Paylaş
“Dün gece akşam yemeğinde General Allen ile birlikteydim. Petraeus’tan sonra Afganistan’daki komutan oydu. Dinleyince göreceksin, özel bir insandır; Amerikalı birçok yetkiliden çok farklıdır” dedi.
Bir gece önce “Halifax Güvenlik Forumu”na katılan 300 dolayındaki kişi, 10’ar-15’er kişilik gruplara ayrılarak Halifax’ın lokantalarına dağılmışlardı. Halifax toplantısının “ritüel”e dönüşmüş olan gelenekleri var. İlk gece (cuma), tüm katılımcılar birarada, Kanada’ya özgürlük arayan ilk göçmenlerin ayak bastığı rıhtımdaki antrepoda, Nova Scotia’nın pek övündüğü ıstakozlu akşam yemeğinde bulunurlar. İkinci gece (cumartesi) ise 15-20 kişilik gruplar, küçük kentin 15-20 lokantasını kapatır, uluslararası gündemin konu başlıklarını tartışırlar.
AKP’nin eski Çankırı Milletvekili Suat Kınıklıoğlu ile birbirimizden habersiz olarak, “ilk tercih” olarak “Siyasi İslam?” başlıklı grubu işaretlemişiz. İkimiz “Siyasi İslam?” konulu tartışma grubunda yer aldık.
Suat Kınıklıoğlu, Türkiye’de gerçek anlamda “düşünce kuruluşu” deneyimi en fazla olan kişilerin başında gelir. Bir dönem, German Marshall Fund isimli önemli düşünce kuruluşun Türkiye temsilcisiydi. Şimdi Stratim’in (Stratejik İletişim Merkezi) direktörü. O kurdu, başkanlığını eski dışişleri bakanı Yaşar Yakış yapıyor. Suat, bir süredir de Washington’da “Obama’nın düşünce kuruluşu” diye ün yapan Center for American Progress’te.
Halifax’ta “Siyasi İslam?” başlıklı toplantıya katılacak grubumuzu bulmak için, sohbeti kesip davrandığımızda, Abdullah Gül’e “Gelmiyor musunuz?” diye sorduk. O, “Enerji” konulu olan tartışma grubu ile yemeğe gidiyordu. “Siyasi İslam?” başlıklı olanı niçin işaretlemediğini, gülerek, kinayeli biçimde söyledi bize.
Libyalı ve Suriyeli genç kadın ve erkeklerden, Amerikalı yaşlı akademisyenlere, BBC’nin dış politikada bir numaralı muhabiri unvanını taşıyan, ömrü Pakistan, Ortadoğu, Kuzey Afrika ve Afrika’da geçmiş Kanadalı Lyse Doucet’e uzanan renkli ve canlı bir tartışma topluluğuydu bizimki. Ama bence Halifax’ın hiçbir toplantısı, Pazar sabahı General John Allen’ın sunumu kadar ilginç olamazdı.
John Allen, Obama’nın yani ABD’nin IŞİD’e karşı Koalisyon’dan sorumlu şahsiyeti. Görevi, 60 ülkeyi biraraya getirmek, eşgüdüm sağlamak, IŞİD’e karşı askeri harekâtı yönetmek. Kısacası, görevi “IŞİD’i yenmek.”
John Allen’ın verdiği izlenim, böyle bir iş için “biçilmiş kaftan” niteliğinde bir kişiliğe sahip olduğu. “Çok “sivil kafalı” bir parlak asker olduğu, konuşmaya başlar başlamaz anlaşılıyor.
Sunuş konuşmasında haliyle Türkiye’den de söz etti. Birçok ülkeyi kapsayan temaslarının bir ayağı Türkiye idi, General Allen, bizim varmamızdan 48 saat sonra, Türkiye’den gelip ayağının tozu ile Halifax’a varmıştı.
Türkiye’den “Suriye’ye dair öneminden söz etmek asla abartma olmaz” diye söz etti. niteledi. Görüştüğü Türkiye’deki yetkililerin, Suriye’de IŞİD’ karşı mücadeleye ilişkin olarak “aşırı çekingen” olduklarını söylerken, ülkemizin yüzyüze bulunduğu muazzam Suriyeli mülteci akını nedeniyle, Türkiye’ye “anlayışlı davranılması” gereği üzerinde de durdu.
Öyle bir görev üstlenmiş halde ki, “Kimden ne kadar elde edebilirsek, kârdır” tavrını benimsemişe benziyor. Hiç kimseyi kırmamaya, karşıya almamaya, herkesten alabileceği kadarını, almaya bakıyor sanki. “Hiç yoktan iyidir” veya “karşı tarafta olmasından yeğdir” gibi bir tavır içinde sanki.
Türkiye’ye ilişkin tavrının böyle olduğu izlenimini edindim.
Türkiye’deki son temaslarından hayli memnun olduğunu aktarıyordu. “Türklerle konuşurken, maksimalist talepler ya da ön şartlar ile başlamayalım dedim” diyerek açıkladığı yaklaşımının olumlu sonuç verdiğini söylüyordu.
Soru-cevap bölümünden sonra yanına gittim. Bütün sorularıma nezaketle cevap verdi. Verdiği cevaplardan, üç gün önce Milliyet’te Aslı Aydıntaşbaş ile yaptığı görüşmede ne kadar açık konuşmuş olduğunu gördüm. Aşağı yukarı aynı şeyleri söyledi.
Mesela “maksimalist talepleri” gündememe getirmemek ya da “ön şart” koşmamak ne anlama geliyordu?
“Mesela” dedi, “Uçuşa yasak bölgede ısrar etmek, bizim istediklerimizi yerine getirirseniz İncirlik’i açmayı düşünebiliriz diye konuya yaklaşmak...”
General Allen’e, “Ta Körfez’den kalkıp, havada yakıt ikmali yaparak Suriye’nin kuzeyine gelip hava harekâtı yapmak ve ile bunu İncirlik’ten yapmak arasındaki farkı en iyi bilecek durumda olan sizsiniz. İncirlik konusunda nerede bulunuluyor?” diye sordum.
Gülümsedi. “Buraya girmeyelim, ayrıntılara giremem” dedi. İncirlik, besbelli “nazik” bir konu. Bir “ilerleme” yok.
Ama, “Dün Başkan Yardımcısı Biden’in, Başbakan Davutoğlu ve ayrıca Cumhurbaşkanı Erdoğan ile yaptığı görüşme mükemmel geçti” dedi.
Aynı gece, Türkiye’ye dönerken uçakta okuduğum Washington Post’un İstanbul çıkışlı Karen DeYoung imzalı haberi de, aynı “dalga boyunda” idi. “Biden gezisi, ABD ve Türkiye’yi Suriye stratejisinde birbirlerini yaklaştırdı” başlıklı haberin, bir de şöyle bir tuhaf alt-başlığı vardı:
“İslam Devleti (IŞİD) ve Esad üzerinde hiçbir anlaşma olmadı ama ilerleme sağlandı.”
Washington Post haber yazısı, “Uzayan bir yabancılaşma ve karşılıklı atışma döneminin ardından, ABD ve Türkiye arayı buldular ve Suriye ve Irak’ta İslam Devleti’ni yenilgiye uğratmak ve nihai olarak Cumhurbaşkanı Başşar el-Esad yönetimindeki Suriye hükümetinin sonunu görmek için yakın işbirliğine yöneliyorlar” giriş paragrafı ile başlıyordu. Ve, iki paragraf sonra, Biden’ın gezisinin tarafların arasında hiçbir “sıkı anlaşma”ya ulaşılmasını sağlamadığı ifade ediliyordu.
Bu aleni “çelişki”yi çözen doğru değerlendirme, aynı gün, Murat Yetkin’den gelmişti: ABD ile Türkiye, IŞİD ile Irak’taki mücadelede aynı görüşte ve işbirliğine yatkındılar; Suriye’de ise bugüne kadar ne kadar uzak iseler, o mesafede duruyorlardı.
Belli ki, AKP iktidarının sırtı, bölgedeki tek müttefiki Erbil’i de kaybetmeyi ve ABD ile tümden ters düşmeyi geri alamayacağı bir duvara dayanmıştı. Biden ve General Allen temaslarının ardından varılan noktayı böyle değerlendirmek de mümkün.
Bu arada, John Allen ile Kobani’yi de konuştuk. Israrım üzerine ilginç bir bilgi daha aktardı. Irak Kürdistanı ile Kobani arasında Türkiye topraklarında açılan “koridor”un “tek bir sefere mahsus olmadığını”, “bir sefer daha yapılmış olduğunu” ve “bunun devam edeceğini” bilgisini verdi.
Kobani’de IŞİD’i “kazığa oturttuğu”na dair kesin kanaat taşıyor. Ama onun verdiği “istatistik” PYD’lilerin tersi. “Kobani’nin yüzde 60’ının IŞİD’in elinde” olduğunu söyledi. Kaygılı değil. “Orada artık durum stabil oldu. IŞİD’in kazanması artık mümkün değil. Hergün orada tepelerine iniyoruz. Ya IŞİD’i Kobani’de kazığa geçireceğiz ve yok edeceğiz veya o bölgeyi terketmek zorunda kalacaklar. Onlar açısından ‘stratejik’ bir yenilgi olacak” dedi.
Sonra? Türkiye ile ABD’nin yolları Suriye’de kesişecek mi yoksa daha da mı ayrışacak? Sorunun cevabı, kim ne derse desin, soru işaretinin çengeli gibi havada asılı duruyor.
Zira, taraflar, “izdivacı” ayakta tutmaya ne kadar çalışsalar da, “mutsuz evlilik” gizlenemiyor.
Paylaş