Paylaş
Örneğin Tayyip Erdoğan ve beraberindeki heyeti beklemek için Şeref Salonu’na için alınabiliyorsunuz.
Şeref Salonu’nun avantajı ise Irak Başbakanı Nuri el-Maliki ile Irak Dışişleri Bakanı Hoşyar Zebari tarafından tanıştırılmak, Irak yönetiminin ileri gelenleriyle bir saat boyunca Türkiye-Irak ilişkileri, Irak’taki durum ve Irak’ın geleceği gibi konularda rahat sohbetleri yapmak oluyor.
Başbakan’dan bir gün önce ön hazırlıklar için Bağdat’a gelmiş olan Dışişleri Müsteşarı Feridun Sinirlioğlu ile Türkiye’nin çiçeği burnunda Bağdat Büyükelçisi, bir önceki sıfatıyla Türkiye’nin “Irak Özel Koordinatörü” Murat Özçelik ile de Şeref Salonu’nda.
Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun yanısıra Türkiye’nin yeni Ortadoğu politikasının mimarları arasına ismi yazılabilecek olan Feridun Sinirlioğlu’na Tayyip Erdoğan’ın bu gösterişli gezisinin önemini tek bir cümleyle açıklayacak olsa ne diyeceğini soruyoruz. Pek duraksaman “stratejik önemde” bir cümle ile soruyu karşılıyor:
“Irak’le entegrasyona doğru gidiyoruz...”
Pek iddialı olmadı mı?
Aynı kayıtsızlıkla “durumu tanımlama”yı sürdürüyor:
“Türkiye’nin güney sınırları 1295 kilometre. Türkiye’nin başına birçok bela bu sınırların ötesinden geldi. Türkiye’nin güneyindeki sınırlar istikrara kavuşturulmadan, Türkiye’nin huzur bulması söz konusu değil.”
Türkiye’nin Irak’la sınırı, tümü Kürdistan bölgesine bitişik 344 kilometre. Suriye sınırı ise 911 kilometre. Bu yaklaşım ve tanımlama göz önüne alınırsa, Suriye ile yakınlaşma ve birkaç gün önce vize muafiyeti için atılan imzalar, bu “bakış açısı”nın ulaştığı “operasyonel nokta”yı ifade ediyor.
Türkiye’nin Irak ile ilişkilerini taşımak istediği yerin de Suriye ile gelinen noktaya benzer olmasında, aynı nedenle, şaşırmamak gerekiyor belki de.
Bundan birkaç yıl önce hayal bile edilmesi zor olan adımlar, Türkiye ile Irak arasında atılmaya başlandı.
Buna tabii ki Türkiye ile Kürdistan Bölge Yönetimi ile sessiz sedasız ama “stratejik diyalog” üzerine inşa edilen “süreç” de dahil. Önceki gün, görevini Barham Salih’e devretmeye hazırlanan Kürdistan Bölge Yönetimi Başbakanı Neçirvan Barzani ile Erbil havaalanında karşılaştık. 42 yaşında saç diplerine düşen kırlara işaret etti, “Bunlar iki yıldır bu rengi aldı. Türkiye ile stratejik ilişkilerin kurulmasını öne attığımda tek başına sayılırdım. Şimdi geldiğimiz noktadan çok memnunum” demişti.
Türkiye-Irak-Suriye üçgeni gibisinden Türkiye’nin başını çektiği ve özellikle Ahmet Davutoğlu’nun mührünü taşıyan bir “stratejik bölgesel eksen”in temel taşlarını görebiliyoruz. Bunun için öncelikle “Irak’ta istikrar”, ardından her iki ülke ile “güvenlik işbirliği” geliyor ama bunun “sıvası”, üç ülke arasında karşılıklı “ekonomik karşılıklı bağımlılık” ile sağlanacak.
Tayyip Erdoğan’ın yanında çoğu “icraatçı” kabinenin üçte biri bakanla gelmesinin kerameti burada.
*** *** ***
“Stratejik ufukları” heyecan verici de olsa, ayaklarımızı yerden kesmemek ve “süreç”in önündeki “güçlükler”in idrakinde olmak da gerekiyor. Türkiye’nin Irak ile Suriye ile “ikili ilişkileri” mükemmele yakın bir şekilde seyrediyor ama Irak-Suriye ilişkileri bozuk. Çok bozuk.
Bunun nedeni bir süre önce Bağdat’ta Dışişleri ve Maliye bakanlıklarına yapılan ve büyük can kayıplarına yol açan “terörist saldırılar”ın ardında “Suriye parmağı” olduğuna ilişkin Bağdat’taki çok güçlü kanı.
Ahmet Davutoğlu’nun hızla başlattığı arabuluculuk girişimi her iki taraftan kabul görmekle birlikte henüz hiçbir şeyi çözmüş değil ve kolay kolay da çözeceğe benzemiyor.
Irak Hükümet Sözcüsü Ali Dabbagh, dün bana geçen ay Davutoğlu ile yaptığımız söyleşiyi hatırlatarak hafiften serzenişte bulundu. “Davutoğlu ile konuştuktan sonra benimle konuşsanız size söyleyecektim. Suriye ile aramızdaki ihtilafın hallolduğu gibi bir izlenim verdiniz. Sizinle yaptığı görüşmeden sonra Davutoğlu ile bir buçuk saat görüştüm ve kendisine halkımıza yanıltamayacağımızı, Suriye ile aramızda herhangi bir ilerleme olmadığını belirttim” dedi.
Üç gün boyunca Irak’ta en üst düzey sıfat ve yetkilere sahip birçok kişiyle biraraya gelmek imkanımız oldu. Onlardan edinilen izlenime bakılırsa, Irak’ın komşuları arasında Türkiye’den başka, Irak’ın istikrarını gerçekten arzulayan hiçbiri yok gibi.
Türkiye’nin yaklaşımı yazının başındaki “bakış açısı” ile ilgili. Irak’ın diğer komşularından her biri ise Irak’ı istikrarsız tutabildikleri veya Irak’taki iktidar mücadelesine dahil olabilmek için “istikrarsızlaştırma kartı”nı oynayabildikleri sürece etkili olabileceklerini düşünen anlayışa sahipler.
Suriye de bundan bir istisna değil ve elinde “Şii kartı”, “Sünni kartı” ya da “Kürt kartı” bulunmadığı için ülkesinde barındırdığı devrik Saddam rejiminin bakiyesi “Baas kartı”nı oynuyor Bağdat’ta egemen resmi ve gayrıresmi kanıya göre.
Iraklılar için ortada bir “sır” yok. Kanlı terör eylemlerinin arkasında kimin olduğunu, Suriye’de nerede bulunduklarını, Şam’daki rejim ile ilişkilerinin düzeyini isim isim, yer yer söylüyorlar; ya da ileri sürüyorlar.
*** *** ***
İstikrar demişken, Irak’ta bu konuda son bir yılda alınan ciddi mesafeye Bağdat’ta tanık oldum. Bu da Başbakan Nuri el-Maliki’nin önümüzdeki Ocak ayında yapılacak seçimlerde şansını çok arttırmış durumda.
“İstikrar” ve “güvenlik”e ilişkin Irak’taki görece ilerlemeyi çıplak gözle Bağdat’ta görme imkanı buldum. Bağdat’a Başbakan Tayyip Erdoğan ile birlikte doğrudan Türkiye’den gelmek yerine, “iç hat seferi” ile Irak Cumhurbaşkanı Celal Talabani ile gelmenin bir avantajı da bu.
Önceki gece, Talabani’yle birlikte konuk edildiğimiz Cumhurbaşkanlığı İkametgahı’na geldikten sonra akşam yemeğinin ardından Bağdat’ta dolaşmak istedik. Gece çıkılabiliyor muydu?
Irak Cumhurbaşkanı, biraz da, ülkesinin olumlu yönde düzeldiğini çıplak gözle görüp kendimize kanıtlamamız için bir araba tahsis etti. İlk hedef Abu Navvas. Dicle kıyısındaki Abu Navvas, Saddam zamanında lokantaların, kafelerin bulunduğu, insanların gezintiye çıktığı bir Bağdat köşesi idi. Bağdatlıların durumun normalleştiğine kanıt olarak gösterecekleri bir görüntüden hala uzak ama 2005-2006-2007 yıllarındaki halinde de değil. Tek tük açık mekanlar dikkati çekiyor. Elektrik sıkıntısı nedeniyle hala çoğunlukla karanlık. Bununla birlikte, 2008’le birlikte başlayan “düzelme”nin sinyallerini de veriyor.
Asıl çarpıcı görüntüler Bağdat’ın hala “kozmopolit” az sayıdaki mahallesinden biri olan Karrada’da idi. Gerek ticari yerlerin bulunduğu “Karrada Harici” ve gerekse daha ziyade konutların bulunduğu “Karrada Harici” ışıl ışıl, cıvıl cıvıldı. Dışarıda nargiler içenler, açık dükkanlar, kalabalık kaldırımlar. Saat gece 10’a geliyordu.
Bağdat, “normalleştiği” oranda ne denli bir yaşam canlılığı sergileyeceğinin sanki sinyallerini Karrada’da ve yanıbaşındaki Arasat’tan veriyordu. Bir buçuk yıl, hatta bir yıl önce tasavvur edilemeyecek görüntüler.
Dicle’nin karşı kıyısına, devletin yönetildiği bir “Yasak Şehir” görüntüsündeki “Yeşil Bölge”ye bitişik Kadısiyye’de bir arkadaşımı ziyarete gittim. Nefis bir bahçede, şehrin oradından burasından gelen, aralarında Bağdat Belediye Başkan Yardımcısı, bir gazete genel yayın müdürü, Maliye Bakanlığı Müsteşarı konuklarıyla hararetli bir sohbete dalmışlardı. Aralarında bir de Saddam döneminin en keskin muhaliflerinden, onu devirmek için bir servet harcayan ünlü Saad Salih Jabr.
Irak, tümüyle Ocak ayındaki seçimlere hazırlanıyor ve orada da bu konu konuşuluyordu. “Güvenlik” ortamındaki iyileşmenin Maliki’nin şansını çok arttırdığı, mezheplere dayalı siyasi oluşumların güç yitirmeye başlandığı üzerinde duruluyordu.
Tayyip Erdoğan’ın konvoyuyla birlikte havaalanından Yeşil Bölge’ye geldiğimizde ortalık geçen yıla oranla çok daha görünür haldeydi. Geçen yıl aynı yolu katetmiş ve beton koruganlar arasında, bir labirentin içinde hareket ediyorduk. Sadece gökyüzü görünebiliyordu.
Nitekim, dönüş yolunda Tayyip Erdoğan, belirgin bir can sıkıntısıyla “Bağdat’a ilk kez geldim. Bütün gün Bağdat’taydım. Bağdat’ı görmeden dönüyorum” demişti. Gündüz gözüyle dünkü Bağdat, bir yıl öncekinden farklıydı. Labirent hali daha aza inmişti.
Başbakan, bir yıl önce geldiği geçtiği yerlerin aynısından geçti. Aynı mekanlarda bulundu. Bana kalırsa, Bağdat’ı bu kez göz ucuyla da olsa daha fazla görebildi.
Bağdat’ı daha çok görecek ve Bağdat’ı görecek ilerde. Bu, besbelli.
Çünkü, Irak ile entegrasyona doğru gidiyoruz.
Ne kadar yol alabilirsek, Türkiye de, Irak da daha istikrarlı, daha güvenli iki komşu
Bağdat izlenimleri:
Irak’a istikrar; Türkiye’ye huzur
Cengiz ÇANDAR
Bağdat havaalanında Tayyip Erdoğan’ı bekliyoruz. Bağdat’a Türkiye’den Başbakan’ın uçağı ile doğrudan gelmek yerine, ülkenin içinden Irak Cumhurbaşkanı ile birlikte gelmenin kimine göre “imtiyaz”, bizim işimize göre ise “kolaylaştırıcı” yanları oluyor haliyle. Örneğin Tayyip Erdoğan ve beraberindeki heyeti beklemek için Şeref Salonu’na için alınabiliyorsunuz.
Şeref Salonu’nun avantajı ise Irak Başbakanı Nuri el-Maliki ile Irak Dışişleri Bakanı Hoşyar Zebari tarafından tanıştırılmak, Irak yönetiminin ileri gelenleriyle bir saat boyunca Türkiye-Irak ilişkileri, Irak’taki durum ve Irak’ın geleceği gibi konularda rahat sohbetleri yapmak oluyor.
Başbakan’dan bir gün önce ön hazırlıklar için Bağdat’a gelmiş olan Dışişleri Müsteşarı Feridun Sinirlioğlu ile Türkiye’nin çiçeği burnunda Bağdat Büyükelçisi, bir önceki sıfatıyla Türkiye’nin “Irak Özel Koordinatörü” Murat Özçelik ile de Şeref Salonu’nda.
Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun yanısıra Türkiye’nin yeni Ortadoğu politikasının mimarları arasına ismi yazılabilecek olan Feridun Sinirlioğlu’na Tayyip Erdoğan’ın bu gösterişli gezisinin önemini tek bir cümleyle açıklayacak olsa ne diyeceğini soruyoruz. Pek duraksaman “stratejik önemde” bir cümle ile soruyu karşılıyor:
“Irak’le entegrasyona doğru gidiyoruz...”
Pek iddialı olmadı mı?
Aynı kayıtsızlıkla “durumu tanımlama”yı sürdürüyor:
“Türkiye’nin güney sınırları 1295 kilometre. Türkiye’nin başına birçok bela bu sınırların ötesinden geldi. Türkiye’nin güneyindeki sınırlar istikrara kavuşturulmadan, Türkiye’nin huzur bulması söz konusu değil.”
Türkiye’nin Irak’la sınırı, tümü Kürdistan bölgesine bitişik 344 kilometre. Suriye sınırı ise 911 kilometre. Bu yaklaşım ve tanımlama göz önüne alınırsa, Suriye ile yakınlaşma ve birkaç gün önce vize muafiyeti için atılan imzalar, bu “bakış açısı”nın ulaştığı “operasyonel nokta”yı ifade ediyor.
Türkiye’nin Irak ile ilişkilerini taşımak istediği yerin de Suriye ile gelinen noktaya benzer olmasında, aynı nedenle, şaşırmamak gerekiyor belki de.
Bundan birkaç yıl önce hayal bile edilmesi zor olan adımlar, Türkiye ile Irak arasında atılmaya başlandı.
Buna tabii ki Türkiye ile Kürdistan Bölge Yönetimi ile sessiz sedasız ama “stratejik diyalog” üzerine inşa edilen “süreç” de dahil. Önceki gün, görevini Barham Salih’e devretmeye hazırlanan Kürdistan Bölge Yönetimi Başbakanı Neçirvan Barzani ile Erbil havaalanında karşılaştık. 42 yaşında saç diplerine düşen kırlara işaret etti, “Bunlar iki yıldır bu rengi aldı. Türkiye ile stratejik ilişkilerin kurulmasını öne attığımda tek başına sayılırdım. Şimdi geldiğimiz noktadan çok memnunum” demişti.
Türkiye-Irak-Suriye üçgeni gibisinden Türkiye’nin başını çektiği ve özellikle Ahmet Davutoğlu’nun mührünü taşıyan bir “stratejik bölgesel eksen”in temel taşlarını görebiliyoruz. Bunun için öncelikle “Irak’ta istikrar”, ardından her iki ülke ile “güvenlik işbirliği” geliyor ama bunun “sıvası”, üç ülke arasında karşılıklı “ekonomik karşılıklı bağımlılık” ile sağlanacak.
Tayyip Erdoğan’ın yanında çoğu “icraatçı” kabinenin üçte biri bakanla gelmesinin kerameti burada.
*** *** ***
“Stratejik ufukları” heyecan verici de olsa, ayaklarımızı yerden kesmemek ve “süreç”in önündeki “güçlükler”in idrakinde olmak da gerekiyor. Türkiye’nin Irak ile Suriye ile “ikili ilişkileri” mükemmele yakın bir şekilde seyrediyor ama Irak-Suriye ilişkileri bozuk. Çok bozuk.
Bunun nedeni bir süre önce Bağdat’ta Dışişleri ve Maliye bakanlıklarına yapılan ve büyük can kayıplarına yol açan “terörist saldırılar”ın ardında “Suriye parmağı” olduğuna ilişkin Bağdat’taki çok güçlü kanı.
Ahmet Davutoğlu’nun hızla başlattığı arabuluculuk girişimi her iki taraftan kabul görmekle birlikte henüz hiçbir şeyi çözmüş değil ve kolay kolay da çözeceğe benzemiyor.
Irak Hükümet Sözcüsü Ali Dabbagh, dün bana geçen ay Davutoğlu ile yaptığımız söyleşiyi hatırlatarak hafiften serzenişte bulundu. “Davutoğlu ile konuştuktan sonra benimle konuşsanız size söyleyecektim. Suriye ile aramızdaki ihtilafın hallolduğu gibi bir izlenim verdiniz. Sizinle yaptığı görüşmeden sonra Davutoğlu ile bir buçuk saat görüştüm ve kendisine halkımıza yanıltamayacağımızı, Suriye ile aramızda herhangi bir ilerleme olmadığını belirttim” dedi.
Üç gün boyunca Irak’ta en üst düzey sıfat ve yetkilere sahip birçok kişiyle biraraya gelmek imkanımız oldu. Onlardan edinilen izlenime bakılırsa, Irak’ın komşuları arasında Türkiye’den başka, Irak’ın istikrarını gerçekten arzulayan hiçbiri yok gibi.
Türkiye’nin yaklaşımı yazının başındaki “bakış açısı” ile ilgili. Irak’ın diğer komşularından her biri ise Irak’ı istikrarsız tutabildikleri veya Irak’taki iktidar mücadelesine dahil olabilmek için “istikrarsızlaştırma kartı”nı oynayabildikleri sürece etkili olabileceklerini düşünen anlayışa sahipler.
Suriye de bundan bir istisna değil ve elinde “Şii kartı”, “Sünni kartı” ya da “Kürt kartı” bulunmadığı için ülkesinde barındırdığı devrik Saddam rejiminin bakiyesi “Baas kartı”nı oynuyor Bağdat’ta egemen resmi ve gayrıresmi kanıya göre.
Iraklılar için ortada bir “sır” yok. Kanlı terör eylemlerinin arkasında kimin olduğunu, Suriye’de nerede bulunduklarını, Şam’daki rejim ile ilişkilerinin düzeyini isim isim, yer yer söylüyorlar; ya da ileri sürüyorlar.
*** *** ***
İstikrar demişken, Irak’ta bu konuda son bir yılda alınan ciddi mesafeye Bağdat’ta tanık oldum. Bu da Başbakan Nuri el-Maliki’nin önümüzdeki Ocak ayında yapılacak seçimlerde şansını çok arttırmış durumda.
“İstikrar” ve “güvenlik”e ilişkin Irak’taki görece ilerlemeyi çıplak gözle Bağdat’ta görme imkanı buldum. Bağdat’a Başbakan Tayyip Erdoğan ile birlikte doğrudan Türkiye’den gelmek yerine, “iç hat seferi” ile Irak Cumhurbaşkanı Celal Talabani ile gelmenin bir avantajı da bu.
Önceki gece, Talabani’yle birlikte konuk edildiğimiz Cumhurbaşkanlığı İkametgahı’na geldikten sonra akşam yemeğinin ardından Bağdat’ta dolaşmak istedik. Gece çıkılabiliyor muydu?
Irak Cumhurbaşkanı, biraz da, ülkesinin olumlu yönde düzeldiğini çıplak gözle görüp kendimize kanıtlamamız için bir araba tahsis etti. İlk hedef Abu Navvas. Dicle kıyısındaki Abu Navvas, Saddam zamanında lokantaların, kafelerin bulunduğu, insanların gezintiye çıktığı bir Bağdat köşesi idi. Bağdatlıların durumun normalleştiğine kanıt olarak gösterecekleri bir görüntüden hala uzak ama 2005-2006-2007 yıllarındaki halinde de değil. Tek tük açık mekanlar dikkati çekiyor. Elektrik sıkıntısı nedeniyle hala çoğunlukla karanlık. Bununla birlikte, 2008’le birlikte başlayan “düzelme”nin sinyallerini de veriyor.
Asıl çarpıcı görüntüler Bağdat’ın hala “kozmopolit” az sayıdaki mahallesinden biri olan Karrada’da idi. Gerek ticari yerlerin bulunduğu “Karrada Harici” ve gerekse daha ziyade konutların bulunduğu “Karrada Harici” ışıl ışıl, cıvıl cıvıldı. Dışarıda nargiler içenler, açık dükkanlar, kalabalık kaldırımlar. Saat gece 10’a geliyordu.
Bağdat, “normalleştiği” oranda ne denli bir yaşam canlılığı sergileyeceğinin sanki sinyallerini Karrada’da ve yanıbaşındaki Arasat’tan veriyordu. Bir buçuk yıl, hatta bir yıl önce tasavvur edilemeyecek görüntüler.
Dicle’nin karşı kıyısına, devletin yönetildiği bir “Yasak Şehir” görüntüsündeki “Yeşil Bölge”ye bitişik Kadısiyye’de bir arkadaşımı ziyarete gittim. Nefis bir bahçede, şehrin oradından burasından gelen, aralarında Bağdat Belediye Başkan Yardımcısı, bir gazete genel yayın müdürü, Maliye Bakanlığı Müsteşarı konuklarıyla hararetli bir sohbete dalmışlardı. Aralarında bir de Saddam döneminin en keskin muhaliflerinden, onu devirmek için bir servet harcayan ünlü Saad Salih Jabr.
Irak, tümüyle Ocak ayındaki seçimlere hazırlanıyor ve orada da bu konu konuşuluyordu. “Güvenlik” ortamındaki iyileşmenin Maliki’nin şansını çok arttırdığı, mezheplere dayalı siyasi oluşumların güç yitirmeye başlandığı üzerinde duruluyordu.
Tayyip Erdoğan’ın konvoyuyla birlikte havaalanından Yeşil Bölge’ye geldiğimizde ortalık geçen yıla oranla çok daha görünür haldeydi. Geçen yıl aynı yolu katetmiş ve beton koruganlar arasında, bir labirentin içinde hareket ediyorduk. Sadece gökyüzü görünebiliyordu.
Nitekim, dönüş yolunda Tayyip Erdoğan, belirgin bir can sıkıntısıyla “Bağdat’a ilk kez geldim. Bütün gün Bağdat’taydım. Bağdat’ı görmeden dönüyorum” demişti. Gündüz gözüyle dünkü Bağdat, bir yıl öncekinden farklıydı. Labirent hali daha aza inmişti.
Başbakan, bir yıl önce geldiği geçtiği yerlerin aynısından geçti. Aynı mekanlarda bulundu. Bana kalırsa, Bağdat’ı bu kez göz ucuyla da olsa daha fazla görebildi.
Bağdat’ı daha çok görecek ve Bağdat’ı görecek ilerde. Bu, besbelli.
Çünkü, Irak ile entegrasyona doğru gidiyoruz.
Ne kadar yol alabilirsek, Türkiye de, Irak da daha istikrarlı, daha güvenli iki komşu coğrafya olacaklar...
Paylaş