İnsanın kendi propagandası niteliğindeki yazıları doğru bulmam. Ama “insani zaaf” deyin, bu kez kendimi de bu “zaaf”tan kurtaramadığıma verin. 2001 yılının Ocak ayında Timaş Yayınları’ndan yayımlanan kitabımdan söz edeceğim.
Kitabın adı “Çıktık Açık Alınla” idi. Kapağında bir de üst başlık vardı: “28 Şubat Postmodern Darbe Geçidi’nde (1996-2000)”. İçinde dört yıla yazılmış 86 yazı var. 263 sayfa. Eğer, bugünlerde gündemin önüne çıkan ve kolay kolay inmeyeceğe benzeyen “28 Şubat Süreci”nin ne olduğu ve olmadığını tüm boyutlarıyla kavramak istiyorsanız, bu kitabı edinin. Okuyunca gayet “güncel” olduğunu görürsünüz. Kitabın editörünün “önsöz” niteliğinde yazdığı “Editör’den” başlıklı girişi 11 yıl aradan sonra okudum. Şu satırlara yer vermiş: “Elinizde tuttuğunuz bu kitap, bir ‘demokrasi belgeseli’ olarak da değer bulabilir. Kitabın ve kitapta yer alan yazıların, bunun da ötesinde taşıdığı özellikler var. Kitapta yer alan yazılar, keskin siyasi gözlem ve hiçbir siyasi çevreye tabi olmayan, bağımsız düşüncenin keskin eleştirilerini de yansıtıyor. Örneğin, 28 Şubat’a giden yolda, Refah Partisi’nin en amansız ve kapsamlı eleştirilerini bu yazılarda bulmak mümkün. Aynı şekilde, Refah’ın koalisyon ortağı da sert eleştirilerden nasibini alıyor. Çandar’ın ilginç değerlendirmelerinden biri, 1997’de Refahyol kurulurken, bunun bir ‘tuzak’ olduğuna ve Refah’ın hükümet olmasına ses çıkartmayan güç odaklarının, bunu İslam’ı gözden düşürmek ve Refah Partisi’ni siyasi denklem dışına çıkartmak amacıyla yaptıklarına ilişkin. Bu değerlendirmeden bir yıl sonra meydana gelenler, o tarihte tek örnek teşkil eden bu değerlendirmeyi doğruladı. Ne var ki, Refah’a ve ortağına yönelik ağır eleştiriler, Çandar’ın 28 Şubat’a kararlı ve kesin karşı koyuşuna engel olmadı...” “Postmodern Darbe” neydi? Nereden çıktı? Şimdi, başlığı “‘Post-modern Darbe’“ olan ve “Postmodern Darbe” nitelemesini siyasi terminolojimize sokan 28 Haziran 1997 Cumartesi (Sabah) tarihli yazıdan bir bölüm: “Nedir dünün en önemli gelişmesi? DYP’den ve Refah’tan istifalarla, TBMM aritmetiğinin Mesut Yılmaz’ın güvenoyu alabileceği biçimde değişivermesi. Süleyman Demirel, Mesut Yılmaz’a bu görevi verdiği, o da kendisine 9-10 günlük süre biçtiği vakit, ‘TBMM aritmetiğinin değişmesi ve değiştirilmesi için’ taksimetre zaten açılmıştı... ‘Gemi batarken’ gemiyi önce kim terkederse, bazı partiler öyle terkedilmeye baaşlandı. Aslında dünkü gelişme, bir yanda Türkiye’deki ‘siyasi sistemin müflis hali’ni, partilerin bir ‘fikir ve dünya görüşü organizmaları’ olmadığını, tersine ‘menfaat dağıtma şirketleri’ni andıran özelliklerini yansıtıyor. ‘Kabile reisi’ni andıran genel başkanların etrafında kenetlenenler, genellikle ‘menfaat dağıtımı’ndan nemalanmak üzere orada bulunuyorlar. Ve, ‘kabile reisi’, ya da genel başkanın, bu ‘menfaati artık dağıtamayacak’ duruma geldiğini hissettikleri anda, onun etrafında bulunma gereği de kalmıyor. Son günlerin siyasi gelişmeleri, milletvekillerine bunu anlatmayayönelikti. Dünkü gelişme, diğer yandan, Türkiye’de gerçekleşen ‘post-modern darbe’nin daha da sağlamlaştığına işaret ediyor. ‘Post-modern darbe’ tanımlamasını, dün, Genelkurmay’da düzenlenen bir üst rütbeli yetkilinin yaptığını öğrendik. Gerçekten böyle bir tanımlamanın yapılıp yapılmadığını bilmiyorum; ama tanımın kendisi doğru. Türkiye’de gerçekten de bir ‘post-modern darbe’ gerçekleştirildi. Söz konusu ‘post-modern darbe’, yılbaşında hazırlanmaya koyuldu. 28 Şubat’ta yürürlüğe. ‘Post-modern’ özelliği, bir sabah marşlarla uyandığımız ‘klasik darbe’ türünden farklı olduğunu anlatıyor zaten... Sürece yayılarak, devletin her organına ve kamu alanının her köşesine zaman içinde hükmetmeye yönelen bir tür bu...” İki hafta kadar sonra, 15 Temmuz 1997 tarihli “Yeni Süreç” başlıklı yazının giriş bölümü: “Eğer bir ülkede ‘post-modern darbe’ ile hükümet değişikliği sağlanmışsa, ‘darbeciler’ bir tercih kullanmış demektirler. ‘Demokrasinin balans ayarı’nı tanklarla yaparsanız ve bunun yol açtığı olaylar süreci, seçim yapılmadan, Meclis içi transferlerle bir hükümet değişikliği getirirse, bunun adı ‘post-modern darbe’ olur... Bilinen ve alışılagelen ‘darbe’ örneklerinden farklı olması...” 28 Şubat, “format farkı” ne olursa olsun, bir darbe idi. Askeri darbe. “Siviller”in daha önceki örneklerde görülmediği kadar seferber edildiği, sorumluluk üstlendikleri bir darbe türü; ama bir “askeri darbe”. Taha Özhan, 15 yıl sonra, dünkü Sabah’ta “28 Şubat: Bir yerli kolonyalizm girişimi” başlıklı çarpıcı yazısında şu dikkate değer değerlendirmeyi yaptı: “28 Şubat, ruhunu primitif batılılaşma sürecinden, adaletini tek parti yönetiminden, vesayetini 27 Mayıs’tan, zulmünü ise 12 Eylül’den alan kendi kendine kolonyalizm sürecidir. Bu yönüyle, 28 Şubat, Osmanlı sonrası bu topraklarda kurulan düzenin Batı’ya sunabileceği bütün hizmetlerin rafine bir hülasasıydı. Devleti rehin alarak, çılgın bir proje, ihanet içinde bu son hizmette sunulmuş oldu. Orduda yaşanan cadı avıyla, 27 Mayıs 1960 darbesini, toplumsal kesimlerde yaşanan mağduriyetle, 12 Eylül 1980 darbesini, genel anlamda halkın her kesiminde oluşan mağduriyetle yeniden 1940’ların Tek Parti dönemini 1990’lara sıkıştırılarak yaşatılmış oldu.” 28 Şubat soruşturması Unutmayalım ki, o darbenin hedeflerinden biri olan düşürülmüş hükümetin önde gelen bir bakanı, bugün Türkiye’nin Cumhurbaşkanı. O darbe, İstanbul’un seçilmiş belediye başkanının görevden alıp, bir de sudan sebeple hapse attı. O kişi bugün Türkiye’nin Başbakanı. “Askeri vesayet rejimi”nin geriletilmesiyle “28 Şubat Darbe Dosyası”nın 15 yıl sonra açılmasında ve soruşturma başlatılmasında, bu bakımdan, şaşılacak bir şey yok. Hazırlık aşamasında bulunan 28 Şubat soruşturmasının, “aralarında medya patronu, genel yayın yönetmeni, köşe yazarları, eski milletvekilleri ile askeri ve sivil bürokratlardan oluşan 86 ismi” kapsadığıhaberleri yayılıyor. 28 Şubat soruşturmasını, bir tür “rövanşizm”e ve tam da 28 Şubat usülü “cadı avı”na dönüştürmemek gerekiyor. “Darbe”deki “rol dağılımı” ve “sorumluluk hiyerarşisi”ni doğru saptamak, elmayla armutu birbirine karıştırmamak gerekiyor. “Özel yetkililer”de yakın geçmişte yürütülen bazı soruşturmalarda yapılan hatalardan, özellikle, 28 Şubat soruşturması için ders alınmalı. Öyle görünüyor ki, 28 Şubat soruşturması, Ergenekon dahil, yakın geçmişin tüm soruşturmalarının en önemlisi olacak. Hata kaldırmaz.