Paylaş
TBMM, 22 Temmuz 2007 tarihinde yenilendi.
İktidar partisi, yüzde 47’lik bir seçmen desteğiyle güçlendirilmiş bir hükümet kurma yetkisi aldı.
Parlamentoya, Türkiye halkının yüzde 80’inini temsil edebilecek şekilde 4 parti girdi.
Şimdi aradan bir yıl geçmeden ortaya çıkan görüntü şu:
Parlamentoya giren 4 partiden 2’si “mahkemelik”; kapatılma tehdidi altında Anayasa Mahkemesi’ne verilmiş durumdalar.
Bu partilerden biri iktidar partisi ve lideri yani Başbakan’a “siyasi yasak” gelmesi söz konusu.
Bu arada, parlamentoya giren 4 partinin 3’ünün desteğiyle gerçekleşen anayasa değişikliği, görevi yasaların anayasaya uygunluğunu denetlemek olan Anayasa Mahkemesi’nin, birçoklarına göre “Anayasa’yı ihlali” ve “yetki gaspı”na gitmesi sonucunda iptal edildi.
Bu durumda, TBMM’nin yüzde 80’inin iradesinin, yasa koyucu olarak anlamı kalmıyor.
TBMM, Anayasa Mahkemesi’nin başına “jandarma” olarak dikildiği ve yasama yetkisini kullandırmadığı bir yapı haline dönüşmüş oluyor.
Hükümet ise, bir benzetmeyle Sean Penn’in ödül kazandığı o ünlü “Dead Man Walking” (Ölü Adam Yürüyor) filmindeki gibi “elektrikli sandalye”ye doğru yürüyen bir “ölü adam” görüntüsünde.
Siyasi jargonda buna daha efendice “topal ördek” hükümeti deniliyor.
Bir-iki ay sonra belli olmayan hatta Başbakan’ın yasaklanmasına çok büyük ihtimal verilen bir hükümetin, ülkeyi yönetebilmesi, bürokrasiyi işletmesi, dış dünyada önemsenmesi ve ciddiye alınması mümkün müdür?
Kalıcılığı sorgulanan bir hükümetin böyle bir hükmü kalır mı?
*** ***
Gelelim yargıya...
Anayasa Mahkemesi, Yargıtay, Danıştay üçlüsünden oluştuğu kabul edilen “üçüncü kuvvet”in boğazına kadar siyasete battığı ve “bağımsız yargı” ölçülerini kaybettiği içerde-dışarıda aklı başında olan hemen herkesin gözlemi.
Dışarıda, önceki hafta AB yetkilileri her ağızlarını açışta, Türkiye’nin “adil, bağımsız, tarafsız, güvenilir” bir yargıya sahip olduklarını vurguluyorlardı. Saydıkları tüm sıfatlar, dolaylı biçimde, Türk yüksek yargısında “ne olmadığını” gördüklerinin ifadesiydi.
Bu konuda dışarıdan çok daha önemlisi, içerinin duygusu. İçerde, yani ülkemizde, yani kamuoyumuzun çok önemli bir bölümünün nezdinde mevcut yüksek yargımız müthiş bir “itibar erozyonu”na uğramıştır. Türkiye halkının “adalet duygusu” rencide olmuştur. Türkiye halkının çok büyük bölümü, bu yüksek yargının adaleti temsil ettiğine, bu yüksek yargıdan adalet çıkacağına inanmıyor.
Sadece, parlamentoda 111 milletvekiline ve ülke nüfusunun yüzde 20’lik bir bölümünün desteği ve güvenine dayanan “etkin bir adalet erki” ya da “üçüncü kuvvet” oluşturamazsınız.
Kaldı ki, tüm bu yazdıklarımız, Anayasa Mahkemesi’nin geçen haftaki kararından önce bile geçerliydi. Anayasa Mahkemesi, geçen haftaki kararı ile bir nevi “harakiri” yapmış ve ileride vereceği parti kapatma ve Başbakan’a siyaset yasağı getirme kararının üzerine gölge düşürmüştür.
Türkiye’de konu, “türbanın üniversitelerde serbest bırakılması”nın ötesine geçmiştir. Sistem, tıkanmıştır. Ağır bir siyasi kriz yaşanıyor. Yasaması anlamsız, yürütmesi felç, yargısı adil ve güvenilir olmaktan çıkmış bir ülke, yol alamaz.
Anayasa Mahkemesi’nin son kararı ile –kararın hayırlı tarafı da var- 1982 Anayasası’nın iflas noktası gözler önüne serilmiştir. Bu, bir krizdir.
Ve, kriz, ciddidir. Kriz, özünde, “siyasi”dir.
*** ***
Siyasi krizden çıkmanın yolu da “siyasi” olmak zorundadır.
Tayyip Erdoğan, geçen yıl 27 Nisan muhtırası ve 367 kararına, nasıl seçimleri erkene alarak ve TBMM’yi anayasa değişikliklerine gitmek suretiyle karşı koymuşsa, aynı yöntemi kullanmak durumundadır.
27 Nisan muhtırası da, 367 kararı da, bir tür “darbe süreci” idi ve buna demokratik-siyasi yollardan karşı konularak, Türkiye’nin önü açıldı.
Aynı sürecin “2008 versiyonu” da, aynı biçimde karşılık bulmalıdır.
Yani:
En kısa sürede, kişisel seçilip seçilememe hesaplarını bir yana bırakarak, genel seçimlere gidilmelidir;
TBMM, çalıştırılarak Anayasa Mahkemesi’nin yetkilerinin netleştirilerek daraltılacağı ve ayrıca Venedik Komisyonu kararlarına uygun biçimde parti kapatmanın zorlaştırılacağı anayasa değişiklikleri yapılmalıdır.
Tayyip Erdoğan, “ortalığı daha fazla germemek” gerekçesiyle kimilerinin tavsiyelerine uyarak, son iki aydır izlediği “siyasi rota”nın sonuç vermediğini görmelidir.
“Demokrasi rotası”na girmelidir. Yani, krizden “çıkış yolu”na...
Paylaş