Paylaş
Bu görüşümü nedenleriyle birlikte defalarca yazdım ve dile getirdim de.
Dava başladığından bu yana Ergenekon üzerinde hiçbir şey yazmadım. Mahkemenin seyrini izlemek, ortaya nelerin döküleceğini, nelerin saçılacağını ya da nelerin “marke edileceğini” görüp anlamak gerekiyordu.
Türkiye’nin Cumhuriyet tarihinde biri kuvvet, diğeri ordu komutanlığı yapmış, iki orgeneralin tutuklandığı hiçbir olay olmamıştı. Ergenekon soruşturması kapsamında oldu. Söz konusu kişiler hakkında henüz bir “ek iddianame” sunulmadı. Mahkemenin nasıl seyredeceğini bu nedenle de görmeli ve “prematüre” hüküm vermekten kaçınmalıydık.
Ergenekon’un bir “derin devlet yapılanması” olduğunu çoktan anlamıştık.Bunun ideolojisi ve felsefesinin “ulusalcılık” olduğunu görüyorduk.Ergenekoncuların en azından bir bölümünün “manevi bağlantısı”nın Sovyetler sonrası Rus milliyetçiliğine kadar uzandığı da ortaya çıkmıştı.
Ergenekon’un bir başka ve en çarpıcı özelliğinin, Türkiye’de askeri yönetim kurulması amacıyla şartları hazırlamak, bu amaçla ise “cinayet işlemek” üzere örgütlenmiş olduğunu da fark etmiştik. Önemli siyasi cinayetler ve suikastlarla ilişkisi, ancak mahkeme seyrinde, iş sıkı tutulursa ortaya çıkabilirdi.
Bir şeyi bilmek ve neyin ne olduğunu fark etmek tek başına yeterli değildi. Suçun cezalandırılacak ölçüde “tekemmül” edebilmesi için maddi delillerin iddiaları desteklemesi gerekiyordu. “Maddi deliller”in bulunup bulunmadığını da, mahkeme safahatında görebilecektik.
Ancak, Ergenekon’un darbe amaçlı bir cinayet örgütlenmesi olduğuna ilişkin hiçbir kuşkumuz yoktu. Türkiye’nin yakın tarihinde siyasi alanda var olmuş, demokrasi ve saydamlık yanında saf tutmuş iseniz, özgürlükçü bir tutum benimsemiş iseniz; adının Ergenekon olduğunu bilmeseniz bile böyle bir örgütlenmenin varlığını bilmemeniz, fark etmemiş olmanız düşünülemezdi.
*** *** ***
Ergenekon’un bir cinayet örgütlenmesi olduğunu fark edenler, ne ölçüde sustular ise, bir süre pısmış konumdaki “diğerleri”nin sesleri o ölçüde gürültü biçimde yükselmeye başladı. Olayın önemini çarpıtarak ve bunu günlük siyasi mücadelenin dar sınırlarına çekerek, Ergenekon konusunu sulandırmaya ve bir “AKP hükümet operasyonu” na indirgemeye çalıştılar.
Medyanın, Ergenekon soruşturmasına uzun süre karartma uygulayan kesimi, karartmanın uygulanamaz olduğu noktada, sulandırmaya, hatta suret-i haktan görünerek “McCarthycilik” suçlamaları yapmaya işi vardırdılar.
Ana muhalefet partisi başkanı, daha iddianameyi görmeden kendisini ”Ergenekon’un avukatı” ilân ederek Türkiye’nin demokrasi mücadelesine ağır bir hasar verdi. Ülkenin en önemli televizyon sunucularından, üstelik kendisi de bir vakit “Ergenekoncu” komplolara hedef olmuş birisi, Ergenekon sanıklarının ailelerini ekrana çıkararak konuyu, Ergenekoncular sanki büyük bir haksızlık ve adaletsizlik hedefi olmuşlar gibi bir “melodram” haline soktu.
O ünlü televizyon sunucusunun, Hrant Dink cinayeti gibi yakın geçmişimizin en büyük yüz karasına ilişkin herhangi bir duyarlılığını görmemişkenHrant Dink’in acılı ailesinin, “adalet aradığı” ve aramaya devam ettiği dönemde mahrum kaldıkları ekranda Ergenekon sanıklarının ailelerinin tam kadro ve sunucunun özel katkısıyla bir “melodram” formatında boy göstermesi, Ergenekon yanlısı “psikolojik savaş”ın ne ölçülere vardığının çarpıcı bir göstergesi oldu.
Ergenekon ve Ergenekoncular yanlısı “psikolojik savaş” tam istim sürüyor. Ancak, son günlerde Mehmet Eymür ve Tuncay Güney isimleri odağında patlak veren gelişmeler, Ergenekoncu “psikolojik savaş” cephesinin aylardır sürdürdükleri çabaların üzerine bir “taktik nükleer bomba” gibi düştü.
Şimdi hedefe söz konusu iki isim yerleştirildi. Ergenekon diye bir şey olmadığı, olan-bitenin bir “Amerikan-İsrail komplosu” olduğu kanısı yerleştirilmek isteniyor.
Yani, Mehmet Eymür’ün arka plânında olduğu iddia edilen ve Tuncay Güney isminin rol aldığı anlaşılan gelişmelerin bir “Amerikan-İsrail komplosu” gibi algılanmasına çalışılarak, Ergenekon cinayet örgütünün temize çıkarılmasına çalışılıyor.
Bazı Ergenekon sanıklarının ve avukatlarının bu “görüş”ü dillendiriyorlar. Ortada bir “hukuki savunma” ya da olan-bitenin bir “Amerikan-İsrail komplosu” olduğunu kanıtlayacak maddi deliller yok. Mehmet Eymür’ün bir dönem MİT’in üst düzey yetkilisi, MİT’in kuruluş yapısından çıkartılmış olan “Kontr-terör birimi”nin başında bulunmuşve ayrıca MİT’ten ayrıldıktan sonra birkaç yıl Amerika’da yaşamış olduğundan, ayrıca Ergenekon yapısının ortaya çıkmasında rol aldığı anlaşılan Tuncay Güney isimli kişinin Mehmet Eymür’e bağlı çalıştığından yola çıkılarak, Ergenekon’a ilişkin iddiaların “Amerikan-İsrail komplosu” olduğuna inanmamız isteniyor.
Bunun inandırıcı bir tarafı var mı?
*** *** ***
Önce de başka köşe yazıları ve haberlerde sözü edildi; Mehmet Eymür, bir Ergenekon sanığının avukatına yönelik olarak,www.atin.org adlı kendi internet sitesinde yayımladığı yazısında şu satırlara yer vermiş:
“Tuncay Güney’den bahsetmişsin...
O bizdenmiş, öyle diyor...
Yani bir istihbarat elemanı…
Yetenekli de birisi…
Sizin ekibe başarılı bir şekilde sızmış…
İpliğinizi pazara çıkarmış
Zokayı fena yemişsiniz…
Geçmiş olsun…
Gerisi teferruat...”
Yeterince anlaşılabilir bir durum söz konusu. Ergenekon’un devlet güvenlik bürokrasisinde yer alan ama varlığı resmen kabul edilmeyen JİTEM adlı örgütlenmeyle yakından bağlantısı bulunduğunu anlayabiliyoruz.Yani, Ergenekon’un JİTEM’den TİT’e uzanan, askeri ve sivil nitelikte, bir dizi faili meçhul cinayetle ilişkili olduğu sezilen (aslında gayet iyi bilinen) hukuk dışı faaliyet odağının “karargâh örgütü” olduğu anlaşılıyor.
Bunun ortaya çıkması, güvenlik bürokrasisinin bir bölümünden diğerine “sızmalar” ve o şekilde elde edilecek “istihbarat” ile mümkün olabilirdi. Öyle de olmuş.
Son günlerde medyaya düşen isimler ve bilgileri, bu “prizma”dan bakıp değerlendirdiğiniz takdirde “derin devlet yapılanması”na ayna tutmuş olursunuz.
“Derin devlet yapılanması”na tutacağınız ayna, Ergenekon karartması ve Ergenekon’un sulandırılması peşinde mesai harcayan “psikolojik savaş neferleri”nin kim olduğuna da ışık tutacaktır…
Paylaş