Paylaş
Charles Hill’in Politico dergisinde yılın son günlerinde yazdığı “Siyasi İslam Niçin Kazanıyor?” başlıklı makalesinin son cümlesiydi; “Halâ zamanı geçmekte olan bir paradigma içindeyiz ama bunun farkında değil ya da önemsemiyor gibiyiz.”
2014 sonunun benim açımdan bu çok isabetli “bitiş cümlesi” dünkü yani 2014’teki son yazımda altını çizdiğim, “Siyasi İslam’ın sonunun başlangıcı” ile ilgiliydi. 2014’ün Türkiye bakımından ilerde tarihçilerin kaydedeceği en temel ve en önemli yönü buydu.
“Geçmekte olan paradigmanın farkında olmamak” hali de buydu. AKP iktidarının ve onun üzerinde Tayyip Erdoğan’ın en yükseldiği ve güçlü gözüktüğü zaman dilimi idi 2014. Türkiye’deki iktidarın tam da bu şekildeki profile, aslında “zamanı geçmekte olan paradigma” olduğunu örtüyor ve “gücü”ne dair aldatıcı bir algı uyandırıyordu.
Charles Hill’in “Siyasi İslam” olarak kastettiği İslam Devleti yani IŞİD. O nedenle de yazısının başlığını “Siyasi İslam Niçin Kazanıyor?” diye koymuş.
O, “Siyasi İslam” olarak özellikle IŞİD’in temsil ettiği olguyu kastediyor. Birçokları gibi, 2014’ün “yükselen yeni aktörü”nü, Irak ve Suriye topraklarında kendisine bir iktidar alanı yaratan ve Birinci Dünya Savaşı sonrası uluslararası sistemi temellerinden sarsan IŞİD olarak görüyor.
Konuya yaklaşımı bu tespiti ifade etmenin ötesine geçiyor, çok daha derin. Uluslararası sistem analizi yapıyor ve IŞİD’in yani onun deyimiyle “Siyasi İslam”ın yükselişi ile “modern uluslararası sistem”in darmadağın olması arasında bir irtibat kuruyor.
“Siyasi İslam ile demokrasinin birarada yaşamasının imkânsızlığı” ya da “Siyasi İslam ile demokrasi arasında uyumun mümkün olmadığı”na dair bilinen tezlere benzer biçimde, “Siyasi İslam” ile “modern dünya” arasındaki “uyumsuzluk” bağını kuruyor.
Şu soruyu ortaya atıyor: “Bugün bize kendisini empoze eden soru şudur: ‘Siyasi İslam, modern dünyada nerede uygulanmaya çalışılmış ise başarısızlığa uğraması nasıl ve niçin olmuştur? Modernite ile arasında temel bir uyumsuzluk mu var?”
Ve devam ediyor:
“Bu soruya benzer bir soru Soğuk Savaş boyunca Marksist Komünizm’e ilişkin olarak da sorulmuştu ve en çok verilen cevap şu olurdu: ‘Zira henüz denenmedi.’ Aynı cevap, ‘Siyasi İslam’ ya da İslamcılık için de geçerli olabilir ama ardından şu soruyu beraberinde getirir: Siyasi İslam nedir? Bu sorunun cevabı kesinlikle, 2014 ortasında ortaya çıkan ‘İslam Devleti’dir (Irak ve Şam İslam Devleti yani IŞİD) Siyasi İslam’dır. John Kerry, buradan yola çıkarak, ‘Modern dünyada barbarlığa hiçbir şekilde yer yok’ demişti. Bu ise, bizi şu soruya yöneltir: ‘Modernite nedir?’”
Charles Hill, bu birbiri ardına mantıklı ilmeklerle ördüğü sorulara dönemimizin dinamiklerini daha iyi kavramaya imkân verecek olan ve geleceği sezebilmek açısından ipuçları sunan şu soruyu ekliyor ve tartışıyor:
“Bunların hepsi, bizi, tümünün en dramatik sorusuna vardırıyor: Siyasi İslam modernite ile uyumsuz olabilir, ama eğer günümüz dünyasında ,ya Siyasi İslam başarılı oluyor ve modernite başarısızlığa uğruyor ise?”
Hemen ardından şu hükmü dikkate getiriyor: “”Siyasi İslam’ın modernite ile uyum ilişkisine dair temel sorunun cevabı, Siyasi İslam’ın modernite ile sadece uyumsuz olması değil, bunun da ötesinde ve aynı zamanda ona karşı olması, onu yok etmek ve onun her bakımdan yerini almak istemesidir.”
Bu akıl yürütme, üzerinde durulmaya değer, sağlam argümanlar ile mantıkî bir güzergâhtan ilerleyerek, “modern uluslararası sistemin darmadağın olmaya başladığını” ve bunun sonucunda “anti-demokratik güçlerin kazanmakta olduğu” sonucuna ulaşıyor.
Herhalde “Siyasi İslam” ile “anti-demokratik güçler” arasında bir “eş anlamlılık” bulunduğu anlaşılıyordur.
Charles Hill’in, “modern uluslararası sistem”in “anti-tez’i” olarak kendiliğinden tanımladığı “Siyasal İslam”ın yani “anti-demokratik güçler”in kazanmasını, üstü kapalı biçimde Obama Amerika’sının uluslararası sistemde gereğince önderlik rolünü yerine getirmemesine bağlıyor.
Bu ayrı bir tartışma konusu. Pek tartışma götürmeyecek olan husus, “anti-demokratik güçler”in Soğuk Savaş’ın hemen sonrası ile karşılaştırıldığında son yıllarda ve özellikle 2014’te kazançlar sağladığı.
Otokratik Putin’in Batı’nın arkaladığı Ukrayna’ya müdahale edecek cesareti kendinde bumuş olması ve en önemlisi “Mezopotamya ve Levant”ın “jeopolitik yüreğinde” yani Irak ve Suriye toprakları üzerinde “İslam Devleti” ilân edilebilmiş olması yani IŞİD’in sahneye çıkması, tartışmasız tarihi olgular.
Ne var ki, pek de acele hükümlere ve buradan kaynaklanacak genellemelere gitmek gerekmiyor. 2014’ün 2015’e devrettiği en belirgin ipuçlarından biri, 2015’te IŞİD’in ve “paralel” ya da benzer anti-demokratik yapıların kendilerine 2014’teki kadar serbest bir hareket alanı bulamayacaklarının ortaya çıkması.
2015’te çok ama çok muhtemeldir ki, IŞİD’in Türkiye’nin yanıbaşındaki hükümranlık alanı genişlemeyecek , daha daralacak.
Bütün bunlar ile Türkiye’nin ne ilişkisi olabilir sorusu akla gelebilir? IŞİD, “Siyasi İslam”ı ve “anti-demokratik güç”ü temsil ediyor ise, parlamenter demokrasinin yürürlükte bulunduğu bir ülkede sürekli seçim kazanan AKP’yi “Siyasi İslam” ilişkilendirmenin ve “anti-demokratik güç” olarak nitelemenin bir anlamı olabilir mi?
IŞİD ile AKP elbette ki aynı şey değiller. Hatta, bırakın IŞİD ile AKP’yi, IŞİD ile an-Nusra –ki, an-Nusra IŞİD tarafından kurdurulmuş yani içinden çıkmış sayılan bir örgüt- bile aynı şey değiller.
Ne var ki, aynı olmasalar da, “Siyasi İslam türevi” olmak bakımından “hısım-akraba kuruluşlar.” İktidar gelme aracı olarak tasarladıkları yollar ve yöntemler ve yönetim tarzı anlayışı bakımından farkları, IŞİD ve Selefi ideolojik kökenden gelen benzeri şiddet kullanan yapılar ile Müslüman Kardeşler arasında çok önemli bir farka işaret ediyor kuşkusuz.
Ancak, bütün bu farklar, Müslüman Kardeşler’i, “ideolojik” bakımdan ve tarihsel arka planı ile düşünüldüğünde, “Siyasi İslam”dan bağışık kılar mı?
Müslüman Kardeşler, bir “Siyasi İslam” türevi ise, onun şu dönemde bölgedeki “siyasi merkezi” konumuna gelmiş olan AKP’yi hangi “ideolojik tanımlama” ile değerlendireceğiz?
“Yeni Türkiye” kavramı ardında, AKP, “Türkiye’nin Siyasi İslamcı” iktidarı olarak hem “Türkiye modernitesi”nin yerini almaya çalışıyor, hem de “modern uluslararası sistem”de üyesi olduğu tüm Batılı kuruluşlarda bir “ayrık otu” haline gelmiş durumda.
“Siyasal İslam” gerçekten kazanırsa, “modern uluslararası sistem” dağılır ve yenilirse, AKP’nin “Yeni Türkiye’si” 2015’te gerçekten güçlenir ve kökleşir.
Aksi halde?
Aksi halde, 2015, 2014’ün hızlanarak devamı olacak demektir. Unutmayalım; 2014, Türkiye’de “Siyasal İslam’ın sonun başlangıcı”na işaret etmişti.
IŞİD’in Ortadoğu’da gerilemesi ve mevzi kaybetmesiyle, AKP’nin Türkiye’de benzer bir sürece adım atması arasında bir “korrelasyon” olacak.
Yani, 2015’te “Siyasi İslam”ın “istikbali” pek parlak gözükmüyor.
Paylaş