Paylaş
“1968 kuşağı” adı verilen ve dünyanın her köşesindeki insanların etkileri ve sonuçları onlarca yıl sonrasına damgasını vuran eylemlerinin 40. yılı. 20. yüzyılın ikinci yarısının belki de hiçbir yılı, 1968 kadar, sonrası için “belirleyici” olmadığı için, bu yıl 40. yıldönümü nedeniyle ve vesileyle dünyanın her yanında sayısız makale ve tartışmaya konu oldu.
1968, esas olarak, Mayıs ayının damgasını taşıdı.
O nedenle, bu konudaki tartışmalar ve uluslararası basının her yelpazesindeki yayınlar Mayıs ayını kapladı.
Mayıs’ı arkada bıraktık. Haziran’a girdik. Bir çift söz söylemek zamanıdır.
Ne de olsa, bu satırların yazarı da “68 kuşağı”nın bir ferdidir ve 1969 yılında Türkiye’de öğrenci olaylarının başlıca karargahlarından biri sayılan Siyasal Bilgiler Fakültesi’nin Öğrenci Derneği Başkanı sıfatı taşıdığı için, “eylemci gençlik hareketi”nin liderlerinden biri olduğu için, bir çift söz söylemek hakkına sahiptir.
2008 Mayıs’ında Türkiye’de de 1968 tartışıldı ve “68 kuşağı” üzerinde duruldu.
Özellikle, “68 kuşağı”nın tartışmasız simgesi olan sevgili arkadaşımız, 1973’te darağacında yitirdiğimiz Deniz Gezmiş, Türkiye’deki tartışmaların odağına televizyon yayınlarıyla oturtuldu.
Türkiye’deki bu tartışmalar “Hatırla Sevgilim” isimli popüler televizyon dizisi ile de tetiklendi ve Deniz, tıpkı dünyada “68 kuşağı”nın simge ismi Ernesto “Che” Guevara gibi pop-kültürün, gerçek kendisi olmayan bir “tüketim malzemesi” haline dönüştüğünü gözledim.
Bir yandan Türkiye’nin “ulusalcılar”ı, Deniz Gezmiş’i kendilerinin 2008 gündeminin “ikonu” haline getirmeye uğraşılarken, Deniz’in bazı yakın arkadaşları, kendileri 1968’i kalarak, kendilerini 2008’e taşımadan, taşıyamadan, 40 yıl öncesinde kalarak, “bugünkü kendileri”nin statükoculuğunu Deniz’in devrimciliği üzerinde tanımlama gayreti içine girdiler.
2008’i, 40 yıl sonra o yılların Deniz Gezmiş’i üzerinden tanımlamak anlamsızdır. Burada, çok önemli bir “yöntem hatası” yapılıyor.
Deniz Gezmiş’i 1968 ve ipte can verdiği 1972’nin şartları içinde değerlendirmek ve anlamak gerekir.
2008’de herhangi birisinin bulunduğu “ulusalcı-siyasi pozisyon”dan geriye dönüp, Deniz Gezmiş ve 1968 değerlendirmesi yapmanın, hiçbir geçerliliği olamaz.
*** *** ***
“Deniz Gezmiş yaşasaydı” bugün şöyle yapardı, şöyle olurdu diye ahkam kesmenin hiçbir geçerli ve doğru yanı yok.
Çünkü, Deniz Gezmiş, 1972 yılında, 1968’te önderliğini yaptığı olaylar ve eylemler dizisi sonucunda can verdi. Deniz Gezmiş, 1972 yılından beri yok. Bugün yaşasaydı, ne yapacağını asla bilemeyiz ve bilemeyeceğiz.
Deniz Gezmiş, 1947 doğumluydu. 1947 doğumlu bir Amerikalı Bill Clinton, o yıllarda Vietnam Savaşı’na karşı olduğu için askerlik yapmayı reddetmiş, resmen askerden kaçmıştı ve 1992 yılından 2000 yılına dek, “Amerikan Emperyalizmi”nin ülkesinin Başkanı olarak dünya siyasetine damgasını vurdu.
İngiltere’nin Irak Savaşı sırasındaki Dışişleri Bakanı Jack Straw, o yıllarda “NUS” yani İngiltere’nin “Ulusal Öğrenci Birliği”nin Marksist eğilimli başkanı idi.
1947 doğumlu.
O yıllarda, bir gün İngiltere Dışişleri Bakanı olacağı ve Tony Blair ile birlikte İngiltere’nin Irak’ta, George W. Bush’un savaş müttefiki olacağı söylense, bu, saçma sapan bir “fantezi” olarak algılanırdı.
Deniz Gezmiş ile aynı doğum yılından Jack Straw, Londra’da İngiliz Ulusal Öğrenci Derneği Başkanı iken, kuzeydeki İskoçya’da Edinburgh’daki bir başka solcu öğrenci lideri olan John Robertson, yıllar sonra “Lord Robertson” unvanı ile NATO Genel Sekreterliği yaptı.
Ondan bir önceki NATO Genel Sekreteri Javier Solana, İspanya Sosyalist Partisi’nin yeraltındaki, yani o günkü İspanya’da “yasa dışı” örgütün üyelerinden biri ve “68 kuşağı”nın bir unsuru olarak, Amerika’da Virginia Üniversitesi’nde “Yabancı Öğrenciler Derneği” Başkanı sıfatıyla Vietnam Savaşı ve Amerika aleyhtarı gösteriler ve faaliyetler örgütlemekle meşguldü.
1968’in dünya çapında parlayan lider ismi “Kızıl Dany”, yani ilk kez Fransa’da başlayan 1968 olaylarının lideri Daniel Cohn-Bendit, bugün, Yeşiller’in önemli isimlerinden biri ve bu arada Avrupa Parlamentosu’nun Türkiye yanlısı ileri gelen siyasetçilerinin başında geliyor.
Daniel Cohn-Bendit kadar önemli bir başka isim, Alman öğrenci hareketinin lideri Rudi Dutschke idi.
O yıllarda Berlin’de Hür Berlin Üniversitesi’nde okuyan yakın arkadaşı TESEV Başkanı Can Paker’den de “Kızıl Rudi”yi çok dinledim.
Rudi Dutschke, 1968’de bir suikast girişimine uğradıktan sonra ağır sağlık sorunlarıyla 1979’a dek yaşayabildi. Antonio Gramsci’nin ve ünlü “Frankfurt Okulu”nun etkisi altında bir devrimciydi.
Almanya’nın, Türkiye’nin hararetli AB katılımı yanlısı olan, bir önceki Yeşil Dışişleri Bakanı, 1946 doğumlu Joschka Fischer de “68 kuşağı”nın polislere molotof kokteyli fırlatmış eylemcilerinden biriydi.
Deniz Gezmiş yaşasaydı, ne olurdu, nasıl olurdu?
Bilebilir misiniz?
Bilmeye imkan var mı?
*** *** ***
“68 kuşağı”nın her ülkedeki tiplerinin ortak noktalarından biri –ylumlu anlamda- “ütopist” ölçülerde “hayalperest” ve “idealist” olmalarıydı. Benzerlik o noktada biter.
1968, Fransa’da solun “Stalinizm”den arındırılarak Marksizm’in güçlendirilmesi eylemiydi.
Prag’da ise Sovyetler’e karşı çıkarak, Marksizm-Leninizm’den kurtulma başkaldırısı.
Amerika’da ise Vietnam Savaşı’na karşı çıkışın adı.
Türkiye’de darağacında “Yaşasın Bağımsız Türkiye” diye haykıran Deniz Gezmiş, hepimizin Vietnam Savaşı karşıtlığıyla ateşlenen anti-Amerikanizmi’ne tercüman olurken, “Yaşasın Türk-Kürt kardeşliği” haykırışı ile bugünlere kendisini taşıyan bir vizyonun, bundan yaklaşık 40 yıl önceki köklerini sergiliyor; “Yaşasın Marksizm-Leninizm” diye haykırırken ise, 1989-1991’de çöken totaliter Leninizm’in ne olduğunu kavramadan, o günün “enternasyonalizm”îni en yiğit tınısıyla seslendiriyordu.
Deniz Gezmiş, “68 kuşağı”nın fedakar ve yurtsever idealizminin bir bedene ve cismi bürünmüş simgesiydi.
Bizim kuşağın o günkü tecrübesi ve eyleminden bugün için uygulanabilir sonuçlar çıkaramazsınız.
Soğuk Savaş bitti. Şartlar çok değişik.
O gün toprağa düşenler, bugün yaşasalar ne ve nasıl olurlardı, bilinmez; bilinemez.
“68”, yerleşik kurallara, dogmalara ve tabulara karşı bir “uluslararası başkaldırı” idi ve bugünün “68 ruhu”, Türkiye’de, ancak, “statüko”yu ve “Cumhuriyet’in temel ilkeleri” tabusunun ardından kendini tahkim eden “kurulu düzen”e ve bunun doğal bir uzantısı olan AB karşıtı “ulusalcılık”a karşı başkaldırı ile hayat bulabilir, canlanabilir.
Bu satırların yazarı, “68 kuşağı”nın şanslı ve müftehir bir mensubudur ve 1968’in 2008’le buluştuğu yerde mevzilenmiştir...
Paylaş