Paylaş
Program tartışmasıyla pek ilgilenmedim. Sebebi, muhalefet partilerinin ne söyleyeceği ile ilgilenmemek değil. Programda “heyecan verici” bir yan bulamadığım için. Kendisi “heyecanlı” olmayan programın, tartışması da heyecan uyandırmaz.
Hükümet ilan edildikten sonra, yapısına bakarak, “şaşırtıcı” bir yan görmediğimi daha önce yazmıştım ama programının bu ölçüde “ışıltısız” ve “pırıltısız” olması, yüzde 47 oya haksızlık gibi gözüküyor.
Programın en çarpıcı yönü sayılabilecek “yeni sivil anayasa”ya değinen bölümleri bile, bu “yeni sivil anayasa”nın neleri içereceğine ilişkin, insana heyecan verici vurgulamalardan ziyade genel ve muğlak ifadelerle geçiştirilmiş.
Hükümet programı, bir bakıma, Tayyip Erdoğan’ın “Takıl bana, hayatını yaşa; gerisini sorma” çağrısı ve vaadini andırıyor.
Dolayısıyla, programın kendisinden çok, önümüzdeki dönemi “uygulamada” göreceğimiz ve sınayacağımız anlaşılıyor.
*** *** ***
Programın en çarpıcı ve iddialı hedefleri arasında görülen, “fert başına gelirin 10 bin dolara ulaşması” bile çok umut verici ve heyecan uyandırıcı gelmiyor. Bunu “ekonomik argümanlar” ile tartışmak yerine, dünkü Referans’ta Süleyman Yaşar’ın yaptığı gibi bambaşka bir yaklaşımla ele aldığınız takdirde soru işaretleri üretirsiniz. Süleyman Yaşar, şöyle diyordu:
“Hükümet programı iyi incelendiğinde fert başına gelirin 10 bin dolara ulaşmasının mümkün olamayacağı anlaşılıyor. Zira 60’ıncı hükümet programının 12’inci sayfasında ‘Yurttaşlarımıza en hızlı ve etkin güvenlik hizmeti sunabilmek amacıyla kentlerimizin cadde, sokak ve meydanları mobile iletişim teknolojisi kullanılarak görüntülü güvenlik denetimine alındı deniliyor.
Ama sözü edilen bu görüntülü güvenlik denetiminin, devlet daireleri ve karakollara kurulmasından bahis dahi edilmiyor. Oysa bu görüntülü güvenlik sistemi,devlet daireleri ve karakollara konulup vatandaşın ne olup ne bittiğini izlemesi sağlanmadan, Türkiye’de fert başına geliri 10 bin dolara çıkartmak mümkün olamaz.”
Mobese diye anılan bu sistemin devlet dairesi ve karakollara konulması ile fert başına gelirin 10 bin dolara çıkması arasında ne ilişki var sorusu akla gelebilir. Bir anlamda, karakolları 1991’de “camdan ve şeffaf yapma” sözü verip uygulamayan Süleyman Demirel’in o sözüyle kastettiğini hayata geçirme önerisi yapan Süleyman Yaşar, bunun cevabını şu satırlarla veriyor:
“Hükümet programının TBMM’de okunduğu gün Radikal gazetesinde Nijeryalı bir göçmenin karakolda şüpheli bir biçimde silahla öldüğü (öldürüldüğü) haberi yer aldı. Eğer cadde ve sokaklara konulan görüntülü güvenlik denetimi karakollara da konulsaydı, böyle şüpheli bir ölüm olmayabilirdi.
Siz hükümet programlarına 10 bin dolarlık fert başına gelir hedefleri koyabilirsiniz ama dünyada iktisadi alanda artık yaşam kalitesinin artışı fert başına gelir artışıyla ölçülmüyor. Yaşam kalitesinin artışı “fert başına özgürlük artışıyla” ölçülüyor. Fert başına özgürlük artışı da ferdin kamuyu ilgilendiren meseleleri tartışması ve kamunun denetimine katılmasıyla gerçekleşiyor. İktisatçı Amartya Sen 1998’de bu görüşüyle Nobel İktisat Ödülünü aldı.
Amartya Sen’e ödülün verilmesinin nedeni, “ekonomik gelişmenin özgürlüklerin artırılmasıyla sağlandığı” tezini ileri sürmesi oldu.”
Bu satırlar, Türkiye’nin ekonomik büyümesinin ve refah toplumuna ulaşmak için varılması zorunlu hedefler için bile, ülkenin “demokratik alt yapısı”nın sağlamlaştırılması önceliğini ifade ediyor.
Bu amaçla, bir “yeni sivil anayasa” elbette ki “olmazsa olmaz” ama vakit geçirmeksizin uygulamada hızla ve radikal adımların atılması gerekli. Bu adımlar, “yeni sivil anayasa” yapımına da güç katacaktır.
Tayyip Erdoğan başkanlığındaki 60. Hükümetin bu konuda yeterli “demokratik vizyonu” ve “enerjisi” bulunduğundan henüz emin değiliz.
Emin olabilmemiz için, gerçekleştiğini görmemiz gereken birkaç husus, elimizde bazı “temel veriler” olması şart.
*** *** ***
Ne gibi mi?
Yani?
Yanisi şu: Soruşturmanın önüne set çeken Trabzon Valisi derhal görevden alınmalı ve soruşturma Trabzon Emniyeti üzerinde derinleştirilmelidir. Aynı şekilde, bu olayla ilgili ihmali ve kusuru ayan beyan ortada olan ve döneminde İstanbul’u bir “suç ve suçlu cenneti”ne dönüştüren İstanbul Emniyet Müdürü de.
Beşir Atalay, yeni görevine bu adımlarla başlarsa, Türkiye’nin ve bu hükümetin geleceğine güvenilebilir:
Ali Babacan’ın Dışişleri Bakanlığına getirilmesi, böyle anlam kazanabilir. AB’deki Türkiye karşıtlarına karşı“Türkiye’yle Yeni Başlangıç Vakti” başlıklı IHT yazısıyla önemli bir atak başlatan İsveç ve İtalya Dışişleri Bakanları Carl Bildt ve Massimo d’Alema, bu konuda Türkiye’ye ise şu “kopya”yı veriyorlar:
“Türk hükümeti, diğer önceliklerinin yanında, Türk ceza yasasının Türk kimliğine hakareti yasaklayan tartışmalı 301. Maddesini kaldırmalı. Medeniyetlerarası diyalogun geliştirilmesine de bir katkı mahiyetinde, gayrımüslimlerin hakları tam olarak verilmeli ve kurumlarına saygı gösterilmeli.”
İşe, bir an once bunlarla başlanmazsa, fert başına 10 bin dolara varmak da hayal olur.
Paylaş