“Dağdakiler”i indirmek ya da “dağda” bırakmak...

Turgut Özal ile ölümünden 48 saat önce son kez konuşmuştum. Uzun sürenTürk cumhuriyetleri gezisinin son ayağı olan, Azerbaycan’dan Baku’dan dönüyorduk. Yanında oturan dönemin Dışişleri Bakanı Hikmet Çetin, arkaya geldi ve “Cumhurbaşkanı seni istiyor” dedi. Gittim, Turgut Özal’ın yanıbaşında Hikmet Çetin’in boşalttığı koltuğa oturdum.

Haberin Devamı

Turgutbey, bir ay süreyle PKK’nın bir ay süreyle ilan ettiği –ilk- ateşkesin süresinin dolmasına iki gün kala, düşüncelerini paylaşmak istemişti. Abdullah Öcalan, o Cumartesi günü –Turgut Özal’ın öldüğü gün- Bekaa’da bir basın toplantısı düzenleyecek ve bize ulaşan haberlere göre, ateşkesi “şartsız ve süresiz” olarak uzattığını açıklayacaktı. Öyle de oldu.

Turgutbey’in aklı, ateşkes ortamının sağlayacağı olumlu iklimden yararlanarak, soruna “nihai çözüm” üzerinde odaklaşmıştı. “Bu sorun çözülmeden Türkiye ileriye sıçrayamaz. Bunun çözümü ulusuma son borcumdur” diye konuşuyordu. Hükümetten gelen “Gelsinler Türk adaletine teslim olsunlar” türünden beyanlarla bir yere varılamayacağı kanısındaydı. “Terör, geri dönerse, misliyle dönecek” diyerek kaygısını belirtti. Ölümünün üzerinden bir ay geçtikten sonra gerçekleşen gelişmeler, o kaygısını haklı çıkarttı.

Haberin Devamı

Özal’ın zihni, ilk aşamada “kademeli bir af planı” üzerinde yoğunlaşmıştı. Hakkında “suça karıştığına” dair ilişkin somut suçlama bulunmayan “dağdaki” her kişinintüm siyasal haklarına sahip olacak şekilde “indirilmesi”ni öngören, “lider kadro” için “beş yıl süreyle herhangi bir suça karışmamaları halinde” aftan yararlanabilecekleri bir düzenleme vardı. Bu beş yıllık süre içinde, suç işlerlerse, eski suçlarıyla birlikte mütalaa edilecek ve aftan yararlanamayacakları bir hüküm konulmasını düşünüyordu.

Bu görüşlerini ayrıntılandıramadan, iki gün sonra aniden bu dünyadan ayrıldı. Uçağın tekerlekleri piste değdiğinde yanından ayrıldım. Onu son kez gördüğümü elbette ki bilmiyordum. Öldüğü Cumartesi günü İstanbul’a gelecek ve konuşmamıza kaldığımız yerden devam edecektik. Öyle sözleşmiştik.

 

***      ***       ***

 

Aradan geçen yaklaşık 15 yıl sonra yine bir “Eve Dönüş Yasası” tartışmasının içine girdik. Turgut Özal’ın “kademeli af” diye düşündüğü düzenleme de, bir tür “Eve Dönüş Yasası” idi.

15 yıl öncesinden çok farklı şartlardayız. Çok kişi belki farkında değil ama PKK, o günlere oranla çok daha “zayıf” ve hatta “yenik” konumda. O dönemdeki kadrolarının büyük bölümü yok. Lideri, ağırlaştırılmış ömür boyu hapis cezası ile İmralı’da. Dünyanın dört bir yanında “terör örgütü” olarak kayda geçmiş durumda. “Tek süperdevlet” ABD’nin Başkanı, PKK’yı “ABD’nin düşmanı” ilan etti.

Haberin Devamı

Kürt sorununun çözümsüzlüğü ve çözümü yolunda yapılacak hatalar, Türkiye açısından bir “stratejik tehdit” oluşturabilir ama PKK’nın kendisi Türkiye için bir “stratejik tehdit” olamayacak kadar “zayıf” ve “küçük”.

Dönem farkları,şimdi gündeme gelmekte olan “Eve Dönüş Yasası”nın içeriğini elbette etkilemek zorunda.

Ancak, o gün de, bugün de, “değişmeyen ortak özellik”, örgütün lider kadrosuna ilişkin hangi “yaklaşım”ın benimseneceği. PKK’nın yapısal özellikleri, “bireysel tercihler”e pek alan bırakmıyor. Yani, “silah altındaki” PKK’lıların bir çoğu, “Benim karıştığım somut bir suç yok; bana müsaade, ben ‘Eve Dönüş Yasası’ndan yararlanmak için gidip teslim olacağım” demeyecekler.

Haberin Devamı

Bundan önceki “Pişmanlık” ya da “Eve Dönüş” yasalarından umulan sonucun elde edilmemesinin en büyük nedeni burada. Tayyip Erdoğan, eğer böyle bir yasa çıkartmayı tasarlıyorsa, işin bu yönünü göz önüne almak zorunda.

 

***           ***       ***

 

Tek başına bir “Eve Dönüş Yasası” da derde deva olamaz. Bu, Kürt sorunu ile terör sorununu birbirinden ayıran ama aynı zamanda birbirleriyle irtibatının idrakında olan ve buna göre bir “strateji” geliştiren bir “yaklaşım”ın parçası olduğu oranda anlamlı ve sonuç üretici olacaktır.

Bu noktada, muhalefetin tutumu, sorunun çözümü açısından pek yardımcı olacağa benzemiyor. MHP, tam anlamıyla bir “zero-sum game”e kilitlenmiş bir anlayış sergiliyor. MHP’nin bağlı olduğu “milliyetçilik” anlayışı, eğer “rötuş” yapmazlarsa “Kürt milliyetçiliği”ni azdırmaktan ve “terör ateşi”ne “odun taşımak”tan başka sonuç vermez.

Haberin Devamı

CHP, “sözde” farklı, “özde” benzer bir tutum sergiliyor. Deniz Baykal’a göre, “Terörün arkasında bir siyasi proje” var ve bu “proje”nin “nihai hedefi, Türkiye’yi bölmek.” Baykal, dolayısıyla, sözü edilen “düzenlemeler”in “terör örgütüne cesaret verecek” nitelikte olduğunu ileri sürüyor.

Bu “mantık”tan nereye varılabilir?

Baykal, “siyasi proje”nin “sahibi”ni söylerse, tüm dış ilişkilerimiz yeniden düzenlenmesi gerekir. “İttifaklarımız”ı terketmemiz de gerekecek. Baykal’ın öncelikle, konuyu “komplo teorisi” olmaktan çıkartması ve sözünü ettiği “siyasi proje”nin arkasında kim var, açıklaması gerekiyor. İkincisi, terör ve PKK sorununa ilişkin “çözüm önerisi” de getirmeli. Eğer, “teslim olsunlar”dan başka söyleyeceği yoksa, ortada bir “öneri” de yok demektir.

Haberin Devamı

Ayrıca, “terör örgütü”ne bu tür düzenlemelerin “cesaret vereceği” saptaması doğru değildir. “Terör örgütü”, hem zayıf ve hem de bu dür adımlarla daha da zor duruma girecek iken, böyle bir düzenleme, ona nasıl “cesaret” verecek? Bunu anlamak mümkün değil.

Siyasi iktidar ise, kamuoyunutatmin edici açıklamalarla hazırlamalı ve siyaseten “günü kurtarmak” yerine, sorunun gerçekten çözümü yönünde adım atılmasına imkan verecek “içerik”te bir düzenleme hazırlamalıdır.

Bu ülke halkının “oyalanmayı” sevmediğine ve “kanın durması”nı yürekten istediğine inanabilir...

Yazarın Tüm Yazıları