Paylaş
Ağırlık, Mayıs ayındaydı çünkü “dünyayı değiştiren yıl”, önce Fransa’da Paris’te, ardından Almanya’da Berlin’de patlak veren öğrenci gösterileriyle start aldı ve Haziran ayı ile birlikte dünyanın her yanına yayıldı.
“68”i “68”yapan ve bugünlere uzanan damgasını tarihe vurdurtan, Batı Avrupa ülkelerinde patlak veren öğrenci olaylarıyla sınırlı değildi.
1968 yılında Sovyetler Birliği’nin başını çektiği Varşova Paktı’nın silahlı güçleri Çekoslovakya’yı işgal etmiş ve Stalinist-Komünist yönetime karşı “özgürlükçü” bir dalgayı ifade eden “Prag Baharı”na son vermişlerdi.
Aynı yıl yapılan Meksika’da düzenlenen Olimpiyatlar’da ABD’li siyah atletler, büyük başarı elde ederek, şeref kürsüsüne siyah eldivenlerle çıkarak, sağ yumruklarını havaya kaldırarak selam vermişlerdi.
Özellikle, bu eylemi başlatan 200 metre Olimpiyat Şampiyonu Tommie Smith’i bu hareketi, bir “68 simgesi” olarak hafızalara çakılmıştı.
Tıpkı, Avrupa’nın belki de en güzel kenti olan Prag’ın sokaklarını çiğneyen Sovyet tanklarının, gösteri yapan Çeklere karşı sergilediği çirkin görüntüler gibi.
Vietnam Savaşı’na karşı Amerikan üniversite gençliğinin ülkenin her yanına yayılan gösterileri de 1968’de doruğa ulaşmıştı.
“Otorite”ye karşı Batı’da başkaldırıya simgeleyen “çiçek çocukları” da 1968’de küresel düzeyde esen kuvvetli “özgürlükçü rüzgar”ın bir esintisi idi.
1968, Bob Dylan, Joan Baez, Jim Morrison ve Marianne Faithfull gibi isimlerde müzik alanındaki sembollerini de üretmişti.
1968, dünyanın herhangi bir köşesinde farklı tepkiler üretmişti.
Fransa’da ayağa kalkan ve De Gaulle gibi tarihi bir ismi siyasetten silebilen gençlik hareketi, Marksizm’den Stalinist etkiyi silerek “sol”u temizlemek amacına yönelirken, “Prag Baharı”, Çekoslovakya’yı Marksizm’in tüm türevlerinden temizlemek gibi bir dinamiğin üzerine oturmuştu.
Amerikalı gençler, Vietnam Savaşı’nı bitirecek kadar güçlü bir eylem zemini oluştururlarken, Amerikalı siyahların “ırk ayrımı”na tepkisi en ziyadesiyle Meksika Olimpiyatları’nda boy göstermişti.
Amerikalı solcu düşünce adamı Paul Berman, 1968’i “iç tutarlığı bulunmayan bir kardeşlik” olarak tanımlamıştı. “Tutarlılık” adına belki de tek birleştirici, “68 kuşağı”nın, nerede olursa olsunlar, sahip oldukları “idealizm” idi.
*** *** ***
“68 kuşağı”nı, ülkelerine bakılmaksızın karakterize eden “idealist” olmaları kadar, “özgürlükçü” dürtülerle yola çıkmaları ve “değişim” arzunu ortaya koymalarıydı.
“Özgürlükçülük” ve “değişim” boyutu olmadan, ne “68 kuşağı”, ne de 1968 olaylarını anlamak mümkün değildir.
Türkiye’de de 1968’de, Fransa’dan gelen ilk dalganın etkisiyle patlak veren ve “demokratik üniversite” gibi hayli ılımlı ve masum bir taleple kendisini göstererek, çok geçmeden Amerikan 6.Filosu’nun İstanbul ziyaretine yönelen ve çok büyük ölçüde Vietnam Savaşı’na ilişkin “anti-Amerikan” tepkiden etkilenen öğrenci hareketi, Deniz Gezmiş’in, 1.91’lik boyunda ve tepeden tırnağa “idealist” olduğu belli kişiliğinde “simgesi”ni buldu.
“68 kuşağı”nın sonradan nasıl yol alarak nereye gittiğinin hiçbir önemi yoktur.
Zaten, dünyanın her köşesinde değişik zeminler ve farklı hedeflere yönelerek yola çıkılmıştı ve zaman içinde her biri bambaşka yönlere seyahat ettiler.
Önemli olan, “idealizm” boyutu, bulunduğu her yerde ortaya atılan “özgürlükçü” talepler ve mutlaka ama mutlaka “değişim” arayışı ve savaş sonrası dünyasının formatına itiraz etmek ve hatta bunu reddetmek ile ilgiliydi 1968 ve onun kuşağı.
Paris’te Quartier Latin’in kaldırım taşlarını sökenler, Prag’da Sovyet tanklarının namlularının üzerine tırmananlar, San Francisco’da kendi hükümetlerinin Vietnam Savaşı’na karşı yürüyenler, İstanbul’da Beyazıt’ta üniversite binasından çıkıp Dolmabahçe’de Amerikan deniz piyadelerini denize atanlar arasındaki ortak nokta ve tüm farklılıklarının yanı sıra aralarında bulunan “kardeşlik ruhu”, özgürlük ve değişim isteği ile ilgiliydi.
Dolayısıyla, 2008’in “siyasi gündemi” üzerinden 1968 ve kuşağı yargılanamaz.
O kuşak mensuplarının, 1970’lerde içinde yer aldıkları örgütlenmeler, katıldıkları faaliyetler ve sonuçları üzerinden, 2008’den 1968’e bakılamaz.
*** *** ***
Türkiye’de “68 kuşağı” tartışmalarına ilişkin bir dizi saçmalık var.
Bunlardan biri, “78 kuşağı”ndan söz edilmesidir. 1968, “yerel-ulusal” bir olay değildi.
Küresel bir çalkantının adı ve simgesiydi. 1978’de böyle bir durum olmadı.
O nedenle, “68 kuşağı” demenin anlamı vardır, “78 kuşağı” demenin hiçbir anlamı yoktur ve zaten böyle bir kavram Türkiye dışında hiçbir yerde kullanılmıyor.
İkinci saçmalık, Deniz Gezmiş’i ve diğer solcu-devrimci gençlerle o dönem yolları kesişmiş, birlikte olmuş bugünün bazı “ulusalcı”larının, “68 kuşağı” namına, bugünün “siyasi gündemi”nde aldıkları siyasi pozisyona göre bir “devamlılık” iddiasında bulunmaları ve Deniz Gezmiş’ten bir “ulusalcılık ikonu” oluşturmaya kalkışmalarıdır.
“68 kuşağı”nın, idealizm, özgürlükçülük ve değişim arzusu gibi özelliklerine bir ekleme daha yapmak gerekirse, “milliyetçilik”in karşısında “enternasyonalist” olarak yer almış olmalarıdır.
2008’de, ne dünyada ne Türkiye’de 1968 şartları söz konusu değil. Türkiye’nin mevcut güçler dengesini, o anlamda “statükoculuğu” savunarak “68 kuşağı” da olamaz, Deniz Gezmiş’i ağzınıza pelesenk de edemezsiniz.
2008 ile 1968 arasında kurulabilecek tek irtibat ve bu anlamda “devamlılık”, eğer siz bugün “değişim”i savunan bir siyasi konumda yer alıyorsanız, o da belki, olabilir.
Üçüncü saçmalık ise, bugün sağ-muhafazakar kesimde mevzilenen, hatta “Ülkücü köken”den gelenlerin, 1968 ve kuşağına yönelik “sövgülü” değerlendirmeleridir.
O kuşaktan olmayan ve o yıllarda “solcu” olmayanların, 1968’i ve “68 kuşağı”na anlamalarına imkan yoktur ve değerlendirmeleri de, kaçınılmaz olarak, “sığlık”tan kendisini kurtaramaz.
1968, 1968’in dünyasına aitti ve çok güzeldi. Bir daha gelmez.
Dünyada ve Türkiye’de, bundan sonra “güzel günler” elbette olacak ve gelecektir.
Ama, onun 1968 ile ilişkisi çok soyut kalacaktır.
1968, 1968’de kaldı. 2008’deyiz.
“68 kuşağı”, 2008’de ancak “idealizm”, “özgürlükçülük”, “değişim” arzusu ve “enternasyonalizm” ile yaşatılabilir.
Biri bile eksik kalmadan...
Paylaş