Paylaş
Üç hafta önce 'Türkiye’nin Ortadoğu Politikası' konulu bir panel için Milano’da bulunduğum sırada, Corriere delle Sera gazetesinin uzman muhabirlerinden biri benimle Türkiye’deki gelişmelere dair yazacağı yazı amacıyla görüşmüştü. Ertesi günü yayımlanan yazıda, bir saatlik konuşmamızdan bir cümle yer almıştı. O da Tayyip Erdoğan’a ilişkin benzetmem idi.
Mealen "Bizim Başbakan, Chavez, Putin, Berlusconi kokteyli gibidir" demiştim. İtalyan gazeteci, Berlusconi’nin adı geçmiş olduğu için haliyle uzun konuşmanın içinde en çok bu cümleye sarılmış.
Chavez, Tayyip Erdoğan’ın 'popülist' ve aynı zamanda 'popüler' yanı. Venezuela’nın müteveffa lideri de bir 'halk çocuğu' idi, 'halkla iletişim kurma'yı gayet iyi biliyordu ve girdiği her seçimi kazandı. 'Halk' adı verilen tanımı çok da net yapılmayan insan kitleleriyle iletişimde ve onların desteğini seçim başarısına dönüştürmekte, Tayyip Erdoğan, Chavez’den de başarılı sayılabilir.
İki ay kadar önce, "30 Mart’ta a) Yüzde 55; b) 45; c) 35 oranları Tayyip Erdoğan için ne ifade eder" şeklindeki bir soruya, "a) Kesin cumhurbaşkanı; b) Muhtemel cumhurbaşkanı adayı; c) Cumhurbaşkanlığı hesabına son, başbakanlık bile tehlikeye girer" cevabı vermiştim. (Umarım, cevapların yazılı olduğu 'kâğıt peçete'yi soru sahipleri saklamışlardır.)
30 Mart seçimlerini, tümüyle bir 'Tayyip Erdoğan zaferi' olarak kaydetmek hiç yanlış olmayacaktır. 30 Mart seçimleri, üzerinde durulmaya değer ve durulmayı gerektiren birçok yanının yanı sıra tartışma götürmeyecek şekilde, Tayyip Erdoğan hesabına bir 'seçim zaferi'dir.
Bu ne getirecek ne götürecektir?
Dünya finans çevrelerinin izlediği Bloomberg’in başyazısının şu başlığı çarpıcı geldi: 'Erdogan Channels Putin in Turkey'.
Başyazıda, seçim öncesindeki 'anti-demokratik gidişat'a ve seçim günü usulsüzlüklerine dikkat çekildikten sonra şu satırlara yer veriliyor:
"Şu an için, yatırımcılar bu durumu çok umursamayacaklardır, çünkü sonuç, kısa-vade istikrarı sağlıyor. Ama uzun-vadede, ülke için iyi değil. Seçmenler, Tayyip Erdoğan’ı, iktidarının ilk yıllarında başını çektiği demokrasi yönünde sağlanan ilerlemeyi sildiği için ödüllendirdiler. Ve ona daha da ileri gitmesi için destek verdiler."
Başyazı, Erdoğan-Gülen çatışmasına, bu konuda Erdoğan’ın balkon konuşmasında "İnlerine gireceğiz" sözlerine atıf yaptıktan sonra şöyle devam ediyor:
"Erdoğan, Türklerin birçoğunu, ifade özgürlüğü savunma çabaları ve temiz hükümet ve bağımsız bir yargı adına ortaya atılan taleplerin, aslında bir darbe girişimyle ilgili olduğuna ikna etti. Dindar muhafazakârlar basit bir seçenekle yüz yüze kaldılar: Erdoğan’ı iktidarda tutmak veya Türk laiklerinin elinde yaşadıkları baskı dönemine geri dönmek.
Ne var ki netice o ki Türkiye giderek Başkan Vladimir Putin altındaki Rusya’ya benzemeye başlıyor—iktidarın tüm erklerinin karşıtlarını hainler olarak gördüğü tek bir adama tabi olmasına. Ve eğer Erdoğan, ağustostaki başkanlık seçimlerini kazanırsa -ki, şimdi bu mümkün gibi gözüküyor- Türk siyasetine yıllarca hükmedecektir..."
Tayyip Erdoğan’ın, 30 Mart’ta cumhurbaşkanlığına heveslenecek bir 'oy oranı' elde etmiş olduğu genel kabul görüyor.
New York Times da 'Prime Minister Erdogan’s Revenge' yani 'Başbakan Erdoğan’ın İntikamı' başlığıyla 30 Mart sonuçlarına ilişkin bir başyazı yayımladı. Ve sonuçlar için "Hiç kuşkusuz, bu yılın daha sonraki bölümünde yapılacak cumhurbaşlığı seçiminde adaylığını koyması için Erdoğan’ın elini güçlendiriyor" hükmüne yer verdi.
Gelgelelim, bu ihtimal, başlıbaşına, Türkiye için 'istikrar' ve 'demokratikleşme alanının genişlemesi' anlamına gelmiyor. Tersine. Nitekim, söz konusu başyazı şu satırlarla son buluyor:
"Yasal prosedüre göre, yolsuzluk iddiaları karşısında kendisini savunmak yerine, Erdoğan, karşısına çıkacak herkesi ve her şeyi ezmeye kararlı görünüyor. Buysa, Türkiye’de daha da fazla istikrarsızlık ve tehlikeli siyasi kutuplaşmayı neredeyse kesinleştirecek bir strateji demek."
'S.Arabistan-Birleşik Arap Emirlikleri ekseni' yani 'Körfez'in yaklaşımını yansıtan bir değerlendirme ise el-Arabiyye’nin genel yayın yönetmeni Abdurrahman el-Raşid’in yazısında dikkat çekiyor. 'Erdoğan’ın kazanması Müslüman Kardeşler’i kurtarmayacaktır' başlıklı yazısı şöyle başlıyor:
"Müslüman Kardeşler’in ve devrik Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi’nin taraftarları, eğer Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın kendileri için mucizeler yaratacağını düşünüyorlarsa kendilerini aldatıyorlar."
Yazının şu 'ironik' satırları üzerinde düşünülmeye değer:
"(Erdoğan’daki) Yenilmezlik duygusu, kendisini herkesle çatışmaya sürükleyen sebeptir. Arap rakiplerine dair, örneğin Mısır Cumhurbaşkanı adayı Abdülfettah Sisi için otoriter tanımı kendisine uyuyor. Sisi, hiç değilse... Twitter ve YouTube’u yasaklamadı."
Ve yazı sonu:
"Her şeye rağmen, Erdoğan’ın her politikacı gibi davrandığının farkındayız. Halkın duygularına hitap ediyor ve popüler olmaya çalışıyor. Sorunu, rakiplerinin çok olması. Türkiye’nin ise kendisiyle ve komşularıyla barış içinde olmaya ihtiyacı var. Eğer, Erdoğan cumhurbaşkanlığı seçimlerini kazanırsa Türkiye’nin dış ilişkilerini tamir edebilmek çok büyük çaba gerektirecek."
Hatırlayalım: Seçim gecesi, Tayyip Erdoğan, 'balkon'a Müslüman Kardeşler’in 'Rabia' işaretini yaparak çıktı ve taraftarlarını selamladı ve konuşmasında Suriye ile 'savaş halinde' bulunduğumu ilan etti.
The Economist’in etkili sütunu Charlmagne’da çıkan 30 Mart değerlendirme yazısının en sonunda, 'Suriye ihtilafının, Erdoğan’ın en büyük başağrısı olarak ortaya çıkabileceği'ne değiniliyor ve 'balkon konuşması'nda Suriye ile zaten savaş halinde bulunulduğu sözleri, 'meş’um bir işaret' olarak yorumlanıyor. Zira, bilindiği gibi, uluslararası hukuka göre, Türkiye ile Suriye arasında ilan edilmiş bir savaş yok.
Bu arada, The Economist, 30 Mart’ın sonuçlarında ekonominin payını değerlendirirken "AKP’nin elde ettiği güçlü destek, geçmişteki güçlü ekonomik performansından ötürü. Piyasalar seçim sonucuna olumlu tepki verdiler. Aylar boyu yaşadığı sıkıntıdan sonra, Türk Lirası dolara karşı toparlandı" diyor. Ve Erdoğan’dan şöyle söz ediyor:
"Muhalefeti bastırmakta kullandığı (Twitter ve YouTube yasağı) giderek artan otoriter yöntemleri onun içerde oy kaybetmesine mal olmayabilir ama uluslararası imajını lekeledi. Türkiye’nin Batılı dostları Erdoğan’ın sapkın yollarına daha da çok sinirleniyorlar. Ve Türkiye, küresel mali krizden pek yara bere almadan çıkmışsa da ekonomisi yavaşlıyor. AKP, söz vermiş olduğu, İstanbul’da üçüncü havaalanı ve üçüncü Boğaz köprüsü gibi, yüksek maliyetli projelere güç yetiştiremeyebilir."
Bu gibi ihtimaller, 2015 genel seçimlerinin öne çekilmesine yol açabilir.
Neden derseniz; 30 Mart sonuçlarını değerlendirirken alınan 'iç ve dış sinyaller', cumhurbaşkanlığı seçimlerine doğru, zaten sakin ve istikrarlı bir siyaset ikliminde yol alamayacağımıza işaret ederken 'ekonominin sinyalleri', 2015 yılında AKP’ye 'iktidar garantisi' sağlamıyor da ondan.
30 Mart’ta istediğini büyük ölçüde elde etmiş olan Tayyip Erdoğan, kendi iktidar hesapları bakımından, elini çabuk tutmak isteyebilir.
Türkiye’yi 2014’te tekrar tekrar teslim alabilir mi?
30 Mart sonuçlarını değerlendirmeye devam edeceğiz...
Paylaş