Çankaya’da Cumhurbaşkanı, Başbakan ve Genelkurmay Başkanı’nın son gelişmelerin ele alındığı “üçlü zirvesi”nden birkaç saat sonra, gözaltı dalgalarının en tepesinde yer alan üç isim, eski Hava Kuvvetleri Komutanı İbrahim Fırtına, eski Deniz Kuvvetleri Komutanı Özden Örnek ve eski Genelkurmay İkinci Başkanı ve Birinci Ordu Komutanı Ergin Saygun serbest bırakıldılar.
İstanbul Cumhuriyet Başsavcı Vekili Turan Çolakkadı, üç emekli orgeneralin (biri oramiral) serbest bırakılmasını “kaçma ve delil karartma şüphesi olmadığı için bıraktık” diye açıkladı. Bu açıklamanın yapıldığı saate kadar aralarında 3’ü halen görevde 8 general ve amiralin de bulunduğu, çoğunluğu üst rütbeli 31 kişi tutuklanmıştı. Böyle bir açıklama nasıl yorumlanabilir? “Korgeneral”, “Tümgeneral”, “Tuğgeneral” rütbelerini taşıyanların “kaçma ve delil karartma şüphesi bulunabilir” şeklinde yorumlanmaya müsait bir durum yok mu? Ergenekon soruşturması kapsamında bugüne dek gözaltına alınan ya da tutuklanan orgeneralleri, Şener Eruygur, Hurşit Tolon, Kemal Yavuz ve Tuncer Kılınç’ın tümünün bir şekilde –daha ziyade “hafıza kaybı”na yol açan hastalık durumundan ötürü- serbest kaldıkları, dört duvar ve demir parmaklıklar ardında tek bir orgeneralin bulunmadığı hatırlandığı takdirde akla ne gelebilir. Bazı emekli orgenerallerin serbest bırakılma tarihi, bir Erdoğan-Başbuğ görüşmesinin ertesine denk gelmişti. Hatta Orgeneral İlker Başbuğ, Tayyip Erdoğan ile görüşmeye giderken, arabası beklenmedik biçimde yönünü Çankaya Köşkü’ne çevirmiş, Cumhurbaşkanı-Genelkurmay Başkanı görüşmesi gerçekleşmiş, Başbakan-Genelkurmay Başkanı görüşmesi de bunu izlemişti. Gözaltındaki orgenerallerin serbest bırakılması da bunu. O emekli orgenerallerin serbest bırakılması, belki olması gereken bir durumdu ama dışarıdan bakıldığında, söz konusu serbest bırakılma halinin “devletin üst düzeyi”ndeki bir “siyasi uzlaşma”nın ürünü olduğu yolunda spekülasyonlar almış başını yürümüştü. Ankara’da Salı gecesi ülkemizin tüm orgeneralleri ve oramirallerinin Genelkurmay’da yaptıkları toplantıdan sonra yayımlanan bir cümlelik açıklama, Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek’in o gece Genelkurmay ziyareti ve son olarak üçlü “Çankaya Zirvesi”nin ardından ortaya çıkan tablo, benzer spekülasyonların tetiklenmesine uygun bir ortam oluşturmuşa benziyor. Nitekim dünkü Milliyet sürmanşetini “Üstler Serbest, Astlar Tutuklu” diye atmıştı. Daha da çarpıcı bir başlık, Star gazetesinde Şamil Tayyar’ın köşe yazısına aitti: “Or hukuku”! Şamil Tayyar, lâfı hiç eğip bükmeden, “Or hukuku” başlıklı yazısına “Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’u kutlamalıyım. Tereyağından kıl çeker gibi komutanlarını yargıçların elinden çekti aldı” diye girmişti. Bütün bu gözlemler doğru olsa bile, Türkiye’de “darbecilik” ve “cunta faaliyetleri”nin ağır bir darbe yediği ve “demokrasi-hukukun üstünlüğü” yönünde keskin bir virajın dönüldüğü gerçeği değişmiyor. *** *** *** Bu gerçeğin değişmediğinin en somut ve en çarpıcı belgesi, dünkü Sabah gazetesinin manşetiyle yayımlandı. “Balyoz Eylem Planı”nı inceleyen 1.Ordu Askeri Savcılığı bilirkişi heyeti hazırladığı raporda, bunun bir “seminer” değil “darbe planı” olduğunu saptadı. “Balyoz Darbe Planı”nın bir “seminer çalışması” olduğu hazırlandığı dönemin 1.Ordu Komutanı Orgeneral (e) Çetin Doğan tarafından bir süre önce ekran ekran dolaşarak televizyon kanallarında öne sürülmüştü. Taraf gazetesinin yayımlayarak gündeme getirdiği belgelere eklemeler, montaj yapıldığı, dolayısıyla bunların “gerçek olmadığı” görüşleri ortaya atılmış ve “postalperest medya” ve köşe yazarları –ki, önemli bölümü Plan’da “yararlanılacak gazeteciler” arasında yer alıyor- tarafından hararetle savunulmuştu. Gerek Emniyet Kriminal ve gerekse (ve en önemlisi) TÜBİTAK, teknik inceleme sonucu belgelerin gerçekliği hükmüne vardı. Bu hükme, 1.Ordu Askeri Savcılığı bilirkişileri tarafından da varılmış durumda. Ve bu belgelerin içeriğinin “seminer değil düpedüz darbe planı” olduğu “askeri yargı” içinde addedilecek olan ve bizzat planın hazırlandığı kurumun savcılığınca belirleniyor. Askeri Savcılık, bilirkişi heyetinin raporunu Çarşamba günü “Balyoz” soruşturmasını yürüten Özel Yetkili İstanbul Savcılığı’na göndermiş. Dolayısıyla şu anda yürütülmekte soruşturmanın, “postalperest medya mensupları” tarafından “hükümetin kendisine muhalif sesleri susturmak” gibi anlamsız bir iddiaya dayalı olarak değil, tam tersine, somut bulgular ve belgeler üzerinden yürütülen, hukuka uygun bir adlî süreç olduğu sonucu çıkıyor. “Balyoz Darbe Planı” ortaya saçıldığında bu konuyu önemseyen, ciddiye alan herkese ve başta Taraf gazetesine dil uzatanların yapacaklarının asgarîsi, dillerini ısırmaları ve yıllardır kamuoyu önünde gerçekleri karartma ve sulandırma yönünde kullandıkları kalemlerini ceplerine sokmalarıdır. Neyse; üzerinde durmak istediğimiz işin bu yönünden öteye. Çankaya Zirvesi açıklamasına bu gözlemler çerçevesinde bir kez daha dönüp baktığımızda, “gündemdeki meselelerin anayasal düzen ve kanunlar çerçevesinde çözüme kavuşturulacağı” cümlesi değer taşıyor. Bu açıklama, Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ’un mutabakatıyla kaleme alındığına göre, “Balyoz Darbe Planı”na ilişkin olarak yürütülen soruşturma “darbe” ve “darbe girişimleri”nin “anayasal düzene aykırılığını” tespit eden ve böylece “kanunlar çerçevesinde yürütülen” bir işlemdir. *** *** *** Bu arada, dün, “Balyoz” ile ilgili yeni bir gözaltı dalgası geldi. 13 ilde biri emekli, 18 muvazzaf gözaltına alındı. Hafta başındaki dalgada gözaltına alınan 48 kişiden 17’sinin serbest bırakıldığına ve aralarında görevde –or olmasalar da- generaller ve amirallerin de bulunduğu 31 kişi tutuklandığına bakılırsa, gayet ciddi bir “adlî süreç” ile karşı karşıya olduğumuz anlaşılır. “Balyoz” dalgalarının devam edeceği görülüyor. 13 ili kapsayan dünkü dalga, “Çankaya Zirvesi”nin ertesinde gerçekleşmiş olduğuna göre, bu Zirve’de yer almış olan Genelkurmay Başkanı’nın söz konusu “adlî süreç” ile bir sorunu olamayacağı da düşünülmelidir. Türkiye’de şu dönemdeki hukukun sınırları acaba “Or hukuku”na kadar mıdır, bilemiyoruz ama “hukukun üstünlüğü”nün bugüne dek olmadığı ölçüde yaygınlaştığı ve gerçekleştiği de bir gerçektir. Bardağın dolu tarafını görmekte yarar var. 2010 Türkiye’sinde geçmişte “darbe planları” yapmış olan veya “darbe girişimleri”nde bulunmuş olanların yakalarını hukuktan sıyırmasının imkânsızlığı ortaya çıkmıştır. Bunun bir anlamı da, olan-bitenin gelecekteki “darbe hesapları”, darbecilik ve cuntacılık bakımından müthiş bir “caydırıcılık” sağladığıdır. İçinde yaşadığımız günler, gelecek için paha biçilmez bir “emsal” oluşturuyor. Bu “darbecilik” ve “cuntacılık” illetinden muzdarip her ülke, Arjantin, Yunanistan, İspanya vs. “bağırsak temizliği”ni belirli tarihi şartlarda, kendi gerçekleri üzerinden yapabildiler. Türkiye’de bu 2010’da ve kendi gerçekleri üzerinden gerçekleşiyor. Konu, sadece geçmişin hesabının sorulması değildir. Türkiye’nin demokratik geleceğinin güvence altına alınmasıdır. Önemlidir, anlamlıdır, değerlidir.