Paylaş
Aslında Türkiye ve Suriye Kürtlerinin Washington’da kurumsal olarak boy göstermeye başladığı konferansların ilki Ekim 2013’te bizzat Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) tarafından organize edilmişti.
İkincisi ise 2014 yılında, arada BDP’den doğan Halkların Demokratik Partisi (HDP) tarafından düzenlendi. Amerika’daki 2013 ve 2014 Kürt konferanslarına yaklaşık iki yıldır Edirne F Tipi Cezaevi’nde tutukluğu devam eden Selahattin Demirtaş partisinin eş başkanı sıfatıyla katılmıştı.
İlk iki yılın diğer ağır topu ise şimdilerde Türkiye’nin kırmızı bültenle aradığı PYD’nin eski eş başkanı Salih Müslim’di.
Türkiye’de barış sürecinin tökezlemeye başladığı, Suriye’de ise PYD’nin önerdiği seküler modelin batı açısından bölgedeki cihatçı akımların panzehri olarak görülmeye başladığı bir döneme giriliyordu. Selahattin Demirtaş da, Salih Müslim de Washington dahil pek çok batı başkentinde ‘yükselen değer’ olarak muamele görüyordu. Dahası 2014’teki konferans tam da DEAŞ’ın Kobani kuşatmasının devam ettiği günlere denk geldiği için farklı bir anlam kazanmıştı.
2013’te ‘Yeni Ortadoğu’da Kürtlerin Rolü’ gibi genel geçer bir başlıkla sunulan Kürt konferansı için 2014’te seçilen cüretkar başlık zamanın ruhunu özetleyecekti; ‘Ortadoğu’da Kürdistan’ın Yeni Realitesi: Riskler, Beklentiler, Fırsatlar’.
KPRC kurulduktan sonra Washington’da 2016’da Nisan sonunda yapılan ilk konferans öncekilere göre daha yüksek katılımlı oldu. Artık Türkiye’de PKK ile yoğun çatışmaların yaşandığı ve HDP’li vekillerin dokunulmazlarının kaldırılmasının gündemde olduğu bir dönemdi. PKK ideolojisi altında Suriye’de savaşan YPG ise tam bu dönemde ABD’nin sahadaki bir numaralı askeri ortağı olarak konumunu iyice pekiştirmeye başlıyordu. Washington’da 2016 Kürt konferansının yapıldığı tarihten sadece bir buçuk ay sonra YPG komutasındaki Suriye Demokratik Güçleri (SDG) ABD desteğiyle Menbiç’e girecekti.
Zamanın ruhu Kürtlerden yana esmeye devam ediyordu, ama önemli bir nüansla...
Kürtlerin geleceği batı başkentlerinde artık barış süreci döneminde olduğu gibi Türkiye bağlamında tartışılmıyordu. Sadece bir iki yıl içinde ‘Kürtler’ eksenli tartışma neredeyse tamamen Suriye zeminine kaymıştı. Artık PYD/YPG ile ABD arasındaki organik ilişkinin de saklanacak bir yanı kalmamıştı. Nitekim KPRC tarafından 2017 Mayıs’ında Washington’da düzenlenen ikinci Kürt konferansının başlığı ‘Ortadoğu Yeniden Şekillenirken ABD-Kürt İşbirliği’ olacaktı.
Washington PYD/YPG çizgisindeki Kürtlerle askeri işbirliğini bugüne kadar Ankara’ya karşı hep ‘geçici, taktik ve al vere dayalı’ diye savunmaya çalıştı. O taktik askeri ilişki çok açık ki DEAŞ tamamen bitirildikten sonra bir süre de İran’ın Suriye’deki faaliyetleri gerekçe gösterilerek devam ettirilecek.
Kilit soru ise şu; Washington PYD/YPG çizgisindeki Kürtlerle olan ilişkisini yeni Suriye’nin geleceğine yönelik siyasi süreçlere taşıyacak mı?
Amerikan siyaset yapıcıların kafalarındaki ideal senaryo Kürtlerin Suriye’nin kuzeydoğusunda Rojava olarak tanımladıkları bölgedeki özerk yapıyı korumalarını öngörüyor. Ancak Washington zaten halihazırda Ankara ile gerginlik sebebi olan Rojava’nın siyasi geleceği için daha bugünden bir kavgaya girmek istemiyor. Tam da bu yüzden ABD, BM Suriye Özel Temsilcisi Staffan de Mistura tarafından Cenevre’de oluşturulmaya çalışılan ‘anayasa komitesi’ için listeye PYD çizgisinden isimlerin konulması için çok fazla ısrarcı olmadı.
Amerikan tarafı Cenevre sürecini henüz ayağa kaldırmaya çalıştıkları bu aşamada Kürtlerin temsilini koşul olarak direttikleri takdirde Ankara’nın baştan kaybedileceğini biliyor. Türkiye ile bu tür bir restleşmenin Cenevre sürecini sabote etmek için zaten fırsat kollayan Moskova’ya beklediği fırsatı verebileceğinden endişe ettikleri için Amerikalılar siyasi komitelere Kürt yerleştirme işini ileriki döneme ötelediler.
Kürtlerin Cenevre’de temsili meselesi doğal olarak Washington’daki 2018 Kürt konferansının da manşetiydi.
Konferansa Rakka’dan Skype ile bağlanan SDG’nin siyasi kanadı Suriye Demokratik Konseyi’nin (SDK) üst düzey yöneticilerinden İlham Ahmed, başta Amerika olmak üzere DEAŞ’a karşı koalisyondaki ortaklarına sitem etti. Uluslararası toplumdan Kürtlerin masada yer alması için Türkiye’ye daha kuvvetli baskı uygulamasını istediklerini anlattı. ‘Bu olmazsa Suriye bölünür. Suriye’nin yüzde 35’i şu an bizim kontrolümüzde. Ekonomik ve doğal kaynakların önemli bölümünü de biz kontrol ediyoruz’ dedi.
Kendisine bu sözlerinin Suriye’deki yeni siyasi sürece müdahil edilmedikleri takdirde bağımsızlık arayışına girecekleri anlamına gelip gelmediğini sordum. ‘Biz devlet inşası projesinin doğru yol olduğuna inanmıyoruz. Suriye için gündemimizde olan tüm halkların birlikte yaşadığı bir model’ şeklinde son derece diplomatik bir yanıt verdi İlham Ahmed. Ancak işlerin bu yönde ilerlememesi durumunda kendi yollarına gitmekten çekinmeyeceklerini de gizlemedi.
O yolun Suriye’nin geleceğinde söz söyleyecek hangi güç odağı ya da odaklarıyla kesişeceği kuşkusuz Türkiye açısından önümüzdeki dönemin en önemli konusu olacak. Bu arada Ankara’nın Türkiye Kürtleriyle yeni bir barış süreci egzersizine ikna edilip edilemeyeceği çok sessiz ve derinden de olsa bazı çevrelerde tartışılmaya başlandı bile. Trump yönetimi içinde şu an Ankara’yı barışa teşvik edecek bir irade olmasa da önümüzdeki yıllarda rüzgar nereden eser bugünden söylemek zor.
Paylaş