Paylaş
Batı medyasının diliyle “Arap baharı”nı arkalayan “bölgesel güç”ün bölgede yükselişini simgeliyor Tayyip Erdoğan’ın “zafer turu”.
Bir gece yarısı, Kahire Havaalanında en 20 bin kişiyi şu dönemde Tayyip Erdoğan’dan başka kimse toplayamazdı. Tayyip Erdoğan, çizdiği “profil” ile, ta Nasır yıllarıdan bu yana, “Arap sokağı”nın “yükselen yıldızı”. Arapların Arap olmayan lideri.
Aradaki ortak bağ, tarih –ki, Arap milliyetçileri açısından da, milliyetçi-ulusalcı Türkler açısından da iyi bir referans değil bu- ve din bağı; yani İslam. Ne de olsa, Tayyip Erdoğan, Arap dünyasının da, Batı dünyasının da önemli bir bölümü nezdinde “İslamcı” bir siyasi lider.
Laiklik konusunda Mısır televizyonuna söyledikleri ve dün Tunus’ta tekrar ettikleri tam da bu nedenle çok önemli. Türkiye’nin laikliğine vurgu yapan ve “Arap baharı” ile açacak çiçeklere, yani yeni oluşacak rejimlere “laiklik” önerisinde bulunan Türk Başbakanı’nın bu önerisinden Mısır’ın Müslüman Kardeşleri’nin pek hazzetmediği sezilebiliyor.
Aynı öneriyi, dün Tunus’ta Nahda hareketi ile ilgili bir soru üzerine yaptı. Raşid Gannuşi liderliğindeki Tunus’un İslamcı Nahda (Yeniden Doğuş-Rönesans), Tunus’un en güçlü siyasi hareketi olarak kabul ediliyor. Ayrıca, tüm İslam dünyasında “en liberal” ve Türkiye’nin Ak Partisi’ne en yakın “İslamcı” hareket olduğuna dair uzun süredir varolan bir üne sahip. Raşid Gannuşi, Türkiye’deki Ak Parti örneğine sempati duyduklarına ilişkin görüşlerini gizlememişti. Çeşitli vesilelerle bunu ortaya koydu.
Türkiye’ye en benzeyen ülke
Tunus’un diğer Arap ülkelerinden farklı bir özelliği var. Tunus’un kurucu lideri Habip Burgiba, tam bir “Arap Kemalisti” idi ve onun ilham kaynağı Kemal Atatürk’tü. Bu yönüyle, Mısır, Türkiye usülü bir laikliği zaten benimsemişti.
“Arap baharı”nı başlatan Tunus’ta 23 Ekim’de seçimler yapılacak ve Nahda’nın iktidara gelme ihtimali güçlü. Dolayısıyla, Tayyip Erdoğan’ın “laiklik” konusunda Tunus’ta söyledikleri, en az Kahire’de söyledikleri kadar önemli. Şöyle dedi:
“Şunu size rahatlıkla söyleyebilirim, Türkiye’yi tanımlarsam verdiğim cevap herhalde sizin için yeterli olacaktır. Biz, demokratik, laik, sosyal bir hukuk devletiyiz. Demokrasi ile ilgili düşüncelerimi zannediyorum anlattım. Herhalde onları yeterli buluyorsunuzdur. Laiklik konusunda; Anglosakson bir laiklik anlayışı veya Batılı anlamda bir laiklik anlayışı değil. Kişi laik olmaz. Devlet laik olur. Bir Müslüman, laik bir devleti başarılı bir şekilde yönetebilir. Şunu bilmemiz lazım, laik devlet her inanç grubuna eşit mesafededir. İster Müslüman olsun, ister Hristiyan olsun, ister Musevi olsun, ister ateist olsun... Hepsinin güvencesidir. Olayın aslı budur... Nahda ile ilgili düşüncelerime gelince, Tunus’ta, Tunus halkının tercihlerine saygılı olan bir ülkeyiz. 23 Ekim’de ve sonrasında Tunus halkı kimi, hangi partiyi tercih ederse biz onlarla en güzel, en ideal şekilde çalışırız... Tüm bunların yanında hepsinden önemlisi Tunus, şunu ispat edecektir; İslam ile demokrasi yan yana olabilir. Türkiye halkının yüzde 99’u Müslüman olan bir ülke, biz rahatlıkla bunu yapabiliyoruz, bir sıkıntımız yok. Oldu ve oluyor, demek ki olabilir. Farklı yaklaşımlar ortaya koymak suretiyle bunun önünü kesmeye gerek yok...
Batı’ya da mesaj
Bütün bu sözlerden çıkan anlam şu:
Türkiye, Arap dünyasına kendi modelini, Arap dünyasının yeni lideri, Tayyip Erdoğan’ın ağzından öneriyor. Türkiye’nin “laik rejimi”ni, Türkiye’nin “demokratik başarı öyküsü” olarak, Arap dünyasının önüne koyuyor ve “bizi izleyin ki, başarın” demiş oluyor.
Ancak, bu “laiklik” açıklamaları sadece Araplara dönük bir “öneri” olarak anlaşılmamalı. Burada, Amerika’sı ve Avrupa’sı ile tüm Batı dünyasına “mesaj” var.
Zamanlama da çok önemli. Türkiye’nin Batı’nın bölgedeki uzantısı kabul edilen İsrail ile ters düştüğü, ilişkilerinin daha da kötüleşme potansiyeli taşıdığı bir dönemde, Müslüman Arap sahasında, onların gözbebeği “muzaffer lider” görüntüsüyle “zafer turu” atarken, Türkiye’nin “eksen kayması” üzerine iki yıldır tonlarca mürekkep harcamış, nefes tüketmiş Batılı çevreleri, o Müslüman Arap sahasında “laiklik bayrağı”nı dalgalandırarak, bir anlamda “silahsızlandırma”ya bakıyor.
Batı’ya dönüp, “Orta Doğu ve Kuzey Afrika’da attığım her adım ile İran seçeneğine karşı Türkiye seçeneğini ortaya koyuyorum. Bu bölgede Türkiye’den başka çareniz ve ‘Türkiye modeli’nin dışında geçerli bir formül yok” demeye getiriyor.
Müslüman Arap dünyası için, Batı, sömürgeci geçmişi, manda rejimleriyle Arap coğrafyasını bölmeyi ifade ediyor. Laiklik ve demokrasiyi empoze etmeye kalkarsa, buna bölgenin köklerinden bir direnç gelir. Oysa, Müslüman kimlik ile Batılı değerlerin sentezi, Tayyip Erdoğan tarafından bölgeye sunulmuş oluyor.
Geçtiği her yerde İsrail’i yerden yere vuruyor; Suriye rejimine ilişkin ümidinin tükendiğini haykırıyor. Batı’nın Müslüman bir parçası olarak, bölgede “özerk bir güç merkezi” olarak yükselmeyi öngörüyor.
Pişmiş aşa Avrupa suyu
Bu “zafer turu”nu gölgeleyen bir şey de var; Libya’ya ayak basmasına 24 saat kala, Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy ve İngiltere Başbakanı Cameron’un apartopar Trablus’a ve Bingazi’ye koşmaları.
Bu aculluk da, Avrupa’nın Tayyip Erdoğan’a, “Arap baharının bütün hasadını sana kaldırtmayız” mesajı gibi okunabilir. Unutmayalım, Kaddafi rejimine karşı NATO operasyonu söz konusu olduğunda, Başbakan’ın ilk tepkisi “NATO’nun oradan ne işi var?” tepkisi olmuştu. Bingazi’nin Kaddafi’nin eline düşmesine Fransız bombardımanı engel oldu ve gelişmeler onun üzerine terse döndü.
Gerçi, Türkiye arayı kapattı, “yeni Libya denklemi”ne hızla adapte oldu ama Fransa-İngiltere ortak hamlesi, “nüfuzunu Batı Akdeniz’e kadar yayamazsın; sınırların var. Yeni Libya’nın biçimlenmesini sadece sana bırakacak değiliz” mesajı.
Tayyip Erdoğan’ın Mısır ve Tunus’ta “laiklik vurgulu” zafer turu, Doğu Akdeniz’de de, Kuzey Afrika’da Türkiye ile Avrupa arasında adı konmamış ve belki de hiç konmayacak “yeni bir çekişme alanı”na işaret ediyor. Orta Doğu’da İran ile adı konmamış ve belki de hiç konmayacak çekişme devam ederken...
Paylaş