı’, Tayyip Erdoğan’ın ‘devlet içinde devlet’ ve ithal biçimde ‘paralel devlet’ diye nitelediklerinin ‘cemaat’ ile ilişkisi olmadığını çok ilginç sözlerle ifade ediyor:
“... Tasfiyeye tabi tuttukları, tayin ettikleri her kişi cemaatten demek doğru değil. O insanların içinde zannediyorum sosyal demokratlar var, milliyetçiler var, ulusalcılar var. Şimdi bunların sağa sola savurduğu insanların binde birini tanımam. Mübalağa yapmıyorum burada, çünkü Allah bunun hesabını sorar benden. Sonradan bu ortaya da çıkabilir, bu insanlar, savcısı, hâkimi, emniyetçisi, yerlerine dönmek istedikleri zaman herhalde orijinlerini ortaya koyacaklardır.”
Dönüp, bir kere daha okuyup, üzerinde düşünmekte yarar var bu sözlerin. Zira, Fethullah Gülen’in bu açıklamasının ‘isabeti’ durumunda, Tayyip Erdoğan iktidarının nasıl ‘eski Türkiye’ ile ve giderek ‘denize düşen yılana sarılır’ misali ‘Ergenekonculuk’ ile ‘koalisyon’ ihtiyacına girdiğini anlatıyor olacaktır.
Kendi payıma ben, ‘cemaat’ mensupları ile ‘3 Temmuz operasyonu’ sırasındaki tartışmalarımı hatırladım. Onlar bana ısrarla, yargı bünyesinin yüzde 80’e yakınının ‘ulusalcılar’dan ve ‘eski yapı’ temsilcilerinden oluştuğunu, kendileriyle ilgili olmadığını ikna etmeye çalışıyorlardı. O tarihte onlara, “Olabilir” demiştim, “Cemaat kisvesi altında yapıyor olabilirler ne yapıyorlarsa. Ama ‘cemaat’çi bilinen tüm yayın organları ve kalemler de ona göre davransınlar o takdirde. Öyle davranmıyorlar...”
Dolayısıyla gelinen noktada ‘cemaat’in kamuoyu önünde gözüken, yazıp çizen unsurlarının yakın geçmişe dönüp bakmaları gerekecek. Zaten, Fethullah Gülen’in şu sözleri de bu ‘hal’i ifade eder nitelikte anlaşılmalı:
“Bir ayette denir ki ‘Sana gelen her iyilik Allah’tandır. Başına gelen her fenalık ise nefsindendir.’ Dosdoğru bir yolda olduğumuzu söylediğimiz halde, adanmışların yolunda yürüdüğümüzü söylediğimiz halde tam öyle adanmışlara yakışır, yaraşır hareket etmediğimiz için Allah tokatlıyor olabilir bizi. Ama bu, onların doğru yaptığı anlamına gelmez. Allah onlara da hesabını sorar bu yaptıklarının.”
Ne yazık ki AKP’lilerin Fethullah Gülen’in uzun BBC mülakatında ortaya koyduğu ‘feraset’e sahip liderleri yok. O nedenle yemeye başladıkları ‘tokatlar’ı, ‘uluslararası komplo’ya, ‘dış dünyanın içerdeki ihanet şebekeleri’ne bağlıyorlar.
Gezi’de zulme saptılar. 17 Aralık’ta rüşvet-hırsızlık-yolsuzluk içerikli bir operasyon ile sarsıldılar. ‘Bilime aykırı inatları’ ile ‘faiz lobisi’ takıntılarıyla ekonomiyi çökertecek yola girdiler. Bütün bunların çaresi olarak, yeni HSYK kanunu çıkarmaya kalkarak ‘yargı bağımsızlığı’nı ortadan kaldırmayı gördüler.
HSYK girişimi bir noktada durmak zorunda kaldı. Avrupa Konseyi’nin anayasal konulardaki danışma organı olan Venedik Komisyonu’nun Başkanı Gianni Buquiccihio, HSYK tasarısının dondurulmasıyla ‘acil tehlikenin önlendiğini’ söyledi. Buquicciho’ya göre, bu durum, Avrupa Konseyi ve AB’nin ‘kuvvetler ayrılığı’ ve ‘hukukun üstünlüğü’ne yönelik girişimlerinin ‘etkili olması’ sayesinde gerçekleşti. Abdullah Gül’ün ‘bu bağlamdaki önemli rolü’ne değindi.
AB Komisyonu Aday Ülkeler Direktörü Alexandra Cas Granje ise Genişleme Komiseri Stefan Füle’nin son dönemde Türk hükümetine üç mektup gönderdiğini belirterek AB Komisyonu’nun HSYK düzenlemesiyle yargının Adalet Bakanı’nın kontrolü altına bırakıldığı görüşünde olduğunu ifade etti. Cas Granje, HSYK düzenlemesinin ‘hukukun üstünlüğünü hiçe saydığını, güçler ayrımını çiğnediğini’ ve bu yolla yargının bağımsızlığını ve tarafsızlığını ihlal ettiğini savundu.
Demek ki, Türkiye’nin ‘Avrupa çıpası’ ve ‘demokratik muhalefet’, AKP’yi geri adım atmaya mecbur bırakabiliyor. Aynı zamanda, ‘piyasalar’ın ‘sopası’ da bağımsızlığı Tayyip Erdoğan tarafından fiilen kaldırılmış olan Merkez Bankası’nın Para Kurulu’nu olağanüstü toplamasına yol açtı. Para Kurulu, daha yeni toplanmış ve karar almıştı ama bir gece yarısı olağanüstü toplanmak zorunda kaldı. Çünkü, dolar paritesi, Tayyip Erdoğan’ın günde ortalama üç kez, yandaş ve yanaşmalarının önünde yaptığı, onu bunu azarlayarak, TÜSİAD Başkanı’nı ‘vatana ihanet’le suçlayarak yaptığı konuşmalarla belirlenemiyor.
‘Arkadaş’ da ‘mabeyni’ de açmazda. Zira, ABD’nin en etkili yayın organı olan New York Times gazetesi ‘Yazı Kurulu’ imzalı dünkü başyazısını şöyle bitiriyor:
“Obama yönetiminin Erdoğan’ın tutturduğu tahripkâr yol için güçlü bir mesaj göndermesi gerekiyor. Ya Türkiye, zorla elde edilmiş olan ve ekonomik büyümesine de katkıda bulunmuş olan demokrasisini geliştirecek veya Türkler kadar bölgesel istikrar ve NATO müttefikleri için de tehlike teşkil edecek şekilde otoriterliğe sapacak.”
Washington’dan Brüksel’e, ‘Batı demokratik sistemi’ ya da daha genel bir ifadeyle ‘uluslararası sistem’, tutturduğu yoldan ötürü Tayyip Erdoğan’a ‘kırmızı kart’ gösterecek. Sonuç olarak, Tayyip Erdoğan, tutturduğu bu yoldan, u-dönüşü yapmadığı takdirde, -artık nasıl yapabilecekse- duvara toslayacak.
Muhtemelen, Fethullah Gülen’in “Allah onlara da sorar hesabını bu yaptıklarının” dediği durum olacak.
İktidarlar gelir gider. Yeter ki, Türkiye’yi, halkını ve demokrasisini sakınalım...
Paylaş