Paylaş
Türkiye, 'cumhuriyet’in kuruluşundan beri 'ruhunu arayan' bir ülke. İmparatorluktan 'ulus-devlet' yapısına geçişin; sadece 'Milli Mücadele'nin kazanılması ve Lozan Antlaşması temelinde 'genç cumhuriyet'in kurulması ile üstesinden gelinebilir bir sorun olmadığı ortaya çıktı.
Yeni devletin kurulmasına nezaret eden ve daha sonra Kemal Atatürk adıyla tarihe geçecek olan genç Osmanlı generalinin 'siyasi dehası' ve 'büyüklüğü' bile tek başına yeterli değildi.
Dahası, dünya, bir dünya savaşından diğerine yol alırken ülkenin uluslararası çalkantılar arasından 'tek parti' rejimi ve 'Milli Şef' altında geçerek sağlamış olduğu 'iç bütünlük'ün bile yetmeyeceği, ilerde anlaşıldı.
Türkiye, gerek (Soğuk Savaş sonrası) uluslararası alanda gerekse ve özellikle bölgesinde –Karadeniz-Ortadoğu aksında- tarihi ve yine çalkantılı bir geçiş ve yenilenme döneminden geçerken etrafına baktığı kadar kendi tarihinden de dersler alması gereken bir ülke.
Dönem, ister istemez, düşünmesini bilen ya da düşünmeye gayret eden zihinleri zorluyor. Bu bağlamda, Oya Baydar, T24’te üç uzun yazı yazdı. '2. Cumhuriyet’e doğru III: Hâlâ umut var mı? Nerede?' başlıklı sonuncusunda ilk ikisinde olduğu gibi önemli hususlara parmak basıyor.
AKP’nin sığlıkları ve onunla birlikte düzeysizlikleri ve saldırganlıkları her gün daha belirgin hale gelen propagandistlerinin (yani trol'lerinin) 'Yeni Türkiye' diye nokta koydukları, bugünkü durumu, o, doğru bir şekilde 'sancılı değişim dönemi' olarak değerlendiriyor; yani, 'virgül' olarak görüyor.
Oya Baydar, 'sancılı değişim dönemi'ni şu satırlarla ifade ediyor:
"90 yıllık cumhuriyet rejimi de toplumsal değişim dalgalarının itkisiyle değişti, değişiyor. Ne var ki üç Türkiye, (kabaca: Kemalist -Batılı-laik kesim; Müslüman muhafazakâr kesim; Kürtler) rejimin nitel bir değişim sürecine girdiği şu dönemde çoğulcu, zenginleştirici bir ortaklaşma, birleşme yerine, ayrışma ve çatışmaya sürükleniyor. Değişim sancılarını yurttaşlar olarak, bireyler olarak hepimiz bir ölçüde içimizde duyuyoruz. Sancıyı dindirecek, en azından hafifletecek ilaca ise ulaşamıyoruz.
Değişimin bu kadar sancılı olmasının nedeni, 'cumhuriyet’in kurucu ideolojisinin ve siyasetinin yekpare topraklar üzerinde, sıkı merkezi bir yönetimle yekpare bir Türk milleti yaratma hedefi. Bu hedefe varmak ve sürekli kılmak için vesayetin, otoriter devletçiliğin, militarizmin, sağ ve sol (ulusalcılık) milliyetçiliğin kaçınılmaz olduğu ortada. Ancak, 21. yüzyılın dünyası ve Türkiyesi’nde bu ideolojik hat ve siyaset artık sökmüyor, değişim dalgaları seti yıkıp geçiyor.
Bugün siyaset sahnesinde boy gösteren siyasal güçlerden/partilerden ve fikriyattan sadece ikisi: AKP ve BDP, I. Cumhuriyet rejiminin ve ideolojisinin dışından geliyorlar. Üç Türkiye’nin, 2000’lere varana kadar bastırılmış, ötekileştirilmiş, siyaset ve de tarih sahnesine çıkmalarına izin verilmemiş iki kesiminin: Kürt halkının ve Müslüman muhafazakâr kesimin siyasal sözcülüğünü yapıyorlar. Biri oyla, diğeri önce silahlı mücadele ile varlığını ortaya koydu…
Eski rejimin güçlerinin ideolojik ezberlerinden ve siyasetlerinden, öte yandan sahneye yeni çıkanların (özellikle AKP’yi kastediyorum) Türkiye’yi dramatik biçimde ayrıştıran vahşi hâkimiyet stratejileri ve zihniyetinden kurtulmanın hiç de sihirli olmayan, tarihte çağlar boyunca denenmiş sınanmış yöntemleri var."
Yazısının son bölümünde sözünü ettiği bu 'sınanmış yöntemler'i sıraladığı vakit, ortaya çıkan 'demokrasi'nin 'olmazsa olmaz' nitelikte 'temel ilkeleri' ile karşılaşıyoruz.
Ancak, zaten, 'eski rejim'in yerini almaya çabalayan 'Yeni Türkiye' dedikleri, aslında AKP’nin iktidar tekelinin tahkiminden öte bir derinliği olmayan durum, tıpkı 'eski rejim' gibi bir 'demokrasi açığı'nı ifade ediyor. 'Sancı' zaten bu yüzden devam ediyor.
Kemal Atatürk’ün bile Türkiye’nin 'ruhunu araması'na yeterli cevap olamadığı bunca yıl sonra ortaya çıktığına göre, daha iktidarının 12. yılında imajı toparlanması adeta imkânsız bir sarsıntı geçirmiş olan Tayyip Erdoğan ile Türkiye’nin 'ruhunu bulduğu'na inanılmasını istiyor AKP’nin sığ propagandistleri.
Kemalist 'tekçi'liğin yerinin başka bir 'tekçi'likle, Müslüman Kardeşler formatına kadar daraltılmış bir 'Milli Görüş İslamcılığı' ile ikame edilmesini kabul etmemizi arzuluyorlar. Hitabeti kuvvetli adamın 'Tek millet, tek devlet, tek bayrak' haykırışlarıyla 21. yüzyıl Türkiyesi'ne 'tek adam' yönetimi yerleştirmeye çalışmasına alkış tutmamızı bekliyorlar.
İktidara sırtını yaslamışların rahatlığı ve pervasızlığıyla ülkede kabartılan ve köpürtülen 'otorite ve güç tapınmalı muhafazakâr güven kabarması ânı'nı 'zamana yayılan halk ihtilali' diyecek kadar kantarın topuzunu kaçıranlara, Ahmet İnsel önceki günkü Radikal yazısında 'ihtilalin sadece solun tahayyül tekeline ve eylem repertuvarına ait' bir kavram olmadığını, 'Faşizmin ve Nazizmin bir devrimci sağ hareketin toplumsal destekle iktidar olması' olduğunu ünlü faşizm tarihçilerine gönderme yaparak hatırlatmıştı.
Uzunca bir zamandır, Türkiye’de İttihatçı genleri kuvvetli kurucu cumhuriyet ideolojisinin 'yekpareci' ruhu korunarak, 'yeni elit'in ideolojik referanslarına ve terminolojisine uygun ama 'otokrat devletçi yapı'nın devamına doğru gidişe dikkat çekmekle meşgulüz. Bundan önce, 'vesayetçi yapı'ya ne adına, niçin karşı çıktıysak, 'vesayetçi yapı'yı 'vasileri'ni değiştirerek sürdürme eğilimlerine de o nedenle ve aynı şekilde karşı çıkıyoruz.
Türkiye’nin stratejik hedefi olarak ilan edilmiş olan Avrupa Birliği, 'demokrasiler birliği' ve 'hukuk devletleri birliği' ile eşanlamlıdır. Bu bakımdan, Avrupa Birliği’nin çok farklı ülkeler, uluslar ve partilere mensup etkili ve yetkili isimlerinin, Türkiye’deki gelişmeleri nasıl değerlendirdikleri elbette çok önemlidir.
Her vesilede onların değerlendirmelerini bu köşeye taşımaya devam edeceğim. 'Demokrasi ilkeleri'nin tuttuğu ayna, bazı yüzleri karartıyor ise de bunu yapmayı sürdüreceğim. O ayna bazı yüzleri kızartmıyorsa da sürdüreceğim.
Kahire’nin meydanlarında 'ruh' aramak yerine Türkiye’nin 'ruhu'nu Türkiye’de aramaya da devam edeceğiz. 'Yeni Türkiye'nin ışıklarının gerçekten yakılabileceği Taksim Meydanı’nda. Gezi’de.
Türkiye’nin hem kendi içinde yapabileceği ve hem de dünya ile 'yeni sözleşmesi'nin ipuçlarını bulabileceğimiz yerlerde.
Çoğulcu, özgür, demokratik, kutuplaşmayan, kutuplaştırılamayacak bir Türkiye’nin 'ruhunu aramaya' devam edeceğiz.
Paylaş