Beyrut'tan Brüksel'e Tuna'dan Baltık'a

"Hrad", Çekçede olduğu gibi Slovakçada kale anlamına geliyor. Bratislava'da kaleden Tuna'yı seyrediyorum. Viyana, topu topu 45 dakika uzaklıkta, Avusturya toprakları nehrin karşı yakasında iki kilometre öteden başlıyor.

Haberin Devamı

Tuna, dingin ve vakur, sol yöne doğru, bir zamanların "Osmanlı coğrafyası"na doğru akıyor.

Viyana, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu döneminde adı Pressburg olarak geçen bugünkü Slovakya'nın başkenti Bratislava'nın çok yakınında olduğu için Bratislava Kalesi'nden seyrettiğim Tuna'nın karşı yakasındaki alan, besbelli ki, 1683 Viyana Kuşatması sırasında Osmanlı ordusunun hinterlandı idi.

Tarih ve kendi geçmişimizle oynaşırken bir büyükelçilik görevlimiz, Tuna boyunda, Tuna'nın Slovakya tarafında o dönemlerden kalma kaleler olduğunu anlatıyor.

Bir meslektaşım bugüne dek hiç aklıma gelmeyen bir sözcüğe dikkatimi çekiyor:
"Acaba, bizdeki derebeyi sözcüğü Osmanlılardan mı kalma? Buralarda gördükleri bu kalelere bakarak mı, bu sözcüğü ürettiler?"

Olabilir. Bizde Avrupa'daki gibi "feodal" olmadığını, büyük toprak mülkiyetinin de Osmanlı döneminde bulunmadığını üniversite yıllarımızdan beri tartışır gideriz.

Doğu ve Güneydoğu'daki Kürtlerin yapısına dokunulmadığı için büyük toprak mülkiyeti, o bölgelerde mevcut olmuştur ve onların sahiplerine de "ağa" denmiştir.

Haberin Devamı

"Feodal" ile eşanlamlı bir vurguyla andığımız "derebeyi" sözcüğü nereden gelebilirdi?

Herhalde, Balkanlar (Rumeli) ve Viyana Kuşatması'na gitmek için geçilen Macaristan ve karşı kıyıdaki Slovakya topraklarında gördüklerinden.

Orta Avrupa'nın "kale"leri bizim Rumelihisarı'nda şahikasına çıkan mimari türünden değil.

Şatoyu andırıyor.

Yani, "aristokrat" yani bizim dilde "bey" malikânelerini.

Tuna'nın karşı kıyısında, kendilerine karşı dikilen bu yapıları göre göre, "kont"u, "lord"u, "baron"u olmayan Osmanlılar, böyle sıfatlar taşıyan Orta Avrupa'daki "asilzade" ya da "aristokrat" türlerine, kestirmeden, "derebeyi" demiş olabilirler mi?

Olabilirler.

17. yüzyıl sonunda Avrupa içindeki "ilerlememiz" buralarda durdurulmuş, daha geri döndürülmüştü.

Gerisin geriye Anadolu'ya sürülmemiz, iki buçuk yüzyıla yakın zaman aldı.

Acaba, Osmanlıların, "yükselişi"ne işaret eden ilk iki buçuk yüzyılın aksine yaşanan son iki buçuk yüzyılın Avrupa'da yenilgiler ve geri çekilmeler tarihi haline dönüşen olumsuz sicili; hepimizin bilinçaltlarına yerleşmiş kompleksleri besliyor, bölünme korkularını yaşatıyor ve içe kapanma dürtülerini tetikliyor olabilir mi?

Kimbilir...

Haberin Devamı

Günlük siyasi olayların güncesini tutmak yerine, Amerikalı önemli ekonomi tarihçisi David Landes'in "Big History" yani "Büyük Tarih" diye kavramsallaştırdığı bir tarih yaklaşımı, bu sorulara cevap verebilir...

***                                                       Â

Yıl 2008; artık 1683 çok gerilerde kaldı. Avrupa'ya büyük ordularla Viyana kapılarından giriş yapılmıyor. Demokrasiyle açık toplumla açık ve küresel ekonomiye bütünleşmeyi hedefleyen ekonomik performansla "hukuk devleti" ilkelerine uyumla "tarafsız, bağımsız, etkin ve güvenilir" bir yargı erkine sahip olunarak Brüksel üzerinden giriliyor.

Bratislava'ya da bu konuların tartışıldığı Brüksel'den geldik zaten Ali Babacan'la.

Haberin Devamı

Dışişleri Bakanı, Slovak meslektaşı ile görüşmesini yaparken AB üyesi küçük Slovakya'nın Tuna kenarında yerleşmiş, Çekoslovakya döneminde bir taşra kenti, tarihte ise yakınındaki Viyana'nın yanında İstanbul'un ötesindeki İzmit ya da Tekirdağ gibi kalmış başkentinde bu düşüncelerle oyalanıyoruz.

Bir gece önce, Brüksel'de her partiden Türk parlamenterleriyle birlikte oturduğum akşam yemeği masasında, Çek Cumhurbaşkanı Vaclav Klaus'a çok yakın bir Çek parlamenter (Zahadil) yanı başımdaydı. Özellikle CHP'lilere Sarkozy ve Merkel'e çok takılmamak gerektiğini, Türkiye'nin AB tam üyeliğini hedef alması halinde bunu mutlaka gerçekleştireceğini, bu arada Çekler dahil tüm Orta ve Doğu Avrupa ülkelerinin, yani eski "sosyalist blok"un Türkiye'nin üyeliğinden yana olduğunu hararetle anlatıyordu.

Haberin Devamı

Çek parlamenterin gerekçesi, "jeopolitik"ten kaynaklanıyordu. Türkiye, AB'ye girdiği vakit Almanya-Fransa ekseninin ağırlığını dengeleyecek müthiş bir güç oluşturacaktı ve nispeten daha büyük Polonya'dan başlayarak tüm Doğu ve Orta Avrupa ülkeleri, bu "denge"nin sağlanmasından şimdiden yanalardı.

Brüksel'den bizi Bratislava'ya getiren, işte Varşova ve Prag'da da egemen bu "ortak tarihi çıkar" anlayışı idi. Tabii, bu 1683'e takılarak yaşamamamız ve önümüze bakmamız gerektiğini de bize sessizce anlatan bir yeni olgu olmalı. İç politikada da dış politikada da...

***                           Â

İşin ilginç yanı, bu satırları, İsveç başkenti Stockholm'e 15 kilometre uzaklıkta, tarihi Vikinglere uzanan Upplands Vasby adlı bir bölgede kurulmuş Intra City'de yazıyorum. Burada, 83 ülkenin heyetlerinin ve içlerinde BM, AB, IMF, Dünya Bankası, Arap Birliği, İKÖ gibi 12 kuruluşun yöneticilerinin katıldığı "Irak'la Uluslararası Sözleşme" anlamına gelebilecek "The International Compact With Iraq" toplantısı yapılıyor.

Haberin Devamı

İsveçlilerin aldığı olağanüstü güvenlik önlemlerinin arasında uluslararası medya toplantıya akın etmiş.

Çünkü, BM Genel Sekreteri Ban Ki Moon'un yanı sıra ve güvenlik önlemlerinin özellikle alınmasının nedeni, ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice ve Irak Başbakanı Nuri el-Maliki'nin burada bulunması.

Üst düzeyde temsil edilen ülkelerden biri elbette, David Miliband ile İngiltere.

AB, Javier Solana ile Arap Birliği Genel Sekreteri Amr Musa ile İran, Dışişleri Bakanı Manuçehr Mottaki ile.

Türkiye de yine Dışişleri Bakanı Ali Babacan ile.

Buradaki bazı yüzler, uzun süredir birbirlerini ilk kez görüyor, İsveç'te karşılaşıyorlar.

Ben, bunların bir bölümünü pazar günü Beyrut'ta, salı ve çarşamba günleri Brüksel'de görmüştüm.

Ali Babacan da. Hepsini gördü. Kimisini Beyrut'ta, kimisine Brüksel'de.

Hepsi de son bir hafta içinde Ali Babacan'ı gördüler. Yani, onun şahsında Türkiye'yi.

Ali Babacan ise son bir hafta içinde karşılaşmadığı iki önemli şahsiyetle dün İsveç'te arka arkaya görüştü:
Condi Rice ve Ban Ki Moon...

Bir haftadan daha kısa bir süre içinde, Beyrut'tan Brüksel'e, oradan Irak zemininde dünya gündemini oluşturanların İsveç'teki galerisinde, "küresel sahne"deki "Bilge Ceylan'ın duygulu tanımıyla, uluslararası politikanın hareketli aktörlerinden biri haline gelen, "güzel ve yalnız" ülkemi seyrediyorum aslında...

Bu geniş sahnede görünen, Türkiye'nin içinden görülemeyen Türkiye'yi...

Yazarın Tüm Yazıları