PaylaÅŸ
Yeni yıla Beyrut'ta girmek demek, ertesi gün yani 1 Ocak günü "Filistin Devrimi'nin yıldönümü kutlamaları"nı merkezinde izlemek demekti. 1 Ocak 1965, Fetih'in Filistin topraklarında İsrail'e yönelik ilk silahlı eyleminin tarihi idi ve Filistin'in kurtuluşu mücadelesinin başlangıcı kabul edilirdi. Filistin Kurtuluş Örgütü ve lideri Yasir Arafat, Beyrut'ta bulunduğu için, yıldönümü kutlamaları, Beyrut'un Müslüman kesiminde Filistin Kurtuluş Örgütü bürolarının bulunduğu bir semtin ana caddesinde geçit töreni ve Arafat'ın konuşmasıyla gerçekleştirilirdi. Filistinliler için bayram günüydü.
1979'u 1980'a bağlayan yılbaşında aralarında Altan Öymen'in de bulunduğu bir Türk parlamenterler heyeti ile birlikteydim. 1 Ocak gecesi, Yasir Arafat bizi kabul etmişti. O günlerde Filistinliler "kurtuluş"a ne kadar uzak ise, Türkiye'nin ilgisi de Filistin davasına o kadar uzak gibiydi.
2008'i 2009'a bağlayan yılbaşı dünyanın ve bölgenin ne kadar değiştiğinin bir belgesi gibi. İsrail, 1967'de işgal ettiği topraklardan Gazze'yi terkedeli üç yıl oldu. Gazze'de Müslüman Kardeşler'in Filistinli kolu olan Hamas iktidarda. İsrail, Gazze'ye 1967'den bu yana görülmemiş şiddette bir operasyon yürütüyor. Türkiye'nin başbakanı, İsrail'e alışılmadık şiddette tepki gösteriyor ve yılbaşını Suriye, Ürdün, Mısır ve Suudi Arabistan'da diplomatik trafikte geçiriyor. Türkiye'nin her yana İsrail'e karşı protesto gösterileriyle sallanıyor.
Türkiye kamuoyu İsrail'e Arap ülkelerinden daha duyarlı. Hatta saldırı altındaki Gazze dışında kalan Filistin parçaları bile Türkiye ölçüsünde açık tepki veremiyor...
***Â Â Â Â Â Â Â Â***Â Â Â Â Â Â Â Â Â Â Â Â***
Soğuk Savaş'ın bitiminden bu yana ve özellikle Oslo Barış Süreci'nden bu yana durum öyle değişti ki, Filistin siyasi önderliği ülkesine geri döndü. Filistin halkının "ulusal simgesi", Filistin kavramını tarih sahnesine oturtan Yasir Arafat, artık ülkesinin toprağında. Filistin Yönetimi'nin başkenti olarak kabul edilen ve bir bağımsız Filistin devletinin vazgeçilmez başkenti Kudüs'e sadece yirmi dakika uzaklıktaki Ramallah'ta ebedi uykusunda.
Evet, bir bağımsız Filistin devleti yok ama Filistin topraklarında bir Filistin Yönetimi var. O yönetimin başında da Arafat'ın ölümünden sonra Filistin Yönetimi Başkanı ve aynı zamanda Fetih lideri sıfatını taşıyan Mahmut Abbas (Abu Mazen).
Abu Mazen'in hükmü Batı Şeria'ya geçiyor. Ama Batı Şeria'da ve Kudüs'ün Arap kesiminde 1967'den beri süren İsrail işgali kalkmış değil. Buna karşılık, İsrail yine 1967'de işgal ettiği Filistin toprağı Gazze'yi boşalttı. Yani, kağıt üstünde Filistin halkı açısından avantajlı bir durum söz konusu. Ancak, orada Abu Mazen başkanlığındaki Filistin Yönetimi yok. Gazze'de Hamas iktidarda ve Gazze, Hamas'ın İsrail'le sürdürdüğü amansız bir çatışma nedeniyle yeni yıla kan banyosu içinde giriyor.
Yaman bir paradoks.
1990'lı yılların ortasından beri eski İngiliz mandası altındaki Filistin topraklarında yani "denizden nehire" (Akdeniz'den Şeria ya da Ürdün nehrine) kalan alanda "iki-devlet çözümü" ilke olarak kabul edildi. Bir Yahudi devleti -ki, İsrail zaten o- ve İsrail'in 1967'de işgal ettiği topraklarda yani "tarihi Filistin" topraklarının sadece yüzde 22'sinde bir bağımsız Filistin devleti.
Ne var ki, coğrafi olarak devamlılığı olmayan Batı Şeria ve Gazze'de fiilen iki Filistin yönetimi mevcut. Fetih ve Hamas. Ve, Gazze'deki son gelişmelerden sonra, "iki-devlet çözümü" hiçbir zaman olmadığı kadar uzak bir hülya gibi görünüyor.
"İki-devlet" çözümü, bir başka deyimle, bir "bağımsız Filistin devleti"; 1) İsrail'in uzlaşmazlığı, 2) En az onun kadar önemli ve geçerli bir neden olan Filistinliler arası bölünme nedeniyle, gerçekleşmesi neredeyse imkansız bir hedef haline dönüşüyor.
Filistin halkı, siyasi önderliğinin yurt dışında yaşadığı dönemdeki gibi yeni yıla "yıldönümü kutlamaları" ile değil, büyük bir eza, acı, umutsuzluk ve hayal kırıklıkları içinde giriyor.
***Â Â Â Â Â Â Â Â Â***Â Â Â Â Â Â Â Â***
"Denizden nehire" tek ve demokratik devlet ise İsrail'in sonu demek. Ortadoğu siyaset labirentlerinde, Irak'ın çoğunluk Şii nüfusu, Lübnan'daki Hizbullah ve Filistin'deki Hamas üzerinden ve onların aracılığıyla kol gezen İran'ın İsrail'i yok etme söylemi, Yahudi devletinde çok ciddiye alınıyor. Öyle bir söyleme sahip olan İran'ın bir de nükleer silahlara sahip olma amacı gütmesi, İsrail için "varoluşsal bir tehdit" olarak algılanıyor. İsrail için bundan daha da ön planda bir "tehdit" söz konusu.
İsrail'i titreten asıl "silah", demografi adındaki bomba. İsrail'in içinde 1948'den arta kalan Arap-Filistinli bir azınlık yaşıyor. İsrail vatandaşları. Nüfus artış oranları itibarıyla 2040-2050 yılında, İsrail'in kendi vatandaşı olan Filistinli-Arap nüfusu Yahudi nüfusunu geçecek.
Demografik açıdan daha da çarpıcı olgu, şu an itibarıyla bakıldığında İsrail'in Filistinli-Arap vatandaşları ile Gazze'de ve işgal altındaki Batı Şeria ile Kudüs'te yaşayan Filistinlilerin toplamı, 5 ya da en fazla 10 yıl içinde "deniz ile nehir arasındaki" Yahudi nüfusunu geçecek.
İçerdeki bu "demografik saatli bomba"ya ek olarak yukarıda, kuzeyindeki Lübnan'da Tel Aviv'e kadar menzili uzanan 40 bin füzelik cephaneliğe sahip Hizbullah baskısı, ayrıca hasım bir Suriye, güneyinde nereye savrulacağı belli olmayan bir Mısır, doğusunda nüfusunun üçte ikisinden fazlası Filistinli bir Ürdün, ve daha doğusunda kendisini yok etmeye ahd etmiş görünen ve nüfuzu artan bir İran'ın hedefi olduğunu hisseden bir İsrail düşünün.
Böyle bir İsrail, "varoluş mücadelesi" verdiği düşüncesinde. Bu "varoluş mücadelesi"ne "Medeniyetler Çatışması"nın içerdiği anlamdaki "Arapları aşağılayan" reflekslerini ekleyin, Gazze'deki kan banyosunun "şifreleri"ni çözebilirsiniz.
Peki, Filistin sorunu ve Ortadoğu sorunu bu tabloya bakarak nasıl çözülecek?
Bunun şu anda bilebildiğimiz tek cevabı, 2009'da kolay kolay çözülemeyeceği.
Gönlümüz akıl almaz bir çile çeken Filistin halkında, 2008'in kapanışından daha iyi bir yıl olmasını dileyerek 2009'a giriyoruz...
PaylaÅŸ