BDP’liler bugün 1 Ekim’de TBMM’ye girip girmeyecekleri konusunda karar alacaklardı; yarına kaldı.
Her kesimden yoğun baskı altındalar, TBMM’ye dönmeleri için. Büyük çoğunluğundaki eğilim de o yönde. TBMM boykotuna gittiklerinde, buna ilişkin “meşru” bir zeminleri vardı. Devam ettirmelerinin doğru olmadığına işaret ettik. Şartlar değiştiği vakit, siyasi taktik adımlar da değişmek zorundadır. Nitekim, TBMM’ye dönme eğilimi gösterdiler. TBMM Başkanı ve Ak Parti yetkilileriyle bir geri dönüş protokolü üzerinde çalışıldı. Pekala aşılabilir bir-iki anlaşmazlık noktası kalmıştı ki, ipler koptu. Onun üzerine, yaz aylarının 1 Ekim’e yani TBMM’nin yasama dönemi başlayana dek “sıcak” geçeceğini tahmin ettik. Yaz aylarının sıcak geçmesi demek, “kanlı” geçmesi anlamına geliyordu. Maalesef, öyle oldu. Şimdi 1 Ekim’e günler sayılıyor. BDP’nin TBMM’ye dönüp dönmemesi meselesi geldi gündemin tepesine oturdu. Madem kendilerindeki eğilim bu, ayrıca kamuoyu adeta söz birliği etmişscesine, “Ankara’ya gidin; sizin yeriniz orası” diyor, ayak sürümenin anlamı yok gibi gözüküyor. Niçin bugüne dek dönecekleri açıklamadılar. Niçin karar günü bir gün daha ertelendi? Çünkü, BDP’liler sadece Türk kamuoyunun “TBMM’ye dönün” baskısı altında değiller. KCK tutuklama dalgaları altında son bir-iki hafta içinde tutuklanan BDP üyeleri, bu arada Şırnak, Silopi ve İdil belediye başkanlarıyla birlikte 400’e yaklaştı. BDP çevrelerinde uzun süredir 1400 kişilik bir liste olduğu söylentisi yaygındı. Söz konusu tutuklama dalgaları sonucunda şimdi toplama-çıkarma hesap yapıyorlar. Ülkenin doğu ve güneydoğusunda BDP üzerindeki baskı öyle boyutlardaki, BDP seçmen kitlesinin hatırı sayılır bir bölümü, “Gitmeyin, gideceksiniz de ne olacak!” cinsinden, ters yönden bir baskı yapıyorlar. Kandil’den yeşil ışık BDP üzerinde etkisi olacağı kesin olan Abdullah Öcalan’dan iki aydır haber alınmıyor. BDP üzerinde etkisi olan bir de Kandil var. Kandil, BDP’lileri kararlarında serbest bıraktı. KCK Yürütme Kurulu Başkanı Murat Karayılan dün yaptığı açıklamada, kararı seçilen milletvekillerin vereceklerini, konuya olumsuz yaklaşmadıklarını söyledi. BDP’nin boykot tavrı için, “Haksız bir egemenlikçi anlayışa ve siyasete karşı gerekli tutum ve tavrı almışlardır. Dolayısıyla bundan sonra farklı bir tutum pekala olabilir. Değişik ve sonuç alıcı taktiklerle hedefe yürümek, bir siyaset sanatıdır. Bizce bunu kendileri düşünmelidir” dedi. Bu sözler, Kandil’in BDP’ye TBMM’ye dönmesi için “yeşil ışığı” olarak anlaşılmaya uygundur. Ama, Karayılan şu sözleri de ekledi, “Ancak AKP hükümetinin uygulamaları ve uslubu Meclis’e gitme ortamını oldukça zorlamaktadır.” Dönüşün de bir adabı var BDP’nin zorlandığı nokta da burası. Bir yandan tutuklama dalgaları, diğer yandan iktidar partisinin kaba açıklamaları BDP’yi zorluyor. BDP ile iki ay önce protokol görüşmelerine katılmış olan Ak Parti Grup Başkanvekili’nin şu diline dikkat: “Terör örgütünün yanında onun siyasi uzantılarına, siyasi uzantısı olduğunu iddia edenlere, yetkiyi milletten alıp kıblesini İmralı’ya çevirenlere sesleniyorum, terör örgütüne destek veren, terör örgütünün yanında olduğunu söyleyen, hal ve hareketleriyle konuşmalarıyla bunu destekleyen herkesle mücadelemizi sonuna kadar devam ettireceğiz.” BDP’lilerin bir şekilde başlarını önlerine eğip, Meclis’e tıpış tıpış gelmeleri beklenir gibi. “Tükürdüklerini yalayarak” yani. Diyeceksiniz ki, kolayı var; BDP, PKK’den mesafe alsın, PKK’yi kınasın, bitsin gitsin. Zaten bu talep aylardır Türk kamuoyunun liberal-demokrat algılanan kalemleri tarafından da dillendirilir oldu. Başbakan Tayyip Erdoğan, “Terörle mücadele, siyasetle ise müzakere edeceğiz” derken de, BDP’ye PKK’dan uzaklaşın, belki sizinle görüşebilir demeye getiriyor. BDP ve öncesindeki DTP, HADEP, DEHAP, DEP, ÖZDEP, HEP, aklınıza ne geliyorsa, yasal alandaki Kürt yapıda ve tabandaki tüm siyasi partiler için aynı talep dile getirildi. İşlemedi. Hayal görmenin gereği ve eski yemeği ısıtıp masaya getirmenin getirebileceği bir sonuç yok. BDP’yi işlevsel kılacak olan PKK’yi reddetmesi olmayacak. Tersine, PKK ile siyasi akrabalığı onu işlevsel kılacak. Hükümet çok uzun süre bu malumu ilam etmekten kaçındığı oranda, Türkiye gereksiz ölçüde zaman yitirdi ve iç kanama devam etti. Hala olmayacak talepleri yüksek sesle seslendirerek BDP’yi baskı altına almak, Kürt sorununun çözüm sürecinde olsun, şiddet ortamının yatıştırılmasında ve kan dökülüşünün önlenmesinde olsun, bir milim rol aldırmayacak. Terörün Türkiye’de tırmanmasına imkan veren bir iklim, Kürt siyasi hareketinde “bölünme” üzerinde oynamak ve Kürt siyasi hareketinde “böl-yönet” algılamasına yol açmaktır. Abdullah Öcalan ile PKK arasında çok derin uçurumlar varmış gibi davranmak, bu teze uygun bir siyaset benimsemek veya PKK ile BDP arasında BDP’nin PKK’yı reddi için bastırmak, istenenin tam tersine sonuçlar verdi bugüne dek. Terörün tırmanmasına yol açtı. “Dağdan İniş” adlı TESEV Raporu’nda bunun ampirik örnekleri mevcut. Savaş nizamı, Kürtlerde farklı eğilimleri birbirine yapıştıracak tutkal işlevi görüyor. “Böl-yönet” algılamasına karşı, PKK’nın silahlı güçleri harekete geçince, BDP tümüyle işlevsizleşiyor. PKK’yı kınaması istendiğinde, işlevsizleşmesinin yanısıra varoluşu anlamsız hale dönüşecek oluyor. BDP’nin dönüşünün anahtarı kimde? İktidar, hiçbir vakit BDP’yi (daha önce DTP’yi) işlevsel kılacak bir tavırda olmadı. Anlı-şanlı “Açılım”da Başbakan’ın o dönem DTP Genel Başkanı olan Ahmet Türk’e ayırdığı toplam 40 dakikadır. Bir de 12 Eylül (2010) referandumu sonrası, Cemil Çiçek ile Adalet Bakanı Sadullah Ergin BDP eşbaşkanları Selahattin Demirteş ve Gültan Kışanak’la bir kez biraraya geldiler. Hepsi bu. Böyle diyalog olur mu? Şerafettin Elçi (BDP’li değil, KADEP Genel Başkanı) Başbakan’ın siyasi risk alıp Öcalan dışında Kandil ile de görüşmesine ilişkinbir soruya “12 Haziran’dan sonra ayrı bir süreç başladı. (Başbakan) Seçimden sonra herkese tepeden bakmaya başladı ve diyalog kapılarını kapattı. Eğer Başbakan yemin merasiminden önce taleplerimizi dikkate alsaydı, bizimle görüşseydi, olaylar bu mecrada akmazdı. Biz o zaman sivil kanalları işletirdik. Ama ‘sorunu biz çözeceğiz’ deme ve harekete geçme imkanı tanımadı Başbakan bize. Biz bu imkanları kullansaydık, PKK’nin durup dururken çatışma kararını ilan etmesinin bir nedeni olmazdı” diyor. (Neşe Düzel’in dünkü Taraf röportajı) Yani, anahtar aslında Başbakan’ın elinde. Kanı durduracak olan bir yandan İmralı ile temaslar tekrar canlandırılırken, BDP’nin Meclis’e dönmesi, Anayasa çalışmalarına katılması ve bununla eş zamanlı olarak Kandil’in tekrar eylemsizliğe geçmesi. BDP, bu konuda bir işlev görür. BDP’ye işlevsellik kazandıracak şekilde davranılması gerekiyor ki, TBMM’ye dönmesinin bir anlamı ve yararı olsun. TBMM, BDP’nin aşağılanma ve baskı altına sokulma platformu haline sokulursa, dönmesinin bir anlamı ve yararı kalmaz. Kadri Gürsel’in dünkü Milliyet’te ifade ettiği gibi “BDP milletvekillerinin Meclis sıralarında yerlerini almamaları halinde ülkenin batısında ve dünyada doğacak izlenim, Kürt hareketinin legal parlamenter siyaset alanını terkettiği şeklinde olacaktır. Söz konusu izlenimin tematiğinde parlamenter siyaseti terk etmenin anlamı, silahlı harekete doldurulacak alan açmaktır. Barışa angaje olmak, böyle bir izlenimin doğmasının önüne geçmeyi de gerektirir.” Doğru. BDP, Meclis’e dönmelidir; ama...