'Casusluk' ve 'Cadı Avı'...

Devlet için çok büyük bir güvenlik zaafı, Tayyip Erdoğan ve bir klik tarafından, ‘siyasi hasımları’na dönük ‘cadı avı’ başlatmak için araçsallaştırılmak isteniyor.

Haberin Devamı

Türkiye, devletin devlet olma niteliğine çok ciddi gölge düşürmüş olan Suriye ile ilgili Dışişleri Bakanı'nın odasında yapılan bir toplantının ses kaydına ilişkin tartışmaların gölgesinde giriyor 30 Mart’a. Cumhuriyet tarihinde eşi olmayan cinsten bir olay söz konusu.
Ses kayıtları –yasal ve yasadışı- üç ayı aşkın bir süredir internet ortamında siyasi ve toplumsal yaşamımızın ayrılmaz bir parçası haline geldi. Tabii, konu, 17 Aralık’ta patlak veren –ve yine Cumhuriyet tarihinde görülmemiş ölçüdeki- bir 'yolsuzluk-hırsızlık skandalı'yla ilgiliydi.
Eğer Türkiye, demokrasileri demokrasi yapan iki vazgeçilmez sütun, 'şeffaflık' ve 'hesap verebilirlik'ten nasibini almış olsaydı, öyle bir siyasi ve toplumsal kültüre sahip bulunsaydı, kurumları ona göre çalışsaydı, 'yolsuzluk-hırsızlık'ın örtbas edilmesi mümkün olamazdı ve ses kayıtlarına hiçbir gerek kalmazdı.
Olan oldu. Ancak, ses kayıtlarının, seçime 72 saat kala, bizzat Cumhurbaşkanı tarafından 'casusluk faaliyeti' ve Dışişleri Bakanı tarafından "Türkiye’ye karşı yapılmış bir askeri saldırıyla eşdeğerde" diye tanımlanan bir 'dinleme-dinlenme skandalı'na kadar varabileceğini aklımıza getiremezdik.
O yüzden, bir önceki yazımızda, 'sözün bittiği yer' diye ifade ettik duygularımızı.
Suriye ile ilgili ortaya çıkan ses kaydı konusunda Ankara-Gölbaşı Sulh Ceza Mahkemesi’nden geniş kapsamlı bir yayın yasağı kararı geldi.
Mahkeme kararında 'milli güvenliğin, kamu düzeni ve kamu güvenliğinin korunması ve devlet sırlarının ifşasının önlenmesi amacıyla soruşturma tamamlanıncaya kadar, soruşturma dosyasının kapsamı hakkında, yazılı, görsel ve internet medyasında her türlü haber, röportaj, eleştiri, görüş ve benzeri yayın yapılmasının 5187 sayılı kanunun 3/2. maddesi uyarınca yasaklandığı' belirtildi.
Peki, sıfatı itibariyle 'Başbakan adayı' sayılan ana muhalefet liderinin, yani CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun meydanlarda binlerce kişi önündeki şu sözleri 'yasağa' girer mi:
"Şimdi arıyorlar ‘Kim haber verdi?’ diye bunu. Bugün gazetelerden öğrendik. İçeriden. 4 kişi zaten konuşuyor. Bu 4’ünden birisi casus. Kim bunlardan birisi. Bulacaklar mı? Bekliyoruz bu casusun kim olduğunu. ‘Bu, casusluk işidir’ diyor. Bu çapsız Dışişleri Bakanı var ya, ‘Birisi bize savaş açtı’ diyor. Bu devleti açıkla bakalım. Hangi devlet, bize savaş açmış. Türkiye’nin çivisi çıktı. Devletin çivisi çıktı. Devletin genleriyle oynandı. Devlet, devlet olmaktan çıktı. Yeniden oturtacağız yerine. Devleti görkemli bir devlet yapacağız."
Ciddi bir suçlama, çok ağır bir değerlendirme bu. Peki, ana muhalefet liderinin bu sözleri, böyle bir değerlendirmesi 'yasak kapsamı'na girer mi?
Şayet Başbakan’ın yani Tayyip Erdoğan’ın, söz konusu 'casusluk faaliyeti'nden 'Pennsylvania'yı yani Fethullah Gülen’i sorumlu tutan sözleri de girmez ise Kılıçdaroğlu’nun sözlerinin de girmemesi gerekir.
Yine de biz yasağa uyalım ve ses kaydının içeriği ve 'soruşturma dosyasının kapsamı' hakkında eleştiri ve görüş belirtmeyelim.
Bununla birlikte, iktidar ve muhalefet yetkililerinin konuyla ilgili birbirlerine yönelttikleri itham ve suçlamalar, üzerlerinde durulmaya değer.
İşin en vahim yanı, Tayyip Erdoğan’ın olayın üzerinden birkaç saat bile geçmeden 'fail'i tespit etmiş olması ve bundan ötürü 'paralel yapı' adını verdiği Fethullah Gülen ve Cemaat’i işaret etmiş olması.
Daha da vahimi, bir süredir birtakım yayın organlarında boy gösteren 'organik aydınlar', bir başka deyişle kimileri 'itirafçı' olan 'kullanışlı aptallar' ile sosyal medyaya salınmış olan 'troller'in, en ufak bir kuşku anına zaman bırakmadan ve hiç vakit geçirmeden televizyon ekranlarında, gazete köşelerinde ve TİB yasağını çiğnedikleri sosyal medya ortamında (Twitter’da) 'casusluk faaliyeti'nden ötürü Cemaat’i suçlamaya girişmeleri ve 'vatana ihanet' gibi çok ağır kavramlarla saldırıya geçmeleri.
Bu, son derece ciddiyetsiz bir durum. Türkiye devletini olduğundan da daha büyük zaaf içinde tüm dünyaya göstermeye yarayan bir davranış.
Çünkü, devletin en üst düzey yetkililerinin Dışişleri Bakanı’nın makam odasında yaptıkları 'mahrem içerikli' bir toplantının dinlenilmiş olması gibi ilk planda hangi teknoloji ve elektronik usullerle bunun yapılabildiğinin çok ciddi bir araştırma sonucu ortaya çıkarılması ve bunun için ciddi bir süreye ihtiyaç gerekirken olayın tümüyle 'Cemaat' üzerine yüklenmesi yani 'fail'in sözde belli olması, soruşturmaya ihtiyaç bırakmıyor.
Zira, ne de olsa, bu yaklaşıma, bu zihniyete göre bu 'casusluk olayı'nın ve 'vatana ihanet'in faili belli olmuş bulunuyor.
Böyle bir ciddiyetsizliği 'muz cumhuriyetleri'nden bile bekleyemezsiniz. Maalesef, Türkiye’de bu da söz konusu oldu.
Bundan da önemlisi, devlet için çok büyük bir güvenlik zaafının, Tayyip Erdoğan ve bir kliğin, 'siyasi hasım' bildikleri için 'cadı avı' başlatmak için 'araçsallaştırılması'dır. Yapılmak istenen budur.
Bunun işaretleri verilmiştir bile. 30 Mart sonrasında, 1800-2000 kişiyi kapsayacak 'iddianameler' hazırlanacağı ve 'Suriye konulu ses kaydı' konusunun bu amaçla kullanılacağı iddiaları ortada dolaşıyor veya dolaştırılıyor.
Türkiye’de rejimin demokrasiden giderek uzaklaştığı ortada. Söz konusu ses kaydının, 'anti-demokratik gidişat'tan bir yukarı evreye geçiş, yani 'Mc Carthyist' ve 'faşizan' bir 'take-off' olarak değerlendirilmeye çalışılması ihtimali belirmiştir.
Türkiye öyle bir 'geçiş'e uygun bir ülke mi? Türkiye halkı öyle bir rejime 'geçit' verecek bir durumda mı?
Cevapları, 30 Mart’tan sonra tartışırız.

Yazarın Tüm Yazıları