Paylaş
Beyaz Saray adet olduğu üzere görüşmeden birkaç saat sonra telefon görüşmesinde ABD Başkanı Trump’ın verdiği mesajları kamuoyuna duyuran iki paragraflık bir yazılı açıklama yaptı. Alışık olduğumuz açıklamalardan daha detaylı ve uzun metinde ilk göze çarpan Trump’ın Menbiç’i kastederek açıkça ‘Türk ve Amerikan askerleri arasında bir çatışma riskini önlemenizi bekliyorum’ uyarısı yapmış olmasıydı. Bu kaygı zaten Zeytin Dalı operasyonu başladığından beri Washington’ın Ankara ile mesaisinde öncelikli gündem maddesi. Dolayısıyla Trump’ın bunu dile getirmesinin şaşırtıcı bir yanı olmasa da başkan düzeyinde kayda geçirilmiş olması ABD’nin Türkiye’nin Menbiç’e müdahalesini retorik bir tehditten ziyade gerçek bir risk olarak gördüğünü net bir biçimde ortaya koydu.
Sürpriz olan ise Beyaz Saray açıklamasındaki ‘Trump Türkiye’den gelen yıkıcı ve yanlış söylemlerin yanı sıra ABD vatandaşları ve yerel personelinin uzatılan olağanüstü hal altında tutuklu olmasının neden olduğu kaygıları dile getirdi’ ifadesiydi. Washington’da ABD Kongresi başta olmak üzere pek çok devlet kurumunda Türkiye’ye hakikaten de bu mercek üzerinden bakılıyor ancak Türk hükümetini hedef alan bu tür sert ifadeleri Trump’ın kendi ağzından duymaya hiç alışık değiliz.
Nitekim Ankara Trump’ın telefon görüşmesi sırasında bu ifadeleri aslında hiç kullanmadığını savundu. Cumhurbaşkanlığı kaynakları, Beyaz Saray açıklamasında yer alan Afrin’de tırmanan şiddetten kaygı, olağanüstü hal ve İran kaynaklı terör gibi hususların Trump’ın ağzından kesinlikle çıkmadığını söylediler.
Trump’ın açıklamada kendisine atfedilen ifadelerin bazılarını kesinlikle kullanmadığına inanmak güç değil. Kendisiyle aynı odada bulunmuş ve resmi görüşmelere katılmış pek çok farklı ülkeden yetkiliden dinlediğim ortak tespit Trump’ın kelime hazinesinin son derece dar ve ilgi süresinin son derece kısa olduğu. Sıcak bir ilişki kurduğu liderler arasında yer alan Fransız Cumhurbaşkanı Macron ile geçen sonbaharda New York’taki görüşmesinde ‘Emmanuel, gerisini arkadaşlar halletsin işte. Benim gidip Birleşmiş Milletler konuşmam üzerinde çalışmam lazım’ diyerek apar topar toplantı salonundan çıkıp gidebilmiş olan bir Amerikan başkanından söz ediyoruz.
Dolayısıyla da Trump’ın Erdoğan ile yaptığı telefon görüşmesi öncesinde önüne konulan konuşma notlarındaki mesajları tam olarak veremediğini düşünen devlet bürokrasisinin devreye girip o yazılı açıklamayla kendilerince açığı kapatmaya çalışmış olmaları akla uzak bir senaryo değil.
Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu Beyaz Saray’dan yapılan açıklamanın konuşmadan önce kaleme alındığını söyledi.
Washington’daki kaynaklarım genelde bu açıklamaların Dışişleri ve Beyaz Saray koordinasyonunda önceden hazırlandığını doğruluyor. Yani bu yeni ya da son görüşmeye özgü bir durum değil. Trump yönetiminin gelmesiyle birlikte değişen şey ise görüşmelerden sonra yapılacak açıklamalar üzerinde muhatap ülkenin makamlarıyla önceden mutabakata varma geleneği. Trump yönetimi pek çok diplomatik teamül gibi bunu da çöpe atmış durumda.
Ancak ne Beyaz Saray’daki Trump dönemine özgü kaosun, ne kurumlar arasında Trump döneminde zirveye çıkan eşgüdüm eksikliğinin ne de Trump’ın kişiliğinin büyük resmi değiştirmediği gerçeğiyle yüzleşmek durumundayız.
Türkiye ile ABD arasındaki müttefiklik ilişkisinin taşıyıcı kolunu olan askeri ve güvenlik işbirliği ciddi bir çıkmazda. Menbiç’te YPG’liler Amerikan silahlarını kuşanmış Türk ordusuna karşı tetikte bekliyor. ABD Dışişleri Sözcüsü ‘Türkiye DEAŞ’ı bıraktı PKK’nın peşine düştü’ gibi bir eleştiriyi kameraların önünde eveleyip gevelemeden söyleyebiliyor.
Türkler ‘bu müttefiklik ilişkisine sığar mı’ diye söze başlayınca Amerikalılar cümleyi ‘NATO’nun bir numaralı düşmanı Rusya’dan S-400’leri satın almak müttefiklik ilişkisine sığar mı’ diye tamamlıyor. Türkiye ‘Ama PKK meselesi benim için varoluşsal tehdit’ dedikçe bu kez ABD ‘Rusya da NATO için varoluşsal bir tehdit’ diye diretiyor.
İkili planda hiçbir konuda anlaşamama hali devam ederken Washington’da Türkiye’nin NATO’dan çıkmasının/çıkartılmasının doğru olup olmayacağına dönük tartışmanın ateşine yine odun atılmaya başlandı. Yalnız bu kez ‘NATO Türkiye’yi kaybetti artık uğraşmayalım’ diyenlerin sesi daha gür çıkmaya başladı.
ABD Kongresi’ndeki yaygın kanaat şu; Türkiye artık rasyonel bir aktör ve güvenilir bir ortak olmaktan çıktı. Türkiye’nin terör örgütü PKK karşısındaki meşru güvenlik kaygılarını hatırlatmak için kendini ortaya atabilecek kongre üyelerinin sayısı bugün bir elin parmaklarını geçmiyor. ABD’nin DEAŞ karşıtı kampanyayı YPG’lilerin insan gücüne endeksli biçimde devam etmesinin uzun vadede bölgede neden olacağı kaosu ise kimse konuşmak istemiyor.
Türkiye açısından gelişen bu olumsuz tabloya rağmen ABD’nin güvenlik bürokrasisi Ankara’yla iplerin tamamen kopmasını engelleyecek bir formül bulmaya çalışıyor. ABD Dışişleri Bakanı Tillerson’ın ortada lafını dolandırdıktan sonra Ankara’dan ilgi görmeyince ‘resmen teklif etmedik’ dediği güvenlik bölge formülü bu arayışın tezahürü. Türkiye, terör örgütü PKK’nın uzantısı YPG/PYD’ye verilen silahlar toplanmadan bu tür bir öneriyi konuşmanın bir anlamı olmadığı cevabını vermiş olsa da hem Pentagon hem de ABD Dışişleri hâlâ bunun geliştirilebilecek bir formül olduğunu savunuyor.
Bu arayışlar sürerken belki de en iyisi gözümüzü Başkan Trump’a dikmekten vazgeçmek. Her kritik eşikte hemen ‘Trump’la görüşme olur mu acaba’ diye sormadan önce Trump’la bugüne kadar yapılan görüşmelerin anlamlı sonuçlar getirip getirmediğine bir bakmak lazım.
Bugüne kadar Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Trump arasında toplam yedi telefon görüşmesi, iki de yüz yüze görüşme gerçekleşti. İlk iki telefonda Erdoğan Trump’ı önce seçildiği sonra da başkanlık koltuğuna oturduğu için tebrik etti. Üçüncü telefonda ise bu kez Trump Erdoğan’ı 16 Nisan başkanlık referandumundaki başarısını kutlamak için aradı. Bu nezaket telefonları dışındaki telefon görüşmelerinin hepsine ayrı bir kriz damgasını vurdu.
30 Haziran 2017 tarihli telefon görüşmesinin krizi Katar’dı. 9 Eylül 2017 tarihli telefon görüşmesinin krizi Erdoğan’ın korumalarına yönelik yakalama kararıydı. 24 Kasım 2017 görüşmesinin krizi YPG’ye ağır silah gönderilmeye devam edilmesiydi. Başkan Trump görüşmelerde Erdoğan’a verdiği sözlerden neredeyse hiçbirini yerine getirmedi. Bu durumu Obama dönemi kalıntısı bürokratların etkisiyle açıklamaya çalışmak yerine Türkiye’nin bugün artık Amerikan devletiyle bir dizi derin yapısal karşıtlık içinde olduğunu teslim etmeden yarını konuşmak imkansız.
Paylaş