Paylaş
Binlerce Fenerbahçelinin –milyonlarcası adına- Kadıköy’deki gösterisini “Fenerbahçe Sokağı”nın Kadıköy Meydanı’nda buluşması olarak niteleyebiliriz. Bu büyük toplumsal hareketi gerçekleştirenler, isimsiz Fenerbahçeliler idi ve bunu sosyal medya aracılığıyla gerçekleştirdiler. “Arap Baharı”nda çeşitli ülkelerde rastlanan, Türkiye’de eşi görülmemiş bir olay.
Olayı, bir twit şöyle tanımladı: “Bugün bu ülkede direnişin/itaatsizliğin adı Fenerbahçe, Metris’tekiler de simgesi olmuştur. Son sözü biz söyleyeceğiz. Çünkü haklıyız!”
Olayın özeti budur.Bir başka yorum ise, “Fenerbahçe’nin Türkiye’nin en büyük sivil toplum hareketi” olduğu yönündeydi.
Adaletsizliğe karşı
Bir spor kulübünün milyonlarca sevdalısının “adalet” talebiyle aylardır sokaklara dökülmesi, bir yanıyla üzerinde ciddiyetle durulması gereken toplumsal bir olaydır; bir diğer yanıyla ise, ister istemez, siyasi sonuçlar üretecek niteliktedir.
Fenerbahçe ile toplumsal gelişme ve siyaset sahnesi arasında “adalet” kavramı üzerinden kurulmuş ciddi bir ilişki söz konusudur ve Fenerbahçelilik, şiddetli bir dip dalgayla kendiliğinden “politize” olmaya başlamıştır. 3 Temmuz’da, Aziz Yıldırım ve bir kısım çalışma arkadaşlarını içeriye alarak sözde “temiz toplum” ve “temiz futbol ortamı” gerekçesiyle başlatılan ve Fenerbahçe’yi hedef alan “tertip”ten sonra, ortaya göz ardı edilemeyecek bir “toplumsal enerji”yi ifade eden “Fenerbahçe Sokağı” çıkmıştır.
O günden bugüne olan-biteni koyu ve fanatik taraftarlık ile açıklamaya çalışmak, “toplumsal körlük” ile eş anlamlı hale gelmiştir. 3 Temmuz’un hemen ardından bu köşede, eğer ortaya atılan iddialar gerçek ise, iddiaların muhataplarına en büyük tepkiyi kendilerini aldatılmış hissedecek olan –ben dahil- Fenerbahçelilerin göstereceğini yazmıştım.
Ama, aradan birkaç gün geçmeden, McCarthyist bir medya kampanyasıyla yürütülen “cadı avı”nın ne derece tutarsız, kof ve haksız olduğu milyonlarca Fenerbahçeli tarafından görüldü. “Fenerbahçe Sokağı” bunun üzerine doğdu.
İddialar, ithamlar (iftiralar demek daha doğru) gerçekten somut, elle tutulur ve inandırıcı verilere ve delillere dayansaydı, Fenerbahçeli milyonlar utanma duygusuyla başlarını öne eğerler, “Fenerbahçe Sokağı” doğmazdı.
Eğer, milyonlarca insanın “adalet duygusu”na ve “vicdanı”na tecavüz ederseniz, muazzam bir enerjiyle harekete geçen “Fenerbahçe Sokağı”nın doğumuna ebelik edersiniz. Öyle oldu.
Aziz Yıldırım güçlendi
Onbinlerce kişi, 10 Temmuz’da Fenerbahçe futbol takımının sezon başı kamp yaptığı Düzce yakınlarındaki Topuk Yaylası’na koştu. Aynı günün akşamüstü Bağdat Caddesi’nde bir ucu Şaşkınbakkal’da, diğer ucu Kızıltoprak’taonbinlerce kişi yürüdü.
Futbol sezonu başladığında, saha kapatma cezasına bir uygulama getirildi ve seyircisiz oynanması gereken Fenerbahçe-Manisaspor maçına sadece kadınların ve çocukların alınacağı bildirildi. 50 bin Fenerbahçeli kadın –hiç beklenmedik bir şekilde- tribünleri çocuklarıyla birlikte doldurdu, bir o kadarı stadyum dışına yığıldı.
İddianamenin açıklanması ve Fenerbahçe yöneticileri dışında, soruşturmaya tabi kişilerin tahliye edilmesinden sonra biriken öfke, önceki gün Kadıköy’e yansıdı.
Fenerbahçe, aylardır sık sık delegeleri “Fenerbahçe Sokağı” olan “Kongre” yapıyor ve Aziz Yıldırım ismi çevresinde kenetleniyor. Metris’deki Aziz Yıldırım, dışarıdaki Aziz Yıldırım’dan çok daha güçlü hale geldi.
Fenerbahçeliler, müthiş bir adaletsizliğin hedefi olduğuna inanıyorlar. “Fenerbahçe Sokağı”, günler geçtikçe azalmayan, tersine giderek artan güçlü bir dip dalgayla öfke biriktiriyorlar. Eğer, güvenlik uygulamalarıyla “adalet” kavramı, milyonlarca insanın “vicdanı”nda yer bulmuyorsa, “dava”, bu işi yürütenler ve savunanlar nezdinde kaybedilmiştir. Bazıları, televizyon kanallarında, bazı gazete köşelerinde isteri halinde ne yaparlarsa yapsınlar, kaybedilmiştir.
Önceki gün Kadıköy Meydanı’ndaki görüntü çok anlamlıydı. Türkiye’de bir “ulusal değer” haline gelmiş ve kuşaklar boyu insanların anılarında ve gönlünde yer etmiş olan 75 yaşındaki Can Bartu oradaydı. 73 yaşında, bir dönem Fenerbahçe’nin yıldızlarından olan, Milli Takım kaptanlığı yapmış Ogün Altıparmak oradaydı. Birkaç hafta öncesine kadar Milli Takım yardımcı antrenörü Oğuz Çetin ile Engin İpekoğlu oradaydı.
Türkiye’de yıllarca milyonlarca insanın hayallerini süslemiş Rıdvan Dilmen oradaydı. Gözleri doldu. Sözcükler boğazında düğümlendi. Konuşmasını tamamlayamadı.
Türkiye’de futbolun “ahlak ölçüsü” haline gelmiş olan ve yaptığı konuşmada kendi deyimiyle “Fenerbahçe Teknik Direktörü olarak değil camianın bir bireyi olarak” Aykut Kocaman oradaydı. 1989-1990 sezonunda 103 gollük şampiyonluk rekorunu elinde bulunduran takımın Teknik Direktörü TodorVeselinoviç, 81 yaşında kalkmış, Sırbistan’dan gelmişti.
Bu isimler, değişik kuşakların sembolleridir. Hepsini birlikte, isimsiz binlerle Kadıköy’de buluşturan vesileyi herkes önemsemek ve ciddiye almak zorundadır.
Direnişin adı
Haksızlığa karşı oluşan ve adalet ihtiyacıyla oluşan ve ardına milyonlarca insanı almış birikim ve enerji göz ardı edilemez.
Geçen gün, biri geçen dönem milletvekilliği yapmış Galatasaray taraftarı, diğeri Trabzonspor’lu iki meslektaşım, bana, “Fenerbahçe uğruna bunca yıldır oluşmuş kariyerinin yüzde ellisini feda etmek akıllıca mı?” sorusunu eleştiri yüklü biçimde sordular.
Fenerbahçe’li olmaktan mutluluk duymuş birisine, böyle bir soruyu yöneltmek anlamsızdır. Tel tel dökülen bir iddianameyle milyonlarca insanın vicdanını yaralamış olan haksızlığa ve adaletsizliğe karşı çıkmak için aslında Fenerbahçe’li olmak da gerekmiyor.
Ama, özellikle bir Fenerbahçe’li olarak, buna karşı çıkmak, bir ödevdir. Bu ödevi yerine getirmenin ötesinde diyeceğim şu:
“Fenerbahçe Sokağı”nı hafife almayın. Hele ortada bir adaletsizlik ve haksızlık varsa, Fenerbahçe, bu ülkede direnişin ve itaatsizliğin adı haline gelir.
Benim yaptığım, bunu dillendirmekten ibaret...
Paylaş