Paylaş
ABD Kongresi, Türkiye’nin proje ortağı olduğu F-35 savaş uçaklarının teslimatının engellenmesi için devreye girmiş ve belli ölçüde sonuç almıştı.
Senato ve Temsilciler Meclisi ortak çabayla F-35’lerin kaderine ilişkin tartışmayı Başkan Trump’ın Ağustos ayında imzaladığı ‘Ulusal Savunma Yetkilendirme Yasası’na (NDAA) - yani 2019 yılına ait savunma bütçesine- sokmayı başarmıştı. Şimdi o krizin ikinci perdesine doğru yol almaya başladık.
NDAA 2019 metni henüz tasarı halindeyken Senato’dan geçen ilk versiyonda Ankara ile Moskova arasında anlaşması 2017’de yapılan Rus yapımı S-400 füzelerinin Türkiye’ye yerleştirilmesi halinde Türkiye’nin F-35 programından çıkartılacağına dair net bir ifade vardı. O süreçte Savunma Bakanı Mattis devreye girdi ve kongre üyelerini nispeten daha yumuşak bir tona ikna etmeyi başardı.
Bu arada ilk iki F-35 uçağı 21 Haziran’da Fort Worth Teksas’taki Lockheed Martin tesislerinde Türk tarafına törenle teslim edilerek Ankara’ya kritik 24 Haziran seçimi arifesinde görüntüyü kurtaracak bir fotoğraf imkanı sağlandı.
Türk pilotların F-35’leri kullanabilmesi için almaları gereken eğitim süresi, uçakların Türkiye’ye gönderilmesinin ötelenmesi açısından son derece kullanışlı ve meşru bir gerekçeye dönüşmüştü. Pilotların F-35 eğitiminin tamamlanacağı Kasım 2019’a kadar uçaklar zaten Türkiye’ye doğru havalanamayacaktı.
Bunlar olurken Mattis, bugüne kadar programa 1.25 milyar dolar yatırım yapan Türkiye’nin F-35 programından çıkartılmasının Amerika’ya büyük maliyet yükleyeceğini savunuyordu. Brunson, ABD konsolosluk personeli ve diğer Amerikan vatandaşlarının tutukluluğu nedeniyle Ankara’yı bir an önce cezalandırmak isteyen Kongre’ye Mattis ısrarla ‘bize zaman verin, baskı diplomasisi işe yarayacak’ mesajı verdi.
Kongre de Mattis’e ‘O halde bütçe yasasının yürürlüğe girmesinden sonraki 90 gün içinde bize Türk hükümetinin S-400’leri alma potansiyeline ilişkin kapsamlı bir rapor hazırla’ dedi.
Trump yönetiminin nasıl bir strateji izlediğinin anlaşılması açısından şu nokta kritik. Malum Ankara’daki yetkili ağızlardan bugüne kadar onlarca kere Moskova ile imzalanan S-400 anlaşmasının artık geri döndürülemez bir aşamada olduğu ve bataryaların 2019’da teslim alınacağı açıklaması geldi. Buna rağmen konuştuğum bütün Amerikalı yetkililer –sivil ya da asker- hala Ankara’nın o anlaşmayı dondurmaya ikna edilebileceğine inanıyor. 2013-2015 yılları arasında sürdürdükleri sistematik baskı diplomasisiyle zor da olsa Ankara’yı Çin’in HQ-9 füzelerinden vazgeçirmiş olduklarını hatırlatıyorlar.
Mattis’in yaklaşık iki hafta önce nihayet Kongre’ye sunduğu F-35 raporu işte tam da bu ruhla hazırlandı. Bir yandan ‘NATO’nun güneydoğu kanadında benzersiz jeostratejik konuma sahip’ gibi şık laflarla Türkiye’nin ruhu okşandı, bir yandan da ülkemizin liberal demokrasi yolundan saptığı ve Rusya-İran eksenine yakınlaştığına vurgu yapıldı.
Beklenildiği üzere Pentagon’un F-35 raporu, S-400 alımının nihayetlendirilmesi durumunda Ankara’nın F-35 uçaklarındaki alım ve endüstriyel haklarını riske atabileceğine işaret ediyor. Dahası bu durumda Türkiye’nin NATO ile ortak çalışabilirliğinin azalabileceği ve Ankara’nın Rusya'ya artan bağımlılığından kaynaklanan zafiyetlerin ortaya çıkabileceği belirtiliyor.
Bu tespitlerde sürpriz yok.
ABD tarafının bu yılın başından beri kamuoyuna yaptığı S-400 açıklamalarını dikkatle takip edenler için rapordaki F-35 argümanı tekrar niteliğinde.
Öte yandan Kongre, Mattis’ten sadece F-35’lerin değil Türkiye’nin halihazırda kullandığı diğer Amerikan askeri ekipmanının da operasyonel olarak S-400 alımından etkilenip etkilenmeyeceğine dair bir değerlendirme talep etmişti. Pentagon raporunun gizli ibaresi kaldırılarak 26 Kasım’da kamuoyuna açıklanan iki sayfalık özetinde Türkiye’nin S-400’leri almasının Patriot’lar, CH-47 Chinook helikopterleri, Sikorsky helikopterleri, AH-64 Attack helikopterleri ve F-16’ları etkileyebileceği açıkça ifade edildi.
F-16’lar Pentagon’un ‘ABD-Türkiye İlişkilerinin Durumu’ başlıklı o raporundaki değerlendirmenin Türkiye açısından belki de en can alıcı yanı. Çünkü aciliyet arz eden bir konu. Hem PKK ile mücadelede hem de Suriye’de dönük operasyonlarda F-16’ların merkezi rol oynadığı malum.
Açık verilerden derleyebildiğim kadarıyla Türkiye 1988’den bu yana ABD’den 210 adet F-16C ve 60 adet F-16D olmak üzere toplam 270 F-16 satın aldı. Türkiye’nin bugünkü F-16 filosunda ise 240 uçak var. Zira Türkiye 30 yıl içinde yaklaşık 30 adet F-16 kaybetti. F-16 kazalarının çoğuna metal yorgunluğu gerekçe gösterildi. Dolayısıyla da eldeki F-16’ların modernizasyonu şu aşamada Türkiye’nin savunması açısından hayati önemde.
Milli savaş uçağı projesi TF-X’in hazırlığının 2030’ları bulacağı ve F-35’lerin Türkiye’ye gidişinin belirsizliğe girdiği şu ortamda F-16’ların modernizasyonun da riske girmesi ihtimali bildiğim kadarıyla bir süredir Ankara’nın kabus senaryoları arasında.
Trump yönetimi elbette bugüne kadar yaptığı gibi Kongre’nin Türkiye konusundaki olası radikal adımlarını dengelemeye çalışacaktır. Nitekim S-400’lerin Türkiye’ye gelmesi durumunda ‘Amerika'nın Hasımlarına Yaptırımla Karşılık Vermesi’ (CAATSA) yasasının işletilip işletilmeyeceğine Kongre değil ABD Dışişleri karar verecek. Dışişleri elbette Trump’tan gelecek talimatla hareket etmek durumunda kalacaktır. Ancak Trump bu süreçlerde Kongre’yi by-pass edemeyebilir.
Kongre’nin Trump yönetimi üzerinde nasıl baskı kurabileceğini anlamak açısından bu haftaki Kaşıkçı ve Yemen tartışması önemliydi. Mattis ve Pompeo’nun aksi yönde görüş bildirdiği brifingin hemen ardından Cumhuriyetçilerin çoğunlukta olduğu Senato, ABD’nin Yemen’de Suudi Arabistan’a verdiği askeri desteğin kesilmesine yönelik tartışmanın açılmasını onay verdi.
Muhtemelen 2019 baharında tavan yapacak F-35/S-400 krizinin finaline hazırlanırken Ankara her zamanki gibi Trump’a odaklanıp Kongre’yi boş bırakmamalı.
Paylaş