Paylaş
Öncelikle Tayyip Erdoğan’ın başarısını, hatta “kişisel zaferi”ni teslim etmek şart. Ne olursa olsun, son 12 yılda girdiği 9’uncu seçimi de kazanmış ve üstelik ikinci tura gerek bıraktırmadan, ilk turda yüzde 51.7’lik bir oy oranını elde etmiş, “Türkiye’nin halkoyuyla seçilmiş ilk cumhurbaşkanı” olarak tarih kayıtlarına girmiş birisi o.
Seçime katılma oranın –önceki seçimlere oranla- hayli düşük olması, Tayyip Erdoğan’ın tartışılmaz bir “seçim zaferi” kazanmış olduğu gerçeğini inkâr ya da “kişisel başarısı”nı gözardı etmeyi gerektirmez.
Tayyip Erdoğan, en yakın rakibinden, muhalefetin ortak adayından yaklaşık yüzde 14 oy farkla, çok rahat bir marjla, ilk kez halkoyuyla yapılan cumhurbaşkanlığı seçimini kazanarak Türkiye Cumhuriyeti’nin 12. Cumhurbaşkanı olmuştur. Yarışmanın çok da eşit sayılamayacak şartlarda geçmiş olması bu gerçeği değiştirmez.
Kendisini bir türlü güncelleyemeyen, bu yüzden “demokratikleşemeyen” ve çağın gelişmesine ayak uydurmakta tıkanan Türkiye Cumhuriyeti’nin Kemalist temelleri, 21. Yüzyıl’ın başından beri “erozyon"a uğruyordu.
“Yeni Türkiye” kodunu kullanmayı seven Tayyip Erdoğan’ın halkoyuyla cumhurbaşkanı seçilmesiyle, “Atatürk’ün Cumhuriyeti”nden anlaşılacağı haliyle Türkiye Cumhuriyeti dönemi “simgesel anlamda” sona ermiş, yeni bir dönem başlamıştır.
Bir bakıma “İkinci Cumhuriyet dönemi”ne girilmiştir denebilir. Mehmet Altan’ın kastettiği ve arzuladığı anlamda olmasa da, onun kastettiği ve anlatmaya çalıştığı anlamdaki “Birinci Cumhuriyet”, Tayyip Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığı ile geride bırakılmıştır.
İçine adım atılan dönemin, “demokratik alanın genişlemesi”, “Türkiye’nin ekonomik kalkınmasının ve dolayısıyla refahının artması” ve “Türkiye’nin dünyanın en etkili ülkeleri arasında girmesi” bakımından ne kadar “Yeni Türkiye” olduğu pek şüpheli ve tartışmalıdır ama “Tayyip Erdoğan’ın Yeni Türkiye’si”ne girildiği de artık tartışma götürmez.
Erdoğan’ın hem de birinci turda cumhurbaşkanı seçilmesinin, Türkiye’nin önüne orta ve uzun vâdede neler getirebileceğine ilişkin düşüncelerimizi o kadar çok yazdık ki, temcit pilavı gibi bunları tekrarlamanın bir yararı yok.
Türkiye halkının önemli bir bölümü, dünyaya bakışını,zihniyetini, yaklaşımını, niyetlerini uzunca bir süredir açıkça ortaya koymuş, kat’iyen “takiye” yapmamış olan “Tayyip Erdoğan’lı dönemi” kayda değer bir çoğunlukla tercih etmiştir. Bu dönemi hep birlikte yaşayacağız.
Türkiye halkının söz konusu tercihi, Tayyip Erdoğan’ı, Türkiye cumhuriyet tarihinin Kemal Atatürk’le birlikte en güçlü şahsiyeti yapmıştır. “Halka dayalı siyasi güç” açısından hangisinin daha güçlü olduğu bile tartışılabilir. Atatürk, iktidarını hiç “halk oyu” ile sınamamıştı. Hatta, CHP’sine karşı kurulan (ve kapattırılan) Terakkiperver Cumhuriyetçi Fırka seçime girse, muhtemelen kazanırdı. Serbest Fırka’nın seçimleri kazanacağı anlaşıldığında ise hemen kapatılmıştı.
Çok partili dönemin görevde kalan en uzun başbakanı sıfatı Tayyip Erdoğan’a aittir. Şimdi12 yıllık başbakanlığının üzerine bir de 5 yıllık cumhurbaşkanlığı yetkilerini etkiliyor. Hesabı, 10 yıl süreyle cumhurbaşkanlığı. Daha şimdiden, 17 yıl Türkiye’nin dümenini ele geçirmiş kişidir. Atatürk için bu süre (1923-1938) 15 yılda kaldı.
Tayyip Erdoğan’ın bir birey açısından göz kamaştırıcı bir siyasi başarı öyküsü olduğunu da teslim etmek gerekir. Döneminin İstanbul varoşu Kasımpaşa’da büyüyen, dar gelirli bir ailenin emekçi çocuğunun, siyaset merdiveninin ilk basamaklarından başlayarak 30 yılı aşkın bir sebat ile Türkiye gibi bir ülkede zirveye seçilerek tırmanması, nereden baksanız, görkemli bir başarı öyküsüdür.
Dış basında Erdoğan’ın siyasi başarısının altını çizen ve kendisini Atatürk ile karşılaştıran ciddiyorumların üzerinde birleştikleri bir husus var. “Bundan sonra” diyorlar, “Türkiye ve dünya, (Erdoğan’ın) gerçekten bir devlet adamı olup olmadığını görecek.”
Bunun ölçüsü olarak, Türkiye gib büyük ve merkezi bir ülkeyi “kişisel mülkü gibi görmemesi gerektiği” üzerinde duruyorlar. “Hayalperest” yorumlar yapanlar da var:
“Erdoğan, sağlam anayasal temellere dayanmayan bir biçimde Türkiye’yi yönetme dürtüsüne kapılmamalıdır. Şu anda dahi, kendisiyle son derece uyumlu davranacak bir AK Parti kuklası yerine güçlü bir başbakanın atanmasına öncelik veren bir itidal ortaya koymalıdır.”
Bu alıntı, çok itibarlı ve etkili bir Batılı yayın organının (FT) başyazısından. Oysa Erdoğan’ın bu “temenni”yi yerine getirmeyeceği, bu satırların yayınlanmasından önce belli oldu. Abdullah Gül, partisine ve siyasete geri döneceğini söyledikten yarım saat geçmeden –Erdoğan’ın cumhurbaşkanı seçilmesinin üzerinden de 24 saat geçmeden- AKP olağanüstü kongresinin 27 Ağustos’ta yapılacağı açıklandı.
Anayasa’nın 101. Maddesi “Cumhurbaşkanı seçilenin, varsa partisiyle ilişiği kesilir ve TBMM üyeliği sona erer” diyor. Anayasa hükmü açık, “seçilince” diyor, “göreve başlayınca” demiyor. Erdoğan, 10 Ağustos’ta cumhurbaşkanı seçildi. Bu göreve, 28 Ağustos’ta Abdullah Gül’den devralarak başlayacak.
Yani?
Yani, Erdoğan, Anayasa hükmüne uymuyor; AKP ile ilişkisini kesmiyor ve formel olarak 28 Ağustos’a kadar kesmeyecek. Abdullah Gül ise, 27 Ağustos’ta genel başkanlık yarışına giremeyecek, başbakan olamayacak. Çünkü, Tayyip Erdoğan, onu da ve kendisine “denge” oluşturacak bir başkasını da başbakan olarak istemiyor.
Çünkü, Tayyip Erdoğan’ın “Yeni Türkiye”si, iktidarın tüm iplerinin kendi elinde toplandığı bir iktidar modeli icap ettiriyor ve bu amaçla cumhurbaşkanı olmak istediğini hiçbir vakit de gizlemedi zaten.
Dış dünyada, Erdoğan profiline dair gayet gerçekçi değerlendirmeler yapanlar da mevcut, Yine FT’den:
“Erdoğan, ülke içinde zirveye çıkmış konumunu ortaya koyan cumhurbaşkanlığı seçim zaferiyle, kendisini eleştirenleri bir kenara iterek cumhuriyeti kendi kafasına göre yeniden inşa etmekte elinin iyice serbest kaldığına inanmış görünüyor.”
Buna inanmaya ve öyle davranmaya, kafasındaki “Yeni Türkiye”yi inşa etmek için mecbur. O nedenle, önündeki engelleri birer birer aşarak, yürümek isteyecektir. Bugüne kadar hep başardı. Bundan sonra öyle olmayacağına onu inandırmak artık daha da zor.
Bundan sonra, Tayyip Erdoğan için en büyük handikaplardan biri, AKP’nin genel seçimlere onsuz hazırlanması ve girmesi olacak. AKP, Tayyip Erdoğan’ın istediği türde bir cumhurbaşkanlığı için zorunlu olan anayasa değiştirmeye yetecek bir seçim başarısı elde edemezse, bu, Tayyip Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığını da sıkıntıya sokabilir.
Daha başka sıkıntılar da söz konusu. “Yeni Türkiye”nin sorunları olacak bunlar.
“Yeni Türkiye”nin yeni sorunları…
“Milletin Adamı”nı kısa sürede eskitme riski içeriyor…
Paylaş