Paylaş
Maçtan üç gün sonra döndük. Amacımız, tüm dünyanın dikkatlerini üzerine toplayan ve uluslararası ilişkiler tarihinde bir “ilk” olan “futbol diplomasisi”nin “arka planı” ve “geleceği”ni yerinde izlemekti.
Gazetecilik mesleğimizin gereklerini yerine getirmek açısından gerçekten “tarihî” bir olayı yerinde izlemenin ve okurlarımıza aktarma görevinin yanısıra, “Erivan seferi”nin, Ermenistan’da geçirdiğimiz günlerin bazılarımız açısından “duygusal”, özel bir boyutu da vardı; Hrant Dink’in arkadaşlarıydık!
Hrant’ın tüm yaşamına anlam veren ve yaşamıyla ödediği büyük “rüyası”nı biliyorduk. Ermenistan topraklarında geçirdiğimiz her lâhzayı, aklımızda Hrant kimi zaman gözlerimiz yaşlarla yaşadık. Örneğin, bir müzikli Erivan lokantasında herbirinin kökeni Anadolu’nun bir yerine giden Ermeni dostlarımızla bir akşam yemeğindeydik. Hrant’ın dudaklarından düşmeyen “Sarı Gelin”, Ermenice haliyle “Sarî Ahçik” söylendi. Bir ara büyülü sesiyle duduku çalan genç, bizim masaya yaklaşıp “Ben Hrant Dink için bir parça bestelemiştim, şimdi onu çalacağım” dedi. Dudukun içimize işleyen sesiyle sessizliğin içinden Hrant’ı orada o şekilde bizimle bir kez daha buluştururken, baktım masanın çevresindeki beş Türk gazetecinin gözleri buğulanmış, yanaklarına göz yaşları süzülüvermişti.
O anı, Türkiye’deki Hrant’ın ailesi ile sevenleriyle paylaşmak istedik. İstanbul’a bağlanan telefon cihazları dudukun yakınına yerleştirildi. O ses, Erivan’dan İstanbul’a ulaştı.
*** *** ***
Erivan-İstanbul arasındaki telefonlar hiç susmuyordu. Türkiye ile Ermenistan arasında “tarihî yakınlaşma”ya tanıklık etmeyi, o anları Türkiye’ye aktarmayı düşündüğümüz anlarda, bir yandan da İstanbul-Güngören’de Başbakan’ın “blitzkrieg”iyle patlak veren “Erdoğan-Doğan savaşı”ndan haberdar ediliyorduk. Tayyip Erdoğan’ın ne dediği, Aydın Doğan’ın yazılı cevabı; bunun üzerine Tayyip Erdoğan’ın ilkinden daha da sert tepkisi ve Aydın Doğan’ın Kanal D’deki konuşması.
Ermenistan, saat olarak Türkiye’den iki saat ileride. Anı anına gelişmelerden haberdar olduğumuz gibi, gerek her birimize gelen telefonlardan, gerekse internet üzerinden konunun “ayrıntıları”yla da uğraşıyorduk. Erivan’ın 40 kilometre güneydoğusunda, yüksek dağların, derin vadilerin arasındaki Geghard’da 13.yüzyılda kayaların içine oyularak yapılmış doğa ve sanat harikası kiliseleri dolaşıyoruz. Çalan telefonlardan başımızı alamıyoruz. Kimsenin ulaşmayacağı bir coğrafyada bile ”Erdoğan-Doğan Savaşı”na ilişkin her gelişmeyi izledik.
Başbakan’ın Türk yakın siyasi tarihinin en “dramatik” uluslararası adımının atıldığı, ister istemez, onu gölgeleyecek sonuçlar üretecek “blitzkrieg”i, Erivan’da ve Ermenistan’daki mesaimizin önemli bir zamanını kapladı. Erivan’da birlikte olanların bir bölümü Doğan Medya Grubu’nda çalışıyordu. Bir diğer bölümü ise, pekalâ Erdoğan Medya Grubu diye nitelenebilecek yayın kuruluşlarında.
Şimdi Doğan Medya Grubu’nda bulunan bazılarımız, bir dönem Erdoğan Medya Grubu’nda çalışmış olduğu gibi, tam tersi de geçerliydik. Aramızda aynı gazetelerde yıllarca birlikte çalışmış olanlarımız da vardı. İşte bu nedenlerden ötürü, Hrant’ın anısı üzerinden içten gözyaşlarımızla ve Türkiye’nin son siyasi hamlesi üzerinden zihin kalıplarımızda birleşmiş olan bizleri, bundan daha ziyade “bölecek” hiçbir gelişme olamazdı. Türkiye’ye döndüğümüzde, ister istemez, kendi “kamplarımızda” mevzilenmek zorunda kalacaktık.
Ne var ki, bu kez “zorluk”, Doğan Medya Grubu’nda çalışanların Aydın Doğan’a tavır alamayacak bir konumda bulunacak olmalarından kaynaklanmıyordu. Çünkü, bu kez “haksızlığa hedef” durumda Aydın Doğan gözüküyordu. Söz konusu, “zorluk”, tersine, “Erdoğan Medya Grubu”nda yer alan meslektaşlarımızın bir bölümünün, “bağımsız medya” kavramı orada yitirildiği ve yitirilmeye yüz tuttuğu için, “eleştirel tavır alamayacak” olmalarından kaynaklanıyordu.
Ne demek istediğimi “üçüncü taraf” diyebileceğim Taraf gazetesinde, uzunca bir dönem Doğan Grubu’nda da çalışmış olan Yasemin Çongar’ın “Erdoğan-Doğan Kavgasının Nedenleri ve Sonuçları Üzerine bir Analiz-Başbakan her koşulda açıklamalı!” başlıklı pazartesi günkü yazısının sonundaki şu satırları ifade ediyor:
“ Erdoğan-Doğan kavgasının ‘hayırlara vesile’ olması, medya-siyaset ilişkisinde gerçek bir değişimi başlatmasıyla mümkün. Bunun içinse, bizzat Erdoğan’ın, medyayla ilişkiler konusunda kendisi ve yakın çevresi üzerindeki kuşkuları gidermeye yönelik bir şeffaflaşma sağlaması şart.”
*** *** ***
Bu “savaş”ın “muharebeleri”ni Erivan’dan izlerken, her ikisinin karşılıklı söylediği onca lâf arasında benim nezdimde en anlamlısı Aydın Doğan’ın şu söyledikleri:
“Ben buradan Tayyip Bey’e diyorum ki, ‘Tayyip Bey sana yakışmıyor. Bana göre bunlar ucuz şeyler. Sen başarılı genç yaşında Başbakan oldun. Başarılısın da, ülkede güzel şeyler yaptın. Bırak bizimle böyle uğraşmayı da sen Türkiye’yi Avrupa Birliği’ne götür. Biz de sana yardımcı olalım’”…
Başbakan iktidara karşı eleştiri işlevimizin üzerine “şaibe” düşürecek bir polemiği başlattığı, bizi sıkıntıya soktuğu ve Türkiye’nin uluslararası politika büyük başarı şansını yakaladığı bir sırada, onun üzerine gölge düşürecek bir adımı attığı için, canım sıkkın.
Hrant için birlikte gözyaşı dökebilen insanları, en olmayacak bir zaman diliminde bölüp parçalayacak bir adım attığı için ise ona kızgınım…
Paylaş