Paylaş
Hafta boyunca aynı yemek ve toplantı salonlarında vakit geçiren liderler, sınırları ve süresi belli resmi toplantı formatını aşıp filtresiz ve samimi sohbetlerde buluşma fırsatı yakalar. İşte tam da bu yüzden, New York’ta resmi randevuları olmasa da, Cumhurbaşkanı Erdoğan ile ABD Başkanı Donald Trump’ın BM çalışmaları sırasında son aylarda aralarında cereyan eden gerilimi aşacak bir diyalog içine girip girmeyecekleri merak ediliyordu.
Olmadı.
Genel kurula hitapları Trump’ın programa geç kalması nedeniyle arka arkaya denk gelince iki lider karşılaştı ve el sıkıştılar. Ancak bu karşılaşmaya selamlaşmanın ötesinde bir anlam yüklenemeyeceğini Cumhurbaşkanı Erdoğan bizzat kendisi de açıkladı. Aynı günkü öğle yemeğinde ise yanında Mısır Devlet Başkanı Sisi oturduğu için sohbet için yanına gitmeyi aklından dahi geçirmediğini de ekledi.
Türk kamuoyunda biraz da yanlış iletişim stratejisi nedeniyle gereksiz bir biçimde gündemde tutulan ‘görüşürlerse rahip krizi çözülür’ beklentisi geldiğimiz nokta itibarıyla tamamen boşa düşmüş durumda.
Edindiğim bilgilere göre Ankara her şeye rağmen, Erdoğan’ın New York ziyareti öncesinde iki lider arasında bir görüşme olup olamayacağı konusunda zemin yokladı ve olumsuz yanıt aldı.
Gayri resmi bir sohbetin dahi gerçekleşmemiş olması da sadece denk gelmemelerinden kaynaklanmıyor. Amerikan tarafı son haftalardaki diplomatik temaslarda Ankara’ya defaatle şu mesajı verdi: ‘Eğer Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan koşulsuz şartsız Türkiye’de tutuklu Amerikalı Pastör Andrew Brunson’ın serbest kalacağı müjdesini vermeyecekse konuşmalarının bir anlamı yok.’ Türk tarafı böyle bir taahhütte bulunmadığı gibi meselenin geçen Temmuz ayındaki gibi Mehmet Hakan Atilla’ın iadesi ile Halkbank’a yönelik olası cezadan vazgeçilmesini de kapsayacak şekilde müzakere edilmesi gerektiği yönündeki tavrını korudu.
Erdoğan’ın New York ziyaretinde önce hava yine böyle bulutluyken ziyaretten bir gün önce ABD’nin etkili gazetelerinden Wall Street Journal’da (WSJ) çıkan bir haber kafaları karıştırdı. Türk heyetinin New York’a gelmesinden bir gün önce yayınlanan haberde Andrew Brunson’ın 12 Ekim’deki duruşmada serbest kalabileceğini öne sürülüyordu. Bir ABD’li yetkili gazeteye şunu söylemişti: ‘Ekim ayındaki duruşma öncesinde en iyi strateji biraz sakin olmak.’
Bizler haberin aslı astarı olup olmadığını anlamaya çalışırken WSJ’a konuşan yetkilinin işaret ettiği ‘sessiz kalarak meseleyi bir süre kamuoyu gündeminden düşürme’ stratejisiyle taban tabana çelişen bir açıklama yüksek bir yerden geldi. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın BM mesaisine henüz başladığı saatlerde Pompeo da, Brunson’ın önümüzdeki ay içinde bırakılabileceğini söylüyordu. Bunu söylerken bir vurgusu daha vardı ki Türk tarafında kaşların kalkmasına neden oldu. ‘Bu hafta bazı görüşmeler olabilir ama biz zaten onlara söyleyeceğimizi söyledik’ diyordu. Yani Pompeo, herhangi bir pazarlığa kapalı olduklarını üst perdeden hem de kamuoyu önünde ilan ediyordu.
WSJ haberi ve Pompeo’nun açıklamaları üst üste gelince şehre yeni gelmiş olan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın heyetinde nabız yoklamaya çalıştım. Hakikaten de Brunson’ın 12 Ekim’de serbest bırakılması yönünde bir hazırlık mı vardı?
Bakanından, danışmanına, büyükelçisine istisnasız herkes ‘bizim bildiğimiz bir şey yok’ diyordu. Üst düzey isimlerle yaptığım ‘off the record’ sohbetlerden edindiğim izlenim şu oldu; Türk heyeti ABD tarafının ‘Brunson bırakılacak’ haberleri yaymasının Türkiye üzerinde baskıyı arttırma taktiğinin bir parçası olduğuna inanıyordu.
İşin özeti Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kısa New York ziyareti, iki taraf arasında Brunson meselesinde var olan uçurumu aşacak herhangi bir gelişmeye sahne olmadı. Trump ile Erdoğan zaten görüşmedi de son haftalarda İdlib krizi nedeniyle defalarca telefonda konuşan Pompeo ile Çavuşoğlu dahi New York’ta yüz yüze bir ikili görüşme yapmadı.
Trump yönetimi, Andrew Brunson ile Mehmet Hakan Atilla’nın takası anlamına gelecek eş zamanlı bir formüle kesinlikle kapıyı kapatmış durumda. ‘Brunson’ı bırakın, sizin taleplerinizi sonra değerlendiririz’ havasındalar. Ve bu yeni değil. ABD tarafı, Temmuz ayındaki pazarlıkların Brunson’ın ev hapsine gönderilmesiyle birlikte çökmesinin ardından ABD bu pozisyondan milim geri adım atmadı.
Türk tarafının ‘küstah’ bulduğu bu tavır devam ederken bir de üzerine Trump’ın BM toplantılarını izleyen dünya basının önünde Suriye’deki Kürtlerden övgüyle bahsetmesi eklendi. Trump, Kürt meslektaşlarımın Irak ve Suriye’de DEAŞ sonrası dönemde Kürtlerin durumunun ne olacağına yönelik sorularına verdiği yanıtlarla dolaylı olarak PKK’nın Suriye kolu YPG’ye desteğinin süreceğini ilan etmiş oldu. Dahası şunu da ekledi; ‘Bizim için öldüler. Orası onların toprağı.’
Trump’ın basın toplantısı biterken yaklaşık 15 blok ötede Türkiye-ABD İş Konseyi (TAİK) ve Cumhurbaşkanlığı Yatırım Ofisi tarafından görkemli Gotham Hall’da düzenlenen yatırım konferansı başlamak üzereydi. Ve kapıda çoğu Amerikalı olan YPG sempatizanlarının protestosu vardı. New York polisi, ABD’deki Türk misyonunun protestocuların sokağın karşı tarafına alınması yönündeki talebini dikkate almamıştı. Neyse ki Erdoğan salona arka kapıdan alındı ve Mayıs 2017’de Washington’daki Sheridan Meydanı’nda yaşanan türden bir gerilim engellendi.
Bütün bu yaşananlardan sonra Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Türk ve Amerikalı iş insanlarına hitap ettiği New York’taki son konuşmasında tonu hayli sertti. Erdoğan, ‘Mevcut yönetimdeki kimi çevreler görüş ayrılıklarımızı tehdit, baskı ve şantaj diliyle çözebileceklerini zannediyorlar’ dedi. ABD Dışişleri Bakanı Pompeo’ya yanıt niteliğinde sözlerdi.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın çevresinden edindiğim izlenim, Washington yönetiminin kamuoyu üzerinden ültimatom havasında açıklamalar yapmaya devam ettiği bir ortamda Brunson’ın 12 Ekim’deki duruşmada serbest kalmasının zor olduğu. Hatta iktidar çevrelerinde Pastör Brunson’ın yeniden cezaevine gönderilmesi gibi radikal yaklaşımları savunanlar olduğu kulağıma gelenler arasında.
Ankara önümüzdeki iki hafta içinde şapkadan tavşan çıkartmayı başaramazsa yeni yaptırımlar kapıda.
Paylaş