Paylaş
Siyasal bilim diline İngilizceden giren “unintended consequences” sözcükleri vardır. En kolayından Türkçesi, “arzulanmayan sonuçlar”. Ama “unintended consequences” ile anlatılmak istenen biraz farklıdır. Bir adım atılırken ortaya çıkması hiç de niyet edilmeyen sonuçlar kastedilir. “Başörtüsüne üniversitelerde özgürlük” tam da buna uygun düşüyor; “unintended consequences”...
Süreç, hükümetin daha önce ilan ettiği ya da planladığı bir şekilde start almadı. Başbakan’ın Madrid’de “Medeniyetler İttifakı” toplantısı nedeniyle bulunduğu bir sırada düzenlediği basın toplantısında kendisine sorulan bir soruya verdiği cevapla harekete geçti.
Başbakan, her vakit, sözlerini özenle seçerek konuşan birisi değil. Hatta, bu yönde tersi bir şöhrete sahip. “Siyasi simge olursa, ne olmuş yani” sözleri ani bir tepkiydi.
“Pusuda bekleyenler” bu sözlerin üzerine atladılar. Ne de olsa uzun bir süreden beri, Başbakan ve AKP’nin “gizli gündem”i bulunduğunu ileri sürüyorlardı. İddialarına kanıt ele geçirmiş olduklarının mutluluk duygusuyla bir süre, “siyasi simge” tartışmalarıyla güç tükettik.
Başbakan, Madrid’deki basın toplantısında o cevabı verir, o sözleri sarf ederken aklından MHP ile birlikte başörtüsü konusu anayasanın iki maddesinde değişiklik yaparak, TBMM’den geçirme planı herhalde yoktu.
Başbakan’ın sözlerine MHP başka bir yönden atladı. “Gelin başörtüsünün üniversitelere girişini sağlayalım, gündemden düşürelim. Size TBMM’de bu konuda destek veririz” gibisinden bir çıkış yaptı.
MHP, bu adımı atarken AKP’nin buna yanaşmayacağını, böylece “ofsayta düşeceği”ni ve kendisinin AKP’nin oy çaldığı kendi tabanını genişletebileceğini tasarlıyor olmalıydı.
Bunu, MHP sözcülerinin çeşitli beyanlarından anlayabiliyoruz. MHP’nin “türban çıkışı”nın, AKP’ye yönelik bir “satranç hamlesi” olduğunu birden çok MHP sözcüsü çeşitli vesileyle vurguladı.
AKP ya da hükümet (Başbakan diyelim), MHP’nin “resti”ni gördü ve kartopu yuvarlanmaya başladı. Bir çığ oluştu. Altında kim kalacak diye seyrediliyor. Başta Türkiye gündemi, çok kişinin kaldığı şimdiden belli. İster yandaş olsunlar, ister karşı.
*** *** ***
İş, dönüyor dolaşıyor ve Anayasa Mahkemesi’nin üzerine kalıyor.
CHP, Anayasa Mahkemesi’ne başvuracak. Bu, belli; biliniyor. Anayasa Mahkemesi’nin ne karar vereceği belli değil; bilinmiyor.
Bir kez daha, geçen yılki “367 durumu” tekrarlanabilir mi?
Buna, kolaylıkla “hayır” demek mümkün mü?
Anayasa Mahkemesi’nin bilindiği kadarıyla “ideolojik kompozisyonu”nda bir değişiklik yok. Yüce Mahkeme, bu gibi konularda 9’a 2, bilemediniz 8’e 3 konfigürasyonu ile saflaşabiliyor.
Peki, Anayasa Mahkemesi, “hukuki” bir konuda, “siyasi” bir karar verebilir mi? Verir mi?
Verir. Emsali mevcut. Verdiği takdirde, yorumcular kararı “siyasi” olarak niteleyebilirler ama karar, Anayasa Mahkemesi kararı olduğu için, beğenseniz de beğenmeseniz de “hukuk hükmü” haline gelir.
Sonrası?
Sonrasını bilemeyiz. Henüz, kararı da bilmiyoruz.
Sahadaki “siyasi taktikler” de zaten, konu Anayasa Mahkemesi’ne intikal edeceği için yürürlüğe sokuluyor. Zira, şu haliyle TBMM’den geçen anayasa değişiklikleri, üniversiteye başörtüsünün değil, çarşafın da burkanın da girmesini mümkün kılacak nitelikte. En azından, bu tür yorumlara açık değişiklikler. (Bir ‘unintended consequence’ ve ‘hukuki garabet’ daha...)
Bu durumda gereken, YÖK Kanunu’nun 17. maddesinde de değişiklik yapılarak çarşaf ve burkaya özgürlüğü engellemek. MHP bunu istiyor. Bu da yasal bir “başörtüsü tanımı” yapmak gibi bir başka garabete yol açıyor.
Daha da önemlisi, AKP’nin, anayasa değişikliklerinin değilse de YÖK Kanunu 17. maddesinde yapılacak değişikliğin Anayasa Mahkemesi’nde bozulacağını düşünerek, ayak sürümesi.
Gelinen noktada, AKP-MHP işbirliği çatırdıyor. Yola çıktıklarındaki manzaraya bakılırsa, bir “unintended consequence” daha...
*** *** ***
Hal bu iken, “liberal demokratlar” denilen ve kamuoyu ve belli ölçülerde AKP üzerinde etki sahibi olduğu varsayılan “kanaat önderleri”nin, “siyasi süreç”i, ardındaki karar mekanizmasının nasıl ve neden çalıştığını, ne murat edip nereye varacağını göz önüne almadan, sırf bir “özgürlük savunması” adına “açık çek” vermesini beklemek mümkün olabilir mi?
“Kanaat önderliği” ve “liberal demokratlık”, saftoriklik ve ilkesizlik ile eşanlama gelir mi?
Bu arada, “ulusalcı” cemaatin “bölündüler” ya da “uyandınız mı, AKP’nin gerçek yüzünü gördünüz mü” türünden “tezahüratı”na da kulak asmak yersiz. Söz konusu, “kanaat önderleri” ile “liberal demokratlar”, bugüne dek Başbakan’a ve AKP’ye ne destek vermişler ve niçin vermişler ise o destek gerekçeleri “meşruluğu”ndan hiçbir şey kaybetmedi. Ortada bir “pişmanlık” durumu yok.
Kaldı ki, “faşizan ulusalcılar” ile demokrasiyi iyi bilmeyen “muhafazakârlar” arasında, günümüzün “tercih”i, ikincisinden yana olur.
Kimi zaman da “tercih” yapılmaz. Yapmak zorunda kalmak, reddedilir.
Ama unutmayalım; demokratlar açısından birincisi hiçbir zaman “tercih” olmaz, olamaz.
Paylaş