Paylaş
Bunlardan biri var ki, “şike ithamı” gibi yüzkızartıcı ve haksız olduğuna inanılan bir duruma müthiş bir tepki gösteren “taraftar”ı tarif eden ve Fenerbahçelilerin, çok kişiyi şaşırtan ve saygı uyandıran “direnişi”nin herhalde en güzel dile getirilişiydi. Dizeleri şöyle:
Başım yukarda, gücüm yerinde
İsterim ki, bilsin herkes ben bir Fenerbahçeliyim!
Gözüm dışarda, dev kupalarda
Kalkışması kimse seni kalbimden söküp atmaya
Taraftarım ben!, dedikodu bilmem,
Tarih yaza kim haklı, kim çamur attı..
Kimseye kanmam, yalancı sevmem
Annemin ak sütü kadar helaldir kupalar.
Seninle sonsuza dek sırt sırta veririm, hey
Yanyanayız doğu, batı, kuzey, güney
Lefter’inle, Aykut’unla, Alex’inle gürle hey
Fenerbahçeli olmak ne güzel bir şey...
Birkaç gündür, “Fenerbahçeli olmak”, Fenerbahçeliler için “ne güzel bir şey” olmaktan ziyade “hüzün verici bir şey” oluverdi. Kimisi için, “çok kırgın” ve aynı anda “çok öfkeli, çok asabi, çok saldırgan”, hem de “çok kırılgan bir şey”...
Şarkının “Lefter’inle, Aykut’unla, Alex’inle gürle hey” şeklindeki dizesindeki ilk “sembol isim”, Fenerbahçe’nin “ölümsüz” Lefter’i bu yılın ilk aylarında ölüverdi. Fenerbahçe Stadyumu’nda düzenlenen cenazede, diğer “iki sembol” vardı. Fenerbahçe futbol takımının Brezilyalı kaptanı, bir bakıma Lefter’in “manevi veliahdı” muamelesi yapılan Alex, en önde Lefter’in tabutunu taşıyordu.
Yılın son çeyreğinde Fenerbahçe ve Fenerbahçeliler için asla unutulmayacak olan “3 Temmuz Süreci”nde duruşu ile “direniş”in fitilini yakan, uzunca bir süre adeta tek başına her türlü kötülüğe karşı koyan, bir “dürüstlük abidesi” olarak ün yaptığı için Fenerbahçelilerin “Sen Bizim Kocaman Gururumuzsun” diye sloganlaştırdığı Futbol Takımı’nın Teknik Direktörü Aykut Kocaman ile taraftarların iki hafta önce Lefter’in heykelinin karşısına heykelini diktikleri, Fenerbahçe tarihine silinmez izler bırakan, süperstar, kaptan Alex de Souza ters düştüler.
Sonuçta, Alex’in sözleşmesi Fenerbahçe Spor Kulübü olarak karşılıklı olarak feshedildi. 35 yaşına gelmiş, sözleşmesi sezon sonu biteceği için zaten gidecek olan ama Teknik Direktör ile anlaşmazlığı nedeniyle Ocak ayında gitmesi muhtemel görülen Alex, aniden Brezilya’ya dönme kararı aldı.
Fenerbahçe’nin “üç sembolü” ayrıştı. Fenerbahçe Taraftar ve Direniş Şarkısı”nın o dizesi kendiliğinden düştü; onunla birlikte şarkı da bitti. “Dışarı”ya karşı tek yumruk gibi dikilmeyi becerebilen Fenerbahçe, şu an için “içinden çatlamış” bir görüntüde.
Takımın “süperstarı”nı “sembol” olarak gören, onu çok sevenen Fenerbahçeli taraftarlar ve Galatasaraylısı, Beşiktaşlısı, Alex’in dış dünyaya yansımış olan sporcu kişiliğine ve futbol ustalığına hayran olan herkes, ayağa kalktı.
Ve, bir “Brezilya dizisi” başladı. Brezilya dizileri Türkiye’de çok sevildi, çok izlendi. Bugün Arap pazarının ötesine taşarak Türkiye’nin en ilginç “soft power” ürünlerinden biri haline gelen Türk dizilerinin öncüsüdür Brezilya dizileri. Besbelli ki, Türk insanın ruhuna ve duygu dünyasına pek uyuyor.
Olay, öncelikle ve en ziyadesiyle Fenerbahçelileri yaralayan bir “toplumsal travma” niteliği kazandı. “Geri dön Alex”, “Bu ne vefasızlık”, “Böyle ayrılık olmaz”...
Bu “Brezilya dizisi”, elbette hepsinde olduğu gibi, “senaryosu”na uygun olarak, “aşk” ve “vefasızlık” zemini üzerinden “cinayet”e kayacak. İçine “kan” da girecek. Hedefte, Aziz Yıldırım’ın olduğunu ortalama zeka sahibi herhangi bir Fenerbahçeli kolaylıkla görür. Ve, “senaryo”nun bu bölümü Aykut Kocaman üzerinden yürütülecek. Kocaman ile Alex arasındaki anlaşmazlığın nereden ve neden başladığı sorgulanmadan, araştırılmadan, haklılık-haksızlık ayrımı yapılmadan, Aykut Kocaman, “Aşkımız Alex’i bizden yoksun bırakan adam” olarak çarmıha gerilmek istenecek. Kısasa kısas. “Madem Alex gitti, Aykut da gitsin” diye Fenerbahçe tribün ahalisinin hayal kırıklığı ve asabiyeti üzerinden oynanacak; Aykut Kocaman’ın “cesedi” üzerinden yürünerek, “namlu” Aziz Yıldırım’a yöneltilecek.
Aykut Kocaman, Türkiye’de futbolun “bozuk düzeni”ne –medyası ile, yönetim anlayışıyla, her şeyiyle- başkaldırmış, “zihniyet değişikliği”nin şart olduğuna inanmış, bunun yapılabilmesi halinde ve en başta çalışmayla, yani emek ve alınteriyle ve çağdaş futbol ölçülerine uyum sağlamakla başarıya ulaşılabileceğini, başarının ölçüsünü ise Avrupa’da başarı olarak hedeflemiş; tam da bu anlamda “devrimci” bir futbol adamıdır.
Sabırsız, günlük yaşayan ve gelip geçici başarıların afyonuyla uyuşmaya razı bir futbol kamuoyu ve kendisine hasım geniş bir çevre karşısında –değişmesi için Fenerbahçe’yi araçsallaştırdığı tam da budur- işi zor. Onu, ancak Fenerbahçe’nin ardarda gelecek başarıları kurtarabilir. Her yönden torpillenmeye çalışılan, şimdi de “Alex kavramı” ile vurulmak istenen Aykut Kocaman’ın Fenerbahçe’si bunu becerebilir mi?
Çok zor ama imkansız değil. Zaten, Aykut Kocaman, “Başarmak istiyorsan imkansızı iste” düsturuyla hareket eden birisidir. Başarırsa o başarır; o başaramazsa Fenerbahçe’nin önündeki uzun yıllar kararır. Öylesine kritik bir eşiğe varılmış durumdayız.
Lefter’den sonra kalan “iki sembol”den biri gitti. Giden gitmese, diğeri gidecekti. “Kriz”, bir “Brezilya dizisi” özelliği kazandığı için “çözülemez” noktaya gelmişti.
Keşke gelmeseydi, ama geldi işte. Hayat, “keşke”lerle yürümüyor. Fenerbahçe Yönetimi, “iki sembolü”nden birini feda noktasında, “doğru” tercih yaptı. “Stratejik” karar vereceksiniz, “Aykut Kocaman” demek zorundaydınız.
Alex’i unutmak mümkün değil. Özellikle Fenerbahçeliler için imkansız.
Şimdi iş, Aykut Kocaman’ı “unutmamak” noktasında buluşmakta. Çünkü o, unutulmasın ki, Fenerbahçe’nin “kocaman gururu”dur...
İşte o zaman, “Aykut’unla Alex’inle gürle hey; Fenerbahçeli olmak ne güzel bir şey” dizesi yeniden canlanır, hatırlanır...
Paylaş