Paylaş
Gezi, benim açımdan bir “turnusol kağıdı” idi. “68 Kuşağı” mensubiyetinin gerçek ölçüsü, Gezi’ye dair alınacak tutumdu. Gezi’ye zalimce polisi saldırtmış olan ve Gezi’yi; “kendi iktidarına kasteden iç ve dış komplolar”ın miladı gibi yorumlayan bir Tayyip Erdoğan karşısında, cumhurbaşkanlığı seçim kampanyasının çok özel bir yerine yerleştirmiş olduğu için Selahattin Demirtaş, “gönlümün cumhurbaşkanı”dır.
Bu tavrını dün de somut biçimde Gezi’nin yürek burkan kurbanlarından Berkin Elvan’ın annesini alkışlattırarak ortaya koydu. Aynı anneyi, Tayyip Erdoğan, Berkin Elvan’ın cenazesinden 24 saat sonra vicdansızca yuhalatmıştı.
Selahattin Demirtaş, günümüz Türkiye’sinde Tayyip Erdoğan ne görüntü veriyorsa, onun tam tersi. Dün, “Biz meydanlarda acılı anneleri yuhalatacak bir dilden kaçınacağız” dedi. “Herkesin ezilmiş kimliği ile cumhurbaşkanı olmaya çalışacağız. Berkin Elvan’ın annesini bu salonda alkışlatmak istiyorum. Ne mutlu onlara ki eşi Hrant öldürüldüğünde, Gezi’de çocukları katledildiğinde intikam naraları atmadılar bu anneler. Acıları yarıştırmayan bu dili siyasete hakim kılabilirsek rehberimiz bu olacaktır.”
Benim için Gezi’den gayrı, 17 Aralık ve sonrası da bir başka “turnusol kağıdı”dır. Türkiye’nin “faşizan” bir rejime doğru yol almasının miladıdır benim için o tarih. Tayyip Erdoğan ve yandaşları için “kendilerine karşı darbe girişimi”nin tarihi.
Tayyip Erdoğan ve yandaş zihniyetinde, 17 Aralık, Gezi’nin devamıdır. Gezi’den farklı olarak, 17 Aralık’tan sonra bir ”paralel yapı” icat edildi. Soğuk Savaş yıllarında, “günah keçisi” olarak Türkiye’deki iktidarlar nezdinde “komünizm” neyse, Soğuk Savaş sonrasında Kürt sorunu ve onunla birlikte “Kürtler'in hakları” gündeme geldiğinde ve getirildiğinde “bölücülük” suçlaması ne işe yaradıysa, şimdilerde de “paralel yapı”, anti-demokratik her adımın meşrulaştırılmasına yarayan bir paravan.
Selahattin Demirtaş, bu “hayati konu”da da doğru pozisyon aldı. Soru-cevap bölümünde bu konuda şunları söyledi:
"AKP’nin paralel demesi abesle iştigal. Evrenin her hangi bir yerinde kesişen iki çizgiye paralel denmez. Bıraksınlar biz her ikisine paralel diyelim ama AKP paralel diyemez. Hukuk dışına çıkmış suç işlemiş kim olursa olsun, cemaat ya da parti mensubu olur, kesinlikle hesap sorulması lazım. Bir kişi cemaat sempatizanı diye suçlanamaz. Suç işleyip işlemediğine bakılacak. Cemaati suç olarak tanımak hukuk dışılık olur. KCK operasyonları sırasında AKP ve cemaat birlikte yönetiyordu iktidarı. O günlerde henüz öküz ölmemiş, ortaklık bozulmamıştı."
Öyle değil mi? Bu sözlere yanlış diyebilecek bir tek dürüst, vicdan sahibi kişi olabilir mi?
Selahattin Demirtaş, 17 Aralık sonrası ortaya dökülen yolsuzlukları da geçiştirmemiş, Kürt siyasi hareketi içinde bazı çevreler, Başbakan’ı kollamaya yönelirken, o sesini yolsuzluklara karşı yükseltmesini bilmişti.
Yeni anayasa ihtiyacından cemevlerine yasal statü verilmesine uzanan yelpazede, savunduğu hususların büyük çoğunluğunda kendisiyle mutabık birisi olarak, bir kez daha Selahattin Demirtaş “gönlümün cumhurbaşkanı” diyorum.
Seçilme şansı var mı? Türkiye’nin cumhurbaşkanı olabilir mi?
Gerçekçi olmak gerekirse, yüzde 50+ ile ilk turda cumhurbaşkanı seçilmesi beklenen Selahattin Demirtaş değil. O kişi, üç aday arasında ilk turda seçilme ihtimali bulunan tek kişi Selahattin Demirtaş’ın durduğu her pozisyonda tam karşısında yer alan kişi: Recep Tayyip Erdoğan.
Selahattin Demirtaş’a cumhurbaşkanlığı seçiminde oy vermek demek, nüfusunun üçte ikisi 30 yaşının altında olan Türkiye’de 40 yaşını henüz doldurmuş en genç cumhurbaşkanı adayına oy vermek demektir.
Demirtaş, Türkiye halkının en mazlum kesiminden geliyor. Ama, buna rağmen Tayyip Erdoğan’ın uzunca süredir yaptığı gibi mazlumluğu mağrurluğunun, kibrinin “mağduriyet kamuflajı” gibi sunmuyor. Mazlumluğunu, siyasi oportünizme, gücü eline geçirdiği takdirde zulme ve intikamcılığa dönüştüreceğine dair hiçbir işaret vermiyor.
Ona oy vermek demek, olması gereken kişiye oy vermek demektir. Olmaması gereken kişiye karşı durmak demektir.
Bu “seçmen” açısından ilkesel ve doğru bir duruş olabilir. Ama, Selahattin Demirtaş ismini ortaya atan “irade”nin farklı bir eğilimde olduğu, Demirtaş’ı “gönlünün cumhurbaşkanı” olmaktan farklı bir neden ile yarışa soktuğu da sezilmiyor değil.
Selahattin Demirtaş’ın, Tayyip Erdoğan karşısında kazanma şansı bulunan gerçekten dişli bir rakip aday olmasından ziyade, Ekmeleddin İhsanoğlu tercihinden ötürü CHP adayına oy vermemesi söz konusu olan bir kısım “CHP’li ilerici ve sol” oyları ödünç alıp, yüzde 10 barajını zorlamak; ikinci tur ve daha sonrası için bir ucunda PKK’nın bulunduğu, bir ucuna HDP’nin yerleştiği hattın, iktidar karşısında “pazarlık çıtası”nı yükseltmek.
Demirtaş’ın cumhurbaşkanlığı seçimi kampanyasını hararetle savunanların bazıları, Türkiye’nin önündeki “acil tehlike”, giderek bir “tek adam” ve “tek parti” iktidarına, “otoriter rejime geçiş” değilmiş de, sanki CHP ve Ekmeleddin İhsanoğlu imiş gibi anlamsız bir tavır sergiliyorlar.
Selahattin Demirtaş kampanyasının temel zaafı, geleneksel BDP-HDP seçmen tabanına ek olarak, AKP’nin seçmen zeminini oluşturan Kürt kökenlilerden ziyade “bir kısım CHP seçmeni”ni “hedef kitle” tayin etmiş gözükmesinde.
Oysa, Türkiyelilik iddiası bir yana, Selahattin Demirtaş'ın kampanyasının “öz seçmen tabanı”na ek olarak, öncelikle AKP’nin “Kürt kökenli seçmen tabanı”nı “hedef kitle” olarak alması daha isabetli ve inandırıcı olabilirdi.
Ne konuda mı?
Kürt siyasi hareketine yöneltilen –mealen- “görünüşe aldanmayın; asıl amaç Tayyip Erdoğan’ı Kürtler'e seçtirtmek” eleştirisini tümüyle bertaraf etmek için.
Selahattin Demirtaş, ikinci tura kalamaması durumunda, seçmenine ne Erdoğan’ı ne de İhsanoğlu’nu işaret etmenin söz konusu olamayacağını söylediğinde samimiydi.
Ama, o söyledikleri, Türkiye’nin demokrat çevrelerinde, Kürt siyasi hareketinin cumhurbaşkanlığı seçimlerindeki gerçek niyetlerine dair oluşan kuşkuları dağıtacak güçte miydi?
Bilemiyorum.
Bildiğim, ne olursa olsun, Selahattin Demirtaş’ın, cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ilk turundan önce, “gönlümdeki cumhurbaşkanı” olduğudur.
Paylaş