Paylaş
Tayyip Erdoğan geçen gün konuşmasının bir yerinde, “İstanbul da tarihte birçok kez yakılıp yıkılmıştır. Ama tarih onu yıkanları değil, Fatih’i hatırlar, Mimar Sinan’ı hatırlar” dedi.
Aslında söylediği tarih gerçeği olarak pek doğru değil. İstanbul, ‘Konstantinopolis’ adıyla ‘Rum Ortodoks’ Bizans İmparatorluğu’nun başkentiyken 1204 yılında Katolik Venedikliler ve Batı Avrupalı müttefikleri Haçlılar tarafından Dördüncü Haçlı Seferi sırasında ele geçirilmiş, yağmalanmış, en kıymetli hazinelerinin bir bölümü Venedik’e taşınmıştı. 1183’te de şehrin Rum Katolik ahalisi Rum Ortodoksların katliamına maruz kalmıştı.
Tayyip Erdoğan, her ne kadar İstanbul Belediye Başkanlığı yapmış ise de 1453 öncesine gidecek bir tarih bilgisine sahip bulunabileceğine dair hiçbir işaret vermedi bugüne dek. O sözlerinin, Latin Katoliklerin Bizans’ı yağmalamasına duyduğu öfkeden kaynaklanmadığı besbelli.
Osmanlı yüzyılları içinde sık sık çıkan yangınları kastettiği de sanılmasın. ‘Fatih’ ve ‘Mimar Sinan’ isimlerini geçirmek ve kendi ismini, onların yanına, İstanbul’a eserler katan bir ‘yapıcı’ olarak kaydetmek istediği, kendisinin propagandasını bindirilmiş AKP’li kıtalara yapmak istediği anlaşılıyor.
Ne yazık ki Tayyip Erdoğan ismi, her bakımdan gerçekten büyük bir tarihi isim olan Fatih Sultan Mehmet ile aynı ‘dalga boyu’nda anılmayacak. ‘Fatih’ sözcüğü ve ismi ile Tayyip Erdoğan arasındaki en belli başlı bağlantı, artık, ‘Alo Fatih’. Bu da besbelli. Hiçbir internet yasası, hiçbir savcı ve yargıç yer değiştirmesi, hiçbir yeni HSYK düzenlemesi ve hiçbir on binlerce polisin atama kararnamesi, Tayyip Erdoğan’a ilişkin ‘acı alay’ı ifade eden ‘Alo Fatih’ damgasını Türkiye’nin bir döneminin üzerinden silemez. Silemeyecek.
‘Milli irade’ sığınağı da silemez. Kayda geçti artık. ‘Alo Fatih’ dönemi, bir yanıyla AKP’nin Türkiye’de medya üzerindeki müthiş baskı döneminin, bir başka yanıyla ise Türkiye’nin yakın tarihinin en büyük ‘medya utancı’nın simgesi oldu.
‘Alo Fatih’ aynı zamanda, ‘ayakkabı kutuları’nı ve içlerinde bulunan ‘milyonlarca doları’ da bir gazete ve televizyonun alımı için Başbakan’ın himmeti, Ulaştırma Bakanı’nın koordinasyonuyla kimi müteahhitlerin 82 milyar küsur liralık ihaleler elde edecekleri vaadiyle ‘100’er milyon’ dolarlarını ‘havuz’da toplayarak bir ‘havuz medyası’ oluşturulmasındaki katkılarını da özetliyor.
28 Şubat döneminde, ‘medya’ üzerinden bankalar ‘hortum’lanırdı; şimdi ‘Alo Fatih’in ‘siyasi komiser’ olarak yerleştirildiği medya ‘havuz’larda boğuluyor.
Bunlar gündeme getirildiğinde, “Bizim veremeyeceğimiz hesabımız yok” diye babalanmayı da kimse yutmaz. Bir gazetecinin şu tweet’inde ifade ettiği gibi: “Polisi, savcıyı sür, tweet atan gazeteciyi sınır dışı et, bir gecede yasalar çıkar, dosyaya yayın yasağı koy, sonra ‘Veremeyeceğimiz hesap yok’ de!”
‘Alo Fatih’, aslında ‘hesap vermekten kaçmak ve kurtulmak’ için kurulan tezgâhın ‘kodu’dur, ‘şifresi’dir. İkide bir ‘Alo Fatih’ diye başlayan otoriter sese, “Emredersiniz efendim”, “Başüstüne efendim” diye düşük tonda, titrek bir sesle cevap veren ‘Fatih’in (Tayyip Erdoğan’ın Habertürk’ün başına ‘siyasi komiser’ olarak atadığı Fatih Saraç), daha sonra kendi altlarıyla konuşurken efelenen ve gürleşen sesiyle devam eden telefon konuşmalarının tapelerini dinleyerek çok şey öğrendik.
Mahkeme kararıyla yasal biçimde elde edilmiş tapeler. Bunları yayımlayan Haramzadeler, 50 bin izleyiciyi geçince engellendi. Cuma günü tekrar yayına başladı. Dün yine 50 bini geçmişti izleyici sayısı.
Tapelerde, Roboski (Uludere) Katliamı’na nasıl hem televizyonda hem de gazetede (Habertürk) yer verilmediğini, bunu –kendi ifadesiyle- ‘Büyüğü’nü, yani Tayyip Erdoğan’ı nasıl mutlu ettiğini pişkin biçimde Enerji Bakanı’na anlatıyor ‘Fatih’ yani ‘Alo Fatih’.
‘Alo Fatih’, Tayyip Erdoğan iktidarının medya üzerindeki çirkin baskılarının ‘ses kayıtları’dır ama aynı zamanda medyanın ne hale geldiğinin hazin bir ‘kayıtı’dır. İhale kazanma kaygıları veya vergi baskıları gibi araçlarla maskaraya çevrilen medya sahipliğinin kimlerin elinde, ‘Alo Fatih’ gibi ‘siyasi komiserler’in kontrolünde nasıl bir şekle büründüğü de içinde yaşadığımız ve bir ‘demokratik ülke’ için asla tasavvur edilemeyecek bir ‘utanç fotoğrafı’ olarak ortaya çıkıyor.
Öyle ki dün öğle saatlerinde Tayyip Erdoğan, tüm haber kanallarında saat 13 haber saatini aşma pahasına canlı yayınlarda, konuşmasını naklen yayımlayabilirken ana muhalefet lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun konuşması, ‘Sabah/ATV’nin ‘havuz’ marifetiyle nasıl ele geçirildiğine ilişkin tapeleri TBMM çatısı altında okumaya başlandığında kesiliverdi.
Konu, ‘Rüşvet ve Yolsuzluk’ kanıtlarına gelince, ‘canlı yayın’ın kesilmesi ve ‘penguenleşme’ hali, Türk medyasının her bir biriminin değişik düzeylerde ‘Alo Fatih’ halinde olduğunun çarpıcı bir kanıtıydı.
Kemal Kılıçdaroğlu’nun konuşmasının kesildiği bölüm, 17 Aralık sabahı, İçişleri Bakanı bir baba ile operasyon sonucunda gözaltına alınan ve daha sonra tutuklanan oğlu arasında, yani bir baba-oğul arasında geçen ibret verici konuşmanın kaydıydı. Şöyleydi:
“Barış Güler: 6 buçukta geldiler. Celal Kara diye bir savcı arama kararı çıkarmış.
Muammer Güler: Ne var oğlum senin evinde?
Barış Güler: Hiçbir şey yok baba.
Muammer Güler: Para ne var?
Barış Güler: Kendi param, üç-beş kuruş kalan param.
Muammer Güler? Kaç para?
Barış Güler: Sen biliyorsun!
Muammer Güler: Kaç lira oğlum?
Barış Güler: 1 trilyon civarı param var, o kadar.
Muammer Güler: Evet, evet. Tamam oğlum. El koydular mı paraya?
Barış Güler: Yok. Arama yapıyorlar.
Muammer Güler: Şimdi anladığım kadarıyla akıllarıyla Rıza Zarrab’la bir rüşvet ilişkisinden bahsediyorlar. Diyeceksin ki bir danışmanlık işim var. Gayri resmi yapıyorum. Benim alacaklı olduğum dayımın oğlu bunların yanında çalışıyor.”
Bu gibi ilişkilerin üstü örtülmesi için ‘Alo Fatih’ dönemi gerekliydi. Adaletsizliğin, zulmün, haksızlığın, hukuksuzluğun, Roboski’lerin, yolsuzlukların, rüşvetin örtülmesi için ‘Alo Fatih’ döneminden başka çare yoktu.
28 Şubat’ı ‘hedefte’ yaşamış ve önce ‘sansürlenmiş’ ve sonra işini kaybetmiş birisi olarak bunun böyle olduğunun gayet iyi farkındayım.
Fakat, hiçbir dönem, böylesine rezil bir ‘Alo Fatih’ dönemi olmamıştı. “28 Şubat’tan beter bir dönem yaşadın mı bu ülkede” diye bana sorsalar, tereddütsüz, “Bu dönem” derim, ‘Alo Fatih’ dönemi...
Başbakan’ın ‘Fatih’ten söz ettiğine kulak asmayın. O muhafazakâr kitlelere seçim propagandası. Rüşvet ve yolsuzluk, gerçekten, ‘Allah korkusu’ olanların işi olamaz. Bu gibi ‘şeyler’ pek ‘dünyevi’dir.
O nedenle Tayyip Erdoğan için de aslolan ‘Alo Fatih’tir.
‘Alo Fatih’e ilişkin anlatacaklarımız devam edecek.
Paylaş