Paylaş
“Nerede o eski bayramlar!..” diye başladı büyüklerimiz söze. “Herşeyin bir yolu yöntemi, yapılış şekli vardı!” diye devam ettiler. Kurban Bayramı, İslam dininin en kutsal günlerinin yaşandığı bir zaman. Oysa ki yaşananlar bu kutsal günleri rendice edici görüntülere sahne oluyor.
Sokakta danalar, peşinden koşan eli tabancalı insanlar, trafiği altüst eden bir kovalamaca.. Trafik polisi bile seferber olmuş... Polis de danadan korkuyor, ama ne yapsın; bir taraftan da hızla akan trafikte oluşabilecek problemi önlemek zorunda.
Üstüste kesilen hayvanlar ve kan gölüne dönen sokaklar, dere ağızları ve tarlalar...
Bilançoya bakınca hayret ediyorsun. 3 bin kasap yaralı...
Kurban mı kestik, savaş mı yaptık bellli değil..
Bayramın ilk günü ellerini öpmeye gittiğim annem ve teyzem anlatıyor dedemin kurban kesmesini... Namazını kılıp, duasını yaptıktan sonra kurbanın gözünü bağlamasını... Bir hayvanın diğer bir kurbanı görmediği şekilde kesilen kuzuları. Ve tabii dağıtımını...
Arkasından büyüklerin, akrabaların ziyaret edilmesini.. Küçük harçlıkları ve giyilen yeni bayramlıkları..
Şimdi Kurban Bayramı demek neredeyse bir tatil fırsatı. Dinibütün gençlik yetiştirmek üzere yola çıkan iktidarlar bile bayramı tatile çevirmek için fırsat biliyor. Hatta bir iki gün uzatıp haftasonu ile bağlayarak sözde turizm sektörüne yardımcı oluyorlar.
İşte böyle bir koşuşturma ile geçiyor artık Kurban Bayramları.
Yurtta Sulh Cihanda Sulh
29 Ekim 1923’de Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşları, Türkiye Devleti’nin yönetim şeklinin “Cumhuriyet” olduğunu açıkladı. 89’uncu yılını kutladığımız Cumhuriyet; bize Atamızın armağanı.
Kaldı ki Cumhuriyet’in ilan edildiği 1923 yılını gözönüne alırsak; dünyada Cumhuriyet ile yönetilen ülke sayısı bir elin parmakları kadar azdı. Bırakın gelişmekte olan ülkeleri, Avrupa ülkelerinin bir çoğuna krallıklar, diktatörlükler hakimdi. İşte böyle bir dönemde Mustafa Kemal; Türk Milleti’nin en çağdaş yönetim şekline layık olduğunu düşünerek Cumhuriyeti ilan etti. Yönetimde yaptığı devrimi takip eden yıllarda sosyal, ekonomik ve kültürel alanda yaptığı yenilikler ve devrimleri ile ülkenin daha çağdaş daha ileri olma yolunda temellerini attı. Halka birey olma özgürlüğü tanındı. Ve Türk Halkı’nın önüne en büyük hedefini koydu: “Yurtta Sulh, Cihanda Sulh”
Cumhuriyet kutlamaları maalesef aradan geçen yıllar itibariyle oldukça zayıfladı. Halkın kutladığı değil, devletin resmi törenlerle kutladığı bir bayram şekline dönüştü. Oysa ki Cumhuriyet’in kuruluşunu takip eden yıllarda yetişen büyüklerimiz; bunun önemini ve halk tarafından kutlanması gerektiğini sık sık dile getiriyordu. ‘Cumhuriyet Coşkusu’nu yaşıyorlardı. Yeni nesiller ile bu coşku tam anlamıyla yaşanamaz hale geldi.
Son yıllarda ülkemizde ve coğrafyamızda gelişen olaylar, değişen dengeler Cumhuriyet’imize sahip çıkmamız gerektiğini ve ne kadar önemli olduğunu bize bir daha hatırlattı. Bu sahiplenmenin sonucunda ortaya çıkan tabloda maalesef 29 Ekim 2012, Pazartesi günü yaşadığımız üzücü olayları getirdi.
Halk ile devlet güçleri ilk defa Cumhuriyet Bayramı kutlamalarında karşı karşıya kaldı. Hep birlikte kutlanması gereken bu büyük gün; maalesef karşıt taraflar olarak kutlanmaya kadar gitti. Demokratikleşme adına çıkarılan kanunları yorumlama farkı; ortaya çatışmaya kadar uzanacak süreçleri doğurdu.
Bu yaşananlardan bir ders alınarak bundan sonraki süreçteki kutlamaların halk ile daha fazla bütünleşmiş; ‘Cumhuriyet’ kavramının genç kuşaklara tam anlamıyla anlatılabildiği bir yapı içinde yapılmasını diliyorum. Sadece Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün koyduğu hedef; “Yurtta Sulh, Cihanda Sulh” felsefesinin hepimize ışık olması dileğiyle...
Paylaş