Paylaş
Ergenekon soruşturmasının geldiği noktada hâlâ karartma ve sulandırma girişimlerine ilişkin bundan daha çarpıcı bir değerlendirme olamazdı. Susurluk mahkûmu İbrahim Şahin’in evinde bulunan krokiler üzerine yapılan kazıda, Ankara’da ortaya çıkartılan silahlar, patlayıcılar ve mühimmat üzerine yapılmış bir değerlendirmeydi bu.
Ergenekon’un önemi ve ciddiyetsizliğine inançsızlık üzerinden kurgulanarak, İbrahim Şahin üzerinde Ergenekon’u Susurluk ile marke etmeye mükemmel bir örnek.
Ancak, iki noktada bu parlak “slogan” anlamsızlaştı:
1. “Susurluk”un enkazı”ndan “define” değil, dolu lav silahları, patlayıcılar, bombalar; kısacası sabotaj ve suikast silahları çıktı ve bunların gömüldüğü tarihin Susurluk’tan çok sonraya denk geldiği anlaşıldı. Dahası, İbrahim Şahin söz konusu “kroki”yi üstlenmiyor ve krokinin üzerindeki el yazısının ona ait olmadığı da belirlendi.
2. Önceki gün muvazzaf Yarbay Mustafa Dönmez’in evlerinden birinde bulunan kroki üzerine Ankara Sincan Zir Vadisi’nde yapılan kazıda ortaya çıkartılan cephanelik.
Yarbay Mustafa Dönmez’in Susurluk ile bir ilgisi yok. Ergenekon sanığı. Bu arada “Karargâh Evleri”yle ilgili olarak Ergenekon’un 10. dalgasında göz altına alınıp tutuklanan ikisi albay, dört muvazzaf subay da Ergenekon sanıkları.
Ergenekon karaya oturması bir yana, iyiden iyiye karaya çıktı gibi bir manzara söz konusu. “Define” diye dalga geçilemeyecek ölçüde de, toprağın altından çıkanlar, sabotaj ve suikast silahları.
Ergenekon soruşturması, 48 saatten bu yana “güneşin balçıkla sıvanamayacağı” noktaya gelip dayandı.
*** *** ***
İşin gelip dayandığı noktada, üreyen soru işaretleri cevapları alınan sorulardan çok daha fazla. Ama, ortaya çıkmış cevaplara ilişkin soru üretmeye kalkarsanız, ya konuyu algılama yeteneğine ilişkin kendiniz hakkında kuşku yaratırsınız veya gerekli-gereksiz başka kuşkuları beslersiniz. Geçelim.
Cevabı aranması gereken sorularla uğraşalım. İnsanın aklına doğal olarak takılan sorulardan biri şu:
Yarbay Mustafa Dönmez, arandığı tarihten itibaren iki günü aşkın süre polisten ve Ergenekon savcılarından kaçtı. “Firari” konumundayken, Sapanca’daki evinde 22 el bombasıyla birlikte Ankara Sincan’daki toprakaltı cephaneliğini gösteren krokinin ele geçtiğini de biliyordu. Hal böyle iken, firarda olduğu iki gün süresince kimlerle görüştü? Ne görüştü?
Ergenekon soruşturması herhalde böyle bir soruyu da sorarak, cevabını arayacaktır.
Şaka değil, toprağın altında define değil cinayet araçları çıkıyor. İstiklâl Marşımızın güftesinde yer alan “Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda/Şüheda fışkıracak toprağı sıksan şüheda” dizesini durumu uyarlarsak, “Kim bu cennet vatanın uğruna feda edilmez ki/ Patlayıcı fışkıracak toprağı sıksan patlayıcı” diyebilmek de mümkün.
Daha kim bilir neler çıkacak kazılacak toprakların altından. O silahları, bazılarının seri numaralarını silerek oraya gömen, kullanmak amacı taşıyan bir takım insanlar olmalı. O insanların örgütlenmesine “Ergenekon” deniyor; yani konu o kadar karmaşık değil.
Hele Türkiye’de 17 bin kişinin faili meçhul cinayetlere kurban gittiğini, birçok insanın ölüm tehditleri aldığını, kimi “karargâhlar”da darbe tertipleriyle meşgul olanların “vatan hainleri listeleri” çıkarttıkları, bu tür çalışmaların Ergenekon’un 10. dalgasıyla da belli kanıtlara dayandığını hesaba katarsak; “Ergenekon”un da ne olduğu hakkında fikir sahibi olabiliriz.
*** *** ***
Böyle bir örgütlenmede profesörlerin, yazarların, üst düzey kamu görevi yüklenmiş insanların yer alması mümkün olabilir mi? Buna inanılabilir mi? O tür sıfatlar taşıyanlara yönelen bir soruşturma, siyasi iktidarın “intikamcılığı”ndan başka bir şeyle açıklanabilir mi?
Evet. Mümkündür. İnanılabilir. Açıklanabilir.
Çok değil, şunun şurasında beş ay önce Radikal’in birinci sayfasında 6 Ağustos ile 12 Ağustos arasında bir hafta boyunca manşetten, birinci sayfada yayımlanan haberleri arşivden çıkartıp okursanız, bütün bu soruların cevaplarını yine Ergenekon soruşturması sayesinde bulabilirsiniz.
Özellikle, 8 Ağustos 2008 tarihli Radikal manşetini hatırlayalım; manşet şöyleydi:
“Darbe Günlüklerinin pabucunu dama atan vahim belgeler”…
15-16 Temmuz 2003 tarihinde darbe amaçlı yapılan toplantılardan birinde sarf edilen şu sözler manşetin altına spot olarak taşınmıştı: “Başbakan ile özel görüşmelerde hakaret edilmeli. YÖK Başkanı, İstanbul Üniversitesi Rektörü gibi laik kesimin önde gidenleri desteklenmeli, ziyaret edilmeli…”
Bir hafta boyunca adeta bir haftalık gibi tefrika edilen “Darbe Günlüklerinin pabucunu dama atan vahim belgeler” bize “Darbe Günlükleri”ne götürüyor. 2003 yılında darbe hedefiyle yapılan toplantılarda 2004 yılında yürürlüğe konmak üzere “Sarıkız” ve “Ayışığı” kod adlı “Eylem Plânları” hazırlanıyor. Ergenekon soruşturmasında adı şu ya da bu aşamada geçen önemli sıfatlara sahip “sivil” şahsiyetler bu “Eylem Plânları”na dahil ya da adı geçen kişiler.
Ergenekon soruşturmasında “bu insanların ne işi var” diye soracak olursanız, “Darbe Günlükleri”ni okuyun, anlarsınız.
Bunlar mı “darbe” yapacaktı? Toprağın altından çıkan bu “mühimmat” ile mi darbe yapılacaktı gibisinden budalaca sorular sormaya gerek yok. Önemli “siviller” darbenin “fikri ortamı”nı, o “mühimmat”la yapılacak sabotajlar ve suikastlar ise “maddi ortamı”nı hazırlamak için “işlev” sahibi olacaklardı. Yoksa darbeyi onlar da yapmayacaktı, darbe o “mühimmat” ile de elbette yapılmayacaktı.
Ergenekon soruşturması, “Darbe Günlükleri” ve “Darbe Günlüklerinin pabucunu dama atan vahim belgeler” ile buluştuğu takdirde ve oraya tam oturduğu vakit, “hedefi”ne varabilecektir. Zira, “toprağın altında bulunanlar”, sanıldığı gibi Ergenekon’u Susurluk’a götürmüyor.
Başa dönelim; özellikle 48 saat önce Sincan Zir Vadisi kazısıyla, Ergenekon, Susurluk’tan boşanmış ve “Darbe Günlükleri”yle izdivacına doğru yol almıştır.
Paylaş