Diyarbakır ve Kürt halkının “Doğru Mesajı”...

Hastanenin kafeteryasında oturmuş, sevgili arkadaşımız, çok değerli meslektaşımız M.Ali Birand için mucize beklerken, bir yandan da aklımız Diyarbakır’da.

Haberin Devamı

Diyarbakır’da Paris’te Türkiye ile Kürtlerin barış ve uzlaşma umutlarına sıkılmış kurşunlarla hayatını kaybedenüç kadının cenaze töreninden haber almaya çalışıyoruz.

 

Tuhaf bir medya duyarsızlığı ve medya ambargosunu delmek gerekiyor. Haberciliğin ve en önemlisi televizyon haberciliğinin adeta erişilmez ismi M.Ali Birand yoğun bakım odasında değil de dışarıda, işinin başında olsa böyle tuhaf bir medya ilgisizliği olamazdı düşüncesi geçiyor aklımdan. Bu düşünceyi paylaşacağım pek bir kimse de yok etrafta. M.Ali’ye söyleyebilirdim ama 24 saat öncesine kadar aklı Diyarbakır’da olan o, şimdi iki kat yukarımızda bir odada bilinci kapalı yatıyordu.

 

Haberin Devamı

M.Ali ayakta olsa, böyle mi olurdu! “Kürt sorunu”nda ömrü boyunca çözüm ve barış için emek harcamış M.Ali, öyle mi geçiştirirdi, Diyarbakır’daki “büyük barış şöleni”ni!

 

Neyse ki, medyadan olmasa bile “sosyal medya”dan, Diyarbakır meydanlarından, Batıkent’ten üstelik görüntülü biçimde haberler akıyor. Tek bir televizyon kanalının canlı yayın yapmadığı, habercilik “gaflet ve ihaneti” ile davrandığı saatlerde, “merkez medya”nın gediğini“sosyal medya” kapamaya çalışıyordu.

 

Diyarbakır’da insan seli, onbinler, kimisine göre 200 binden fazla insan, üç tabutu, birini Dersim’e, birini Mersin’e, birini Maraş-Nurhak’a göndermek için toplanmıştı.

 

En ufak bir taşkınlık yok. Cenaze vakarı, ölüm acısı, barış töreni birbirine karışmış, son günlerin en görkemli kitle gösterisine dönüşmüş durumda. Ve, Türkiye’nin merkez medyası nedendir bilinmez, Türkiye’nin geri kalanının, Diyarbakır’da Kürtlerin, Abdullah Öcalan ile başlatılan görüşmelere muazzam desteğini görmesini, bilmesini istemiyor sanki.

 

Oysa, Habur’dan gelen canlı PKK’lıların gelişini, nasıl da vermiş ve “açılım süreci”nin önüne mayın döşemekte olağan dışı bir gayret göstermişti aynı medya.

 

Haberin Devamı

Kendi payıma Habur’a “doğru teşhis” koymuştum. Medyanın “ana çizgisi”nden ayrılmıştım. “Kör olmayın, ‘Gösteriler’e iyi gözle bakın...” başlıklı bir yazı yazmıştım Paris’ten. Evet, Habur gösterileri olduğunda, Sakine Cansız, Fidan Doğan (Rojbin) ve Leyla Şaylemez’in öldürüldüğü Paris’ten, hem de onların öldürüldüğü yere yürüyerek beş dakika uzaklıkta, bir arkadaşımın evinden, Gare du Nord’da yazmıştım o yazıyı.

 

Yazının bir yerinde şu satırları kaleme almıştım:

“Televizyon ekranlarından tüm Türkiye’ye (ve dünyaya) yansıyan ‘görüntüler’, çoklarının Ankara’da sandıklarının tam tersine, Türkiye Kürtlerinin ‘silahlara veda’ kutlamalarından başka bir şey değil. Güneydoğu’da hiç kimseyi gecenin bir saatinde onbinler halinde evlerinden, köylerinden ve mezralarından böyle çılgınca bir kutlamaya, ‘savaş bitti’ duygusu taşımadan, hiç kimse çıkartamazdı.

Haberin Devamı

Olan-biten Türkiye halkının bir bölümünün, ama önemli bir bölümünün, bu ülkede yaşayan herkesten daha fazla duyduğu ‘barış ve huzur özlemi’nin gerçekleşmekte olduğuna duyduğu ‘sevinç’in dışa vurumudur.

Coşku, milyonlarca insanın onyıllardır çektiği acılarla ‘doğru orantılı’ olduğu için böylesine ‘taşkın’ görüntüler vermiştir ve herkes ortaya yansıyan görüntülerden ‘doğru mesaj’ı almalıdır.

O ‘Doğru Mesaj’ ise Kürtlerin barış özleminin ve ‘savaş bitti’ duygusuna varmalarından ne denli güçlü bir sevinç duyduklarıdır...” (Radikal, 23 Ekim 2009)

 

Söz konusu “Doğru Mesaj”ı başka hükümet, “siyaset” okuyamadı ve Türk kamuoyuna da okutamadı. Ve, Habur, “Açılım”ın önünün kapanmasının bir bahanesi olarak yansıdı, yansıtıldı.

 

Haberin Devamı

Diyarbakır, yaklaşık 40 ay sonra, üç buçuk yıl sonra, bu kez 34 PKK’lının canlı olarak Habur’dan girişiyle değil, Paris’te öldürülen üç kadının cenazelerini defnetmek üzere göz kamaştırıcı bir kalabalık ile bir araya geldi ve “barış sahnesi” oluşturdu.

 

Üç cenaze, bir yönüyle Abdullah Öcalan’dan başlayarak BDP’ye uzanan “hattın” bir güç gösterisi, bir gövde gösterisiydi ama bu güç gösterisinin, herhangi bir olaya yol açmadan, disiplinli ve vakar içinde gerçekleşmesi bir yanıyla da, BDP’nin “barış sınavı”ndan nasıl geçeceğinin göstergesi olacaktı.

 

Diyarbakır, Kürt halkı ve BDP, “barış sınavı”ndan “tam not” alacak şekilde geçti. Bundan bir hafta önce, “İmralı süreci” nin başlangıç noktasında, BDP grubunda “yanlış konuşma” yapan BDP Eş Başkanı Selahattin Demirtaş, bir hafta sonra yanlışı düzeltti ve çok doğru bir konuşma yaptı. Şu sözler onun dünkü konuşmasından:

Haberin Devamı

 

“Barış cesaret yürek işidir. Bu halk cesurdur o nedenle barışa hazırdır. Siz cesursanız hodri meydan. Bu fırsatı artık kaçırmayalım. Bu topraklarda artık gençler yeterince toprağa düştü diyorsak bu fotoğrafı iyi okuması lazım herkesin... Sayın Öcalan'ın arkasında olduğumuzu bir kez daha ilan ediyoruz. Sizin bu sahiplenmeniz, Paris'ten buraya kadar Kürt kadınlarını omuzlarınızda taşımanız dünyaya verilmiş en büyük mesajdır, ittifaktır. Katletmek istediğiniz irade Paris'ten buraya kadar milyonlara dönüşerek sel olmuş, Dersim'e, Nurhak'a, Mersin'e akacak. Yolunuz açık olsun yoldaşlarım gözünüz arkada kalmasın. Milyonlarca Sakine, Leyla, Fidan bu uğurda yürüyorlar..."

 

Selahattin Demirtaş’ın önümüzdeki günlerde Ahmet Türk’e eklenerek, İmralı’ya gitmesi ve böylece “müzakereli çözüm süreci”ne güçlü bir ivme kazandırması kimseyi şaşırtmasın. Paris’te yitirilen üç kadının canı, onlarına akıtılan kanı, bu iğrenç cinayeti işleyenlerin amaçlarının tam tersine, “uzlaşma umutlarına can katılması” ve “barış fidanının sulanması” oldu.

 

Hükümetin ve “siyaset”in, Habur’da yapmadığını, yapamadığını bu kez yerine getirmesi ve dünkü Diyarbakır’dan “Doğru Mesaj”ı almış olması ve merkez medyanın yapmadığını da yapıp, Türk kamuoyuna “Doğru Mesaj”ı aktarması gerekiyor.

 

Diyarbakır ve Kürt halkı, bir kez daha “Doğru Mesaj” verdi. Cenazesiyle, acısıyla verdi, “Doğru Mesaj”ı.

 

“Çözüm” mesajı,

 

“Barış” mesajı...

Yazarın Tüm Yazıları