Paylaş
Bu rakam, CHP’nin konuyu Anayasa Mahkemesi’nin önüne götürmesinin yolunu tıkayacak, Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanı seçilebilmesinin önünü açacaktı. 361 bulundu. Abdullah Gül, 357 aldı. Gece yarısı “sanal darbe” oldu. Demokratik işleyiş yolları tıkandı.
Bir hafta önce 367 bulunacak mı sorusuyla gözlerimizi çevirdiğimiz TBMM, dün, bir hafta geçmeden 458 sayısı ile 22 Temmuz’da seçim kararı aldı. Türkiye’nin ne kadar olağan dışı ve ne kadar hızlı ve baş döndürücü gelişmelerden geçtiğine, bundan daha çarpıcı bir örnek olamaz.
Bu seçim herhangi bir seçim, herhangi bir “yetki yenilenmesi” ve “siyasi güçler dengesi dağılımını ölçme aracı” olmaktan, içinde yaşadığımız, “post-27 Nisan” sebepleri ile çıkmıştır. Bu seçim, demokrasinin tekrar rayına oturtulması için bir halk oylaması niteliğindedir ve gerek seçimin kendisi ve gerekse olabilirse, Cumhurbaşkanı’nın halk oyuyla seçilmesi konuları “demokrasi ölçüleri”nin bizzat kendisi haline bürünmüştür.
Çünkü, bir “askeri darbe” geçirmiş durumdayız.
*** *** ***
Bu noktaya niçin geldik diye, mevcut hükümetin hatalarının dökümünü yapmanın bu noktada anlamı da yoktur. Bu hükümetin sayılamayacak kadar hatası var. En başta, dört buçuk yıllık iktidarı döneminde, “laiklik” konusunda kaygılı olan büyük insan kitlesinin bu kaygılarını ortadan kaldıracağını pekiştirmesi ve yüz binlerce insanı görülmemiş bir seferberlikle meydanlara dökmesi olgusu karşısında şapkasını önüne koyup düşünmesi ve bundan dersler çıkartması, bundan sonraki “söylemi” ve “eylemi”ni buna göre ayarlaması elbette gerekir ve gerekiyor.
Ancak, hiçbir gerekçe, “askeri darbe”yi, eğer bu ülke bir demokrasi olma iddiasında ise haklı çıkartamaz. Perihan Mağden’in dünkü Radikal’deki şu satırları bu konuda ibret vericidir:
“Her darbenin kendince haklı gerekçeleri olabilir. Olayları darbeye, muhtıraya götüren süreçte elbette hükümetlerin de hataları vardır. 27 Mayıs'ta da, 12 Mart'ta da, 12 Eylül'de de, 28 Şubat'ta da.
Ama hiçbir gerekçe bir darbeyi haklı çıkarmaz.
Bir ülkede askerler muhtıra verdiğinde, kanaat önderleri, siyasetçiler, akademisyenler, gazeteciler hükümetin muhtıraya gelen süreçteki hatalarından dem vuramazlar.
Siyasi analistçilik oynamazlar.
Muhtıraya karşı çıkarlar.
Çünkü bir muhtıra varsa, siyaset bitmiştir...
Demokrasi sınavı devam ediyor, hâlâ bu ders geçilebilir. Tüm sivil demokratik güçleri siyasi çekincelerini bir tarafa bırakarak muhtıraya karşı demokratik süreci desteklemeye davet ediyoruz.”
Söz konusu “demokratik süreç”, seçimlere doğru “darbe atmosferinden çıkış”, “darbe yandaşlığının halk oyuyla cezalandırılması” süreci haline sokulmak zorundadır ki, Türkiye, tekrar “demokrasi rayları” üzerine oturtabilsin.
22 Temmuz, herhangi bir seçim olmayacak.
*** *** ***
22 Temmuz’a giderken, Türkiye, kendi “kimliği”ni seçecek. Bu kimliğin, “demokrasi ile laiklik”in bir arada yaşayabileceğini, hatta “ikiz kardeşler” olduğunu ortaya koyamazsa, “askeri vesayet altında demokrasi oyunu” oynamaya devam ederiz. Yakın gelecekte, ne siyasi istikrar kalır, ne de ekonomik istikrar.
19. yüzyıl sonlarında, İngiltere’de Gladstone hükümeti ile birlikte, Türkiye karşıtı bir İngiliz politikasının izlenmeye başlandığı günden bugüne Türkiye yanlısı olarak bilinen“Daily Telegraph” gazetesi, dün, “Bırakın Türkler Karar Versin” başlıklı başyazısında şöyle diyor:
“Erdoğan ve Gül, modern Türkiye’nin kurucusu Kemal Atatürk tarafından konulmuş laiklik ilkelerine sadık kalacaklarını ilan ettiler ve son dört yılda bu çizgiden ayrıldıklarını söyleyebileceğimiz pek bir icraatları olmadı. Buna rağmen, Gül’ün Cumhurbaşkanı olması ihtimali, AKP’nin Atatürk’ün mirasını yok etmeyi amaçladığını iddia eden bir milyondan fazla insanı sokağa döktü.
Bu meseleleri çözmenin en iyi yolu, gösteriler ya da bir askeri darbe değil,seçim sandığıdır...”
Cumhurbaşkanı’nın nasıl seçileceğini de, artık gelinen bu noktada “halka” sormak gerekli. Zira, 12 Eylül askeri darbesi ürünü 1982 Anayasası’nın ürettiği hukuk, iflas etmiştir ve tabutuna son çiviyi, “Cumhurbaşkanı’nın parlamento tarafından seçilmesini adeta imkansızlaştıran içtihadı” ile Anayasa Mahkemesi vurmuştur.
Financial Times başyazısı ise, Türkiye’de ortaya çıkan durumun, özünün, “Türkiye’nin kendisini çağdaş bir Avrupalı ulus görüp görmemesi ile ilgili olduğu”na işaret ederek, meselenin Türkiye’nin kurucu ilkelerinden olan laiklik ile demokratik uygulamaları ve artan ölçüde görünür Müslüman kimliğini uzlaştırıp uzlaştıramayacağında yattığına değiniyor. Ve, şu satırlara yer veriyor:
“Batı’da birbirini mükemmel biçimde tamamlayan iki kavram, demokrasi ve laiklik, Türkiye’de artarak birbirleriyle zıt duruyorlar ve mevcut kriz, bu çatışmanın en ciddi göstergesidir.”
Yani, 22 Temmuz’da bizler, Türkiye, “demokrasi ile laiklik”in bir arada mümkün olup olamayacağına, yani “Avrupalı çağdaş bir ulus” olup olamayacağımıza karar vereceğiz.
Şunu unutmayalım: Demokratik olmadan laik olan ülkeler var ve vardı. Örneğin, Irak’taki Saddam rejimi böyleydi.
O yüzden, önce demokrasi. Her şeyden önce demokrasi. Her şeyden önce, halkın oyu.
22 Temmuz’un anlamı budur.
Paylaş