Paylaş
Tayyip Erdoğan’ın Van ve Diyarbakır konuşmalarını dinleyenler arasında mutlaka Farinelli filmini hatırlayanlar çıkmıştır. 1994 yapımı film, 18. yüzyılda yaşamış olan tarihteki en ünlü 'castrato' şarkıcının hayat hikâyesiyle ilgiliydi.
Tayyip Erdoğan’ın bağırmaktan, günlerdir yüksek sesle ona buna, oraya buraya tehdit savurmaktan ve hakaret etmekten kısılmış sesi, tıpkı Farinelli’nin sesi gibi çıkıyordu.
Van ve Diyarbakır konuşmalarını dinleyenler, kendisinin ne dediğinden ziyade, sesinin tınısından ötürü bir komedi stand-up’ı izledikleri duygusuna kapıldılar.
Oysa, onun konuştuğu sıralarda, onun yönettiği Türkiye, belki de bugüne kadarki en büyük 'skandal'a tanık olmaktaydı.
Tayyip Erdoğan o sesiyle 'yolsuzluk-hırsızlık lekeleri'yle kirlenmiş iktidarını devam ettirebilmek için çırpınır ve gülünç görüntüler verirken Türkiye devleti, tarihinin en 'acıklı' durumuna düşürülmüştü.
Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Dışişleri Müsteşarı Feridun Sinirlioğlu, MİT Müsteşarı Hakan Fidan ile Genelkurmay İkinci Başkanı Yaşar Güler, Suriye’ye yönelik askeri harekâtın nasıl yapılacağı ya da yapılamayacağı üzerinde konuşuyorlar. En can alıcı hususların dile getirildiği 15 dakikalık bir bölüm, YouTube üzerinden internette. Her isteyen dinleyebiliyor!
(TİB, Twitter’dan sonra YouTube’a da erişimi engelledi. Bu ne demek? Şu demek: Dünyadaki bütün istihbarat örgütleri ve herkes, söz konusu kaydı dinleyebilir ama Türkiye’nin vatandaşları dinleyemez. Milli Eğitim’i iyi yönetmek için okulları kapatmak gibi bir şey.)
Bırakın toplantının önemini, içeriğini, katılanlar arasında bir de MİT Müsteşarı var. Ve bu toplantı dinlenebiliyor, dahası dinleme kayıtları servise konuyor.
Burada kimin ne dediğini, niyetinin ne olduğunu tartışmak konumuz dışı. Çünkü, dünyanın her ülkesinde böyle sıfatlar taşıyan kişiler bu gibi konuları konuşurlar. Nasıl konuşurlarsa konuşsunlar, konuşurlar. 'Devlet sırrı' kavramı tam da bu gibi durumları ima eder.
Ama, bu tür toplantılar, dinleniyor ve servis ediliyorsa 'devlet namahremini koruyamıyor' demektir ve bu, bir bakıma 'devlet'in 'devlet vasfı'na ciddi anlamda gölge düşüren bir noktaya gelinmiş olduğuna işaret eder. 'Devlet sırrı' niteliğindeki ses kaydı içeriğini tartışmayalım.
Ancak, devletin karşı karşıya bulunduğu olağanüstü güvenlik zaafını da görmezden gelemeyiz. Gizli istihbarat örgütünün yani MİT’in görev tanımının en başında, bu tür toplantıların ve görüşmelerin mahremiyetinin korunması gelir. Kendi müsteşarının bile dinlendiği, 'en mahrem' bir toplantının içeriği, dosta, düşmana, tüm dünyanın kullanımına açık hale getiriliyorsa 'sözün bittiği yer'deyiz demektir.
Bu vahim gelişme, bir yandan da üç aydır yaşanan 'büyük aldatmaca'yı ortaya çıkarıyor. Bağırmaktan sesi 'soprano' sesine dönüşen Tayyip Erdoğan, üç aydır, tüm toplumu, son 10 yıl iç içe geçmiş olduğu 'Cemaat'in bir 'paralel
devlet' olarak kendisine karşı 'dış güçler' namına 'darbe' girişiminde bulunduğuna inandırmaya çalıştı. Her türlü ses kaydının, 'Cemaat'e ait olduğu ve 'Cemaat'ten kaynaklandığı adeta tartışılması fuzuli bir olgu halinde kabul gördü.
17 Aralık’tan bu yana emniyet teşkilatı büyük ölçüde altüst edildi. İktidarın, 'paralel devlet' olarak kuşkulandığı herkes görevinden uzaklaştırıldı. Yargı, iktidarın kontrolü altına alındı. TİB ve tüm dinleme mekanizmaları, iktidarın emrine sokuldu. En önemli dinlemeleri yapacak araç-gerecin askerin elinde olduğu ve bunun MİT’e devredilmiş bulunduğu da bu arada öğrenildi.
Oysa bütün bunlar olup bittikten sonra, devletin, aralarında MİT Müsteşarı’nın da yer almış olduğu 'en mahrem' toplantısının dinlenmiş olduğunu öğreniyoruz.
Acaba kim dinledi?
Devlet kurumlarının içi boşaltılıp, perişan edildiği için devletin güvenlik bürokrasisinin her türlü 'dış unsur'a açık hale getirilmiş olabileceği aklınıza hiç geliyor mu?
Devlet, Tayyip Erdoğan’ın 'Tek Adam' iktidarı hevesi sonucunda, tüm çarkları felç edilmiş, sadece 'baskı dişlileri', o da 'Tek Adam'a yönelik yolsuzluk iddialarını örtbas etmek amacıyla çalışabilen ama son ses kaydının ortaya koyduğu gibi 'namusunun korunamaz hale geldiği' bir cihaz haline indirgenmiştir.
Devletin 'iflas' hali değil midir bu?
Aslında, Suriye konulu ses kaydı, en az onun kadar vahim bir başka 'ses kaydı'nı gölgelemişe benziyor. O ses kaydı, Deniz Baykal’ı CHP Genel Başkanlığı’ndan eden malum montaj kasetin, Tayyip Erdoğan’ın bilgisi altında internete servis edildiği iddiasına kanıt olarak dolaşıma sokulmuştu.
Tayyip Erdoğan, meydanlarda sesi kısılana kadar bağırarak, "O kasedi internetten ben kaldırdım' diye haykırdı ama iddia, söz konusu kasedin internete sokulmadan önce kendisi tarafından izlenildiğini ve onun talimatıyla internete sokulduğunu içeriyor.
Ayrıca, Deniz Baykal’ın avukatı, tarih tarih, olay olay, ayrıntılı bir açıklama yaparak, kasedin internetten kaldırılmasıyla Tayyip Erdoğan’ın bir ilgisi bulunmadığını somut kanıtlarla sundu.
Tarih, 6 Mayıs 2012. Yani, Tayyip Erdoğan’ın yolundan saptığı, demokrasiden adım adım uzaklaşıp, kendi 'Tek Adam' iktidarını kurmaya başladığı 12 Haziran 2011 seçimlerinden bir yıl önce.
Yani, 'Demokratlar'ın, Tayyip Erdoğan ile köprüleri atmadığı, hatta destek verdiği bir dönem. 'Aldanma' veya 'aldatılma' söz konusuysa, işte bu döneme dair olmalı. Çünkü, bu iddia doğruysa şayet, bu ülkenin başbakanı, siyasi rakiplerine karşı akıl almaz tuzaklar ve tertipler içine girecek ölçüde bir 'ahlak zaafı'na ta o vakit sahipmiş.
'Demokratlar'ın o vasıflarda birini desteklemeleri söz konusu olamayacağına göre bu, kesinlikle bir aldanma ve aldatılma halidir.
Bir de şimdi kalkmış, o döneme ait yine 'doğru olmayan' şeyler söylüyor. Ama artık, aldanma ve aldatılma mümkün değil.
Şunu da ilave edelim: Tayyip Erdoğan, bir yanda devleti 'namusunu koruyamayacak' hale sokacak ölçüde zayıflatırken, öyle kutuplaşmış bir Türkiye toplumu yarattı ki, seçimlerden hangi oy oranları çıkarsa çıksın, Türkiye’yi 30 Mart öncesinde yönettiği gibi yönetemez.
Ancak bir 'baskı rejimi'yle yönetebilir. Yolsuzlukların hesabını vermeyeceği, örtbas etmek için gereken her şeyi yapmaya çalışacağı, muhalif tüm sesleri susturmak isteyeceği bir 'baskı rejimi'ne 'mecbur'dur.
Türkiye ise ona 'mecbur' değildir.
Devletin bütün kurumlarının, 'devletin namusu'nu gerçekten koruyabileceği ve Twitter’dan, YouTube’dan korkmayacak özgür ve demokratik bir Türkiye, ona hiç 'mecbur' olmayacaktır.
Paylaş