Paylaş
Beyrut’suz Lübnan olamaz.
Feyruz’suz da Lübnan olamaz gibi gelir bana ve benim gibi onyıllardır kulaklarını Feyruz’un ilahi sesi okşamış olanlar için.
İngiltere Kraliçesi için verilen resepsiyonda Türk Telekom’un başındaki Paul Doany’ye rastladım.
O günlerde, Beyrut’un yüreği olan Müslüman ağırlıklı Batı kesimi Hizbullah’ın silahlı egemenliği altında girmişti.
Filistin kökenli ve Beyrut’ta okumuş, orada uzun yıllar yaşamış olan Paul Doany ile hararetli bir Beyrut sohbetine koyulduk.
Ona, o sırada sürekli Feyruz dinlediğimi söyledim.
Feyruz insanı hem Beyrut’a götürür, hem de bambaşka dünyalara, hayal alemlerine sürükler.
“Son cd’sini dinledin mi?” diye sordu, “Ziyad ile yaptığı...”
Paul Doany de sürekli onu dinliyormuş.
Feyruz, Halepli bir babanın kızı olarak 1935’te Lübnan’da doğdu.
Çocuk yaşta Beyrut’a yerleşti.
Lübnanlı deyince, “hangi din, hangi mezhep” sorusu doğal olarak akla gelir ve sorulur.
Feyruz, bir Süryani. 20 yaşında ünlü besteciler Rahbani kardeşlerden Issa ile evlenince kocasının dinine geçti, Rum Ortodoks Kilisesi’ne kaydoldu. 1979’da Rahbani kardeşlerden hem koptu.
Her anlamda. Artık, sadece yine bir besteci olan oğlu Ziyad Rahbani’nin bestelerini seslendiriyor.
Arap dünyasında Um Kaltoum (Ümmü Gülsüm) ile zirveye çıkan Mısır müzik okulunun tam zıddı yönde yer alan Lübnan müzik okulu, Rahbani damgası taşır, onun ölümsüz sesi ise Feyruz’dur.
Ömrü boyunca, iç savaş yılları dahil, Beyrut’u terketmeyen, ancak kitleler önünde konser veren, devlet büyüklerinin karşısına özel konser vermeyi reddeden özel bir kişilik Feyruz.
Beyrut’un Akdeniz’e saplanan bir üçgen şeklindeki burnunun üzerinde, Raouche’deki evinin önünden her geçişimde kafamı kaldırır, apartmanın üst katlarına bakardım;
Feyruz’u ilham alanında suretiyle yakalayabilmek umuduyla.
Görüşmeyi hiç denemedim.
Lübnanlı arkadaşlarım, onun içine kapanık kişiliğini anlatarak, yüz yüze görüşmenin hayal kırıklığı yaratacağını anlattılar hep.
Feyruz, milyonlarca insanda olduğu gibi, sesiyle içimde kaldı ve kalmaya devam ediyor.
Hizbullah’ın silahlarını kendi halkına çevirerek, Ras Beyrut’a hükmetmeye kalktığını duyduğumda, Beyrut’u düşünürken onu düşündüm.
Yine, sürekli onu dinlemeye başladım.
Şii köktendinciliğiyle, Lübnan’ın, Beyrut’un ruhu olan, Levant’ın o muhteşem sesinin uyuşamayacağını, kalıcı olanın Feyruz olduğunu, Hizbullah olamayacağını düşündüm.
*** *** ***
Lübnan’ın, her biri, herhangi bir bölge rejiminin ve uluslararası sistemin ana ögelerinin gönüllü ya da zorunlu acentası konumuna düşmüş tüm siyasi tarafları ve şahsiyetleri, Katar Emiri’nin himayesinde “iç savaşı önlemek” ve “Lübnan devletini bir kez daha tesis etmek” için Doha’da bir araya geldiler.
Ortaya “uzlaşma” çıktı ve hep birlikte Lübnan’a geri döndüler.
Bu Pazar günü, Kasım ayından bu yana boş kalan Cumhurbaşkanlığı koltuğu, Genelkurmay Başkanı Michel Süleyman’ın seçilmesiyle dolacak.
“Doha uzlaşması”na bakıldığında ve bizim basına da yansıyan değerlendirmeler okunduğunda, Hizbullah’ın ve dolayısıyla İran-Suriye ekseninin kazançlı çıktığı görülüyor.
İsrail basınında “Amerika, Doha teslimiyetçiliğini onayladı” başlıklı, yenilgi psikolojisi sinmiş yazı ve haber başlıkları görünce, bu yöndeki gözlemler sanki onaylanmış ve doğrulanmış gibi gözüküyor.
Gerçekten de, parlamento çoğunluğuna dayanan, Batı yanlısı Sünni Fuad Siniora hükümetini boykot etmiş olan Hizbullah, hükümette eskiden 4 bakan yerine şimdi 11 bakanla temsil edilecek.
16 bakan, “Çoğunluk” tarafından atanacak olsa da, Hizbullah’ın (bir bakıma Suriyeli patronlarının) Lübnan’daki kurallara göre, herhangi bir kararda otomatik olarak “veto yetkisi” bulunacak.
Hizbullah ya da ardındaki “bölge başkentleri” olmadan, Lübnan’da karar almak ve uygulamak, “kağıt üzerinde” mümkün olmayacak.
“Devlet içinde devlet” konumuna gelmiş olan Hizbullah’ın silahlarından arındırılması Doha’da konuşulmadı bile. Dolayısıyla, nereden baksanız, “Doha uzlaşması”, Hizbullah’ın galibiyeti ile sonuçlanmışa benziyor.
Nitekim, “Çoğunluk” lideri Saad Hariri, “uzlaşma” üzerine “Ağır yaralıyız. Ama, bu uzlaşmayı kabul etmeye mecbur kaldık” diyerek, ibrenin ne yana döndüğünü göstermiş oldu. “Mecbur kalmak”tan kasıt, “iç savaşı önlemek” için taviz vermek.
Yani, Doha’da 20.Yüzyıl’ın son çeyreğinin dünyadaki en kanlı ve acımasız iç savaşlarından birini yaşamış olan Lübnan’da iç savaşın tekrarının önüne geçilmiş oldu.
Ne var ki, “çözüm” olmadı. Olan, bir tür “mütareke”.
Lübnanlı kimi gözlemciler, buna Arapça “Hudna” diyorlar.
Hatta, kimisine göre, Doha, görünürde Hizbullah’ı galip çıkartan ama orta vade içinde Hizbullah’ın gücünü sınırlayan bir “mütareke”.
Zira, yine Doha’daki uzlaşma noktalarından biri, seçim kanununda yapılacak değişiklik.
Bu değişiklik, önümüzdeki yıl yapılacak seçimlerde Saad Hariri’nin başını çektiği Çoğunluk blokuna daha fazla güç ve temsil sağlayacak.
Dahası son gelişmeler, Hizbullah’ın silahlarını içeriye çevirdiğini ortaya koymasından ötürü, İran-Suriye desteğindekiörgütün silahlarını sadece İsrail’e karşı taşıdığı yolundaki “vatanseverlik iddiası”nın da sonunu getirdi.
Hizbullah, artık sadece Lübnan Şiilerinin örgütü.
Tüm Lübnan vatanseverliğinin temsilcisi değil.
Bu olgu, Lübnan üzerinde siyasi manevralarıyla sağladığı tüm avantajlarına rağmen, Suriye nüfuzunu da hayli kısıtlayacak bir başka olguya işaret ediyor.
*** *** ***
Bu arada, Feyruz’un 30 yıldır ayak basmadığı, Beyrut’a otomobil ile iki-iki buçuk saat uzaklıktaki Şam’a, orada çok önem verilen bir festivale katılacağını okudum.
Suriye karşıtlarından “gitme” sesleri yükseliyor.
Gidecek mi?
Bilmiyorum.
Bildiğim, kağıt üzerindeki tüm kazançlarına rağmen, Hizbullah’ın silahlarının Batı Beyrut’tan, Feyruz’un yaşadığı mahalleden çekilmiş olduğu. Feyruz’un ilahi sesinin 73 yaşında çıkmaya devam ettiği.
Lübnan’ın ve Beyrut’un Levant’ın yüreğinde, hep olduğu renkliliği ve ritmi içinde yaşamaya devam ettiği.
Lübnan’da ve Beyrut’ta varılan her uzlaşma geçicidir. Lübnan ve Beyrut, galiba hiç olmamıştı ve olmayacak.
Orada, hiçbir şey kalıcı ve sabit değil.
Ve, galiba, Lübnan ve Beyrut, hep oldular. Orada Feyruz var. Onun sayesinde hep var olacaklar.
Çünkü, onun sesi hiçbir zaman yok olmayacak.
Bunu biliyorum ya...
Paylaş