Paylaş
Son büyüme ortalaması, yüzde 2.9 çıktı. Aynı kaynakla karşılaştığımda, “büyüme oranları” konusundaki bir yıl önceki diyalogumuzu hatırlattığımda “Aslına bakarsan yüzde 5 bile Türkiye’nin özelliklerine bakıldığında düşüktür. Yüzde 3’ün altının bu durumda ne kadar tehlikeli olduğunu konuşmak bile gereksiz” diye girdi söze. Ama daha ilginç tarafı, farklı bir ölçüm yöntemine dayanan “gerçek rakamlar”ın yıllık ortalama olarak “yüzde 1,5’e işaret ettiğini” söyledi.
Ve ekledi, “2015 çok kritik bir yıl. Büyüme, eksi bile verebilir.”
Günün ve gündemin ateşli siyasi polemikleri, bize, ekonominin siyaset ile birebir bağını ve Türkiye’nin yakın geleceğini nasıl biçimleyebileceğine ilişkin etkisini göz önüne almamızı önlüyor. Oysa, ekonominin yönünü ve “siyasi karar vericiler”in “eğilimleri”nin ne olduğu ve olabileceğini gözden kaçırmamamız gerekiyor.
Dünyanın en etkili finans ve ekonomi yayın organı sayılan Financial Times’ın İstanbul’da şu günlerde düzenlediği konferans ile eş zamanlı olarak yayımladığı “Türkiye Raporu” adlı “özel ek” özel bir dikkati hak ediyor.
“FT Türkiye Raporu”nda yer alan ve her biri önem taşıyan, ekonomik ve mali karar vericiler başta olmak üzere dış dünyaya bir “Türkiye el kitabı” veya “Türkiye kılavuzu” sayılacak nitelikteki bir dizi yazı var. Bunların arasında, Prof. Daron Acemoğlu’nun Murat Üçer ile birlikte kaleme aldığı yazıyı, Türkiye’nin yarınlarına talip olan tüm siyasilerin dikkatle okumasında yarar var.
Dünyanın en önemli bilim kurumlarının başında gelen Massachusetts Institute of Technology’de (MIT) profesör olan Daron Acemoğlu’nun uzmanlık alanı “ekonomik büyüme, büyüme ekonomisi ve ekonomi politik.” Acemoğlu, James A. Robinson ile birlikte kaleme aldıkları “Why Nations Fail: The Origins of Power, Prosperity, and Poverty” (Ülkeler Niçin Başarısızlığa Uğrarlar: Güç, Refah ve Yoksulluğun Kökenleri) adlı 2012’de yayımlanan kitapta yer alan “tezleri” ve bu alandaki çalışmalarından ötürü Nobel Ekonomi Ödülü adayı.
Prof. Acemoğlu’nun, yine James A. Robinson ile birlikte kaleme almış olduğu 2005 yılında Cambridge Üniversitesi tarafından yayımlanmış “Economic Origins of Dictatorship and Democracy” (Diktatörlük ve Demokrasinin Ekonomik Kökenleri) adlı bir başka önemli çalışması da var.
Acemoğlu, bir ülkenin ekonomik gelişmesinin, sürdürülebilir bir refah ve ekonomik büyümeye sahip olmasıyla “demokrasi” arasında doğrudan bir ilişki kuruyor. Temel tezi bu ve sağlam argümanlar ve kanıtlarla söz konusu bu tezini besliyor.
Daron Acemoğlu, Financial Times’ın son Türkiye ekinde de bu tez doğrultusunda bir genel değerlendirme sunuyor. AKP’nin Türkiye’yi dönüştüren başarılarını özellikle 2002-2007 arasında yapılan ekonomik reformlar ile aynı dönemde atılmış olan demokratikleşme yönündeki adımlar arasındaki “parallelik” üzerinde duruyor.
Şimdi durum değişik. Acemoğlu ve Üçer, FT’nin Türkiye ekinde “Bir çok reformlar geriye çevrildi. Enflasyonun düşürülmesinde kritik rol oynamış olan Merkez Bankası’nın bağımsızlığı dizginlendi. Transparency (Şeffaflık) International’in son Yolsuzluk Algılaması Endeksi’ne göre Türkiye 11 sıra birden düşerek 64’üncü sıraya indi ve yolsuzluğa dair algılamak keskin biçimde kötüleşti. Kısa süre önce yayımlanmış olan bir Dünya Bankası raporu, (Türkiye’deki) gelişmenin, üç kurumsal reform ölçülerine bakıldığında, 2007’den sonra, esas olarak, durmuş olduğunu gösteriyor” diye yazıyorlar.
“Hastalık sadece mikro-ekonomik değil” diye ilâve ediyorlar, “Enflâsyon, birkaç yıldır yüzde 8 dolayında ve bu oran, hedef alınmış olan yüzde 5’in bir hayli üzerinde. Kredi patlamasından, özel tasarrufların hızla düşmesinden ve rekabet yoksunluğundan beslenen cari açık, sürdürülemez ölçüde yüksek.”
Daron Acemoğlu (Murat Üçer’le birlikte), “demokrasi alanında da bütün bunlara paralel bir aşağı gidiş” olduğunu vurguluyor. “Medyanın askeri yönetim dönemlerinde olduğu kadar kısıtlandığına” dikkat çekerken, “yargının birara kazanmış olduğu küçük ölçekteki bağımsızlığı, hükümetin kendine sadık adamları üst mevkilere getirmiş olmasıyla, yitirmiş olduğu”nun altını çiziyorlar.
“2013’te demokrasi yanlısı barışçı karakterdeki Gezi Parkı’ndaki gösterilere yetkililerin şiddetle karşılık vermesi”nin, “siyasi denge ve denetleme kurumları”nın “çökertilmesine giden yolda” oynadığı role özellikle değiniliyor.
Sonuç olarak böyle bir “siyasi iklimde”, 2012’den bu yana ortalama yüzde 3 büyümenin, düşük olmasının yanısıra, bunun ayrıca “bir de düşük kaliteli” büyüme olduğu değerlendirmesi yapılıyor.
Bir dizi gösterge üzerindeki tartışmanın ardından verilen hüküm şu:
“Düşük kalitedeki büyüme uzun süre devam edemez. Mevcut güzergâh üzerinde geçirilen her yıl, kayıp bir yıldır.”
Bütün bunlar, tabii ki, Türkiye’nin kaderi değil. Acemoğlu için Türkiye’de “yeni bir ekonomik rönesans” pekalâ mümkün. Gelgelelim, Daron Acemoğlu ile Murat Üçer, FT Türkiye ekindeki yazılarını şöyle noktalıyorlar:
“… Artan rekabeti, iş ortamında düzelmeyi, daha az yolsuzluğu ve siyasi kurumların ve sivil toplumun güçlenmesini hedef alan yapısal reformlar ile daha ortodoks makroekonomik politikaların izleyeceği bir yeni ekonomik rönesansın mümkün olabileceğine dair her türlü neden bulunuyor. Soru, böyle bir dönüşün mevcut siyasi iklimde yapılıp yapılamayacağı.”
Tayyip Erdoğan’ın birkaç yıldır tutturduğu yol, zaten iyi giden bir ülkenin gidişini terse çevirmiş iken, bu “terse gidiş yolu”nu “geri dönüşü olmayacak bir yol”a çevirmek isteyen Tayyip Erdoğan ve adamlarının, Türkiye’ye sunacağı olumlu bir gelecek görünmüyor.
Erdoğan liderliğindeki AKP iktidarı, bugüne kadar, “ekonomik başarının rantı”ndan çok istifade etti. Ama 2015’le birlikte gelinen nokta, aynı iktidarın Türkiye’yi “ekonomik çöküntüye sürüklemekte olduğu”nun “yol işaretleri”ni gösteriyor.
“Zulüm ve baskılı bir siyasi gelecek ve ekonomik batağa her geçen gün daha fazla saplanacak” bir Türkiye istiyorsanız, “Yeni Türkiye” aldatmasına kapılıp, Tayyip Erdoğan’ın önerdiği “AKP statükosu”na teslim olabilirsiniz.
Peki, Ahmet Davutoğlu’nun dün okuduğu “AKP seçim beyannamesi” hakkında ne mi diyorum? Davutoğlu, Tayyip Erdoğan’ın gölgesinden çıkmadıkça, “rüştünü ispat etmedikçe” herhangi bir şey demek gerekiyor mu gerçekten?
7 Haziran seçimi, Ahmet Davutoğlu’nun “Türkiye’nin yönetimi” için yarışacağı bir seçim değil ki. Önümüzdeki seçim, Tayyip Erdoğan’ın önünün açılıp açılmayacağına ilişkin bir “halk oylaması”.
Halk, aynı zamanda, bu yönetim altında kaçınılmaz gözüken “ekonomik çöküntü”ye “evet” ya da “hayır” oyu vermiş olacak.
“Çoklu referandum”a doğru yol alıyoruz…
Paylaş