Paylaş
NIETZSCHE YAŞAMINIZI NASIL DEĞİŞTİREBİLİR?
Alain de Botton’un ünlü kitabını hatırlarsınız muhakkak. ‘Proust Yaşamınızı Nasıl Değiştirebilir’ adlı kitabında de Botton, ünlü Fransız yazar Marcel Proust’un sözlerinin aslında birer kişisel yardım rehberi olarak okunabileceğini savunuyordu. Botton, “büyük felsefi fikirler ve edebiyatı gündelik yaşama uyarlama” fikrini bundan kısa süre önce kişisel bir faaliyet olmaktan çıkarmış ve bir ekip işine çevirmişti. ‘Nietzsche’den Hayat Dersleri’nin yazarı John Armstrong da bu ekibin üyelerinden birisi ve o da Nietzsche’nin sözlerinin, yaptıklarının birer kişisel yardım rehberi olarak okunabileceğini söylüyor. İşin güzel tarafı gerçekten böyle bir konu için karşımızdaki en zengin kaynaklardan birisi Nietzsche. Zira o, her sözünde “hayatı olumlama” fikrine bağlı kalmış, insanı ve insanca olanı yüceltmiştir. Tanrı’yı bile kendi kendimizin tanrısı olabilmemiz için öldürmemiz gerektiğini söyleyerek, bize doğru yolu gösteriyordu. Şimdi John Armstrong, onun bütün yazdıklarından hareketle (hatta konuyla en alakasız olduğunu sandıklarımızda bile) bize hayatı daha anlamlı ve yaşanır hale getirmenin yollarını gösteriyor. Böyle bakınca sanki bir “kişisel gelişim” kitabından söz ediyorum gibi durabilir ama endişelenmeye gerek yok, kaynağı Nietzsche olan bir şey iyidir. Kitap, Azade Aslan’ın çevirisiyle Sel Yayıncılık tarafından yayımlandı.
‘GÜNLÜK’TEN ÇOK DAHA FAZLASI
Son zamanlarda yayımlanan en önemli günlüklerden biri ‘Sinan’ın Günlüğü’. Dikkatli okurlar, her satırının altını çizmekten heder olacaklar, şimdiden söyleyeyim. Günlüğün yapısı alışılmışın dışında, çünkü Sinan Uluant’ın günlüğü olsa da, yazan anneannesi Sâmiha Ayverdi. Sanırım şimdi taşlar yerine oturuyor birçokları için. Ayverdi, torunu Sinan doğduktan kısa süre sonra her yıl için bir defter tutup, onu içinde bulunduğu çevre ile birlikte aktarmaya başlamış günlüklerde. Öyle basit, mamasını yedi, altını değiştirdik gibi şeylerden söz etmiyorum. Samiha Ayverdi, torununun davranışlarını kimi hadiselere verdiği tepkileri, zamanla gösterdiği gelişim ve değişimi ve elbette girip çıktığı ortamlardaki tavrını anlatıyor. 1953’ten başlayıp 1961’e kadar devam eden notlarda en hacimli dönem 1955 ve 1956 yıllarına ait. Yazan kişi Sâmiha Ayverdi olunca dönemin ‘cemiyet’ hayatına dair çok önemli detaylar da yer alıyor kitapta. Dönemin resim, edebiyat ve diğer sanat insanlarının, kısaca entelektüel çevresinin buluşmalarından ve elbette ‘İstanbullu bir ailenin’ İstanbul hayatından detaylar ise günlüklerin gizli hazinesi… Kubbealtı Neşriyat tarafından yayımlanan kitap o kadar çok şey söylüyor ki, altını çizmediğiniz satır kalmayacak, benden söylemesi.
SIFIR NOKTASINA DAİR HER ŞEY
Floransa’da Santa Maria del Karmine kilisesindeki Brancacci Şapeli’nde meşhur bir fresk yer alır. Ressam Tomasso Masaccio’nun yaradılışı anlattığı freskte, “Adem ve Havva’nın cennetten kovuluşu” bölümü sanat tarihi içinde oldukça ayrı bir yere sahiptir. Çünkü birçok eleştirmene göre Adem ve Havva’nın Cennet’ten kovuldukları için üzülüp, utanarak ağlamaları ilk defa bu ‘ifade’lerin resme yansımasıdır bu. Yani dolaylı yoldan Rönesans da Adem ve Havva ile başlamıştır der birçokları… Biraz aşırı yorum gibi görünse de aslında pek çok şeyi Adem ve Havva’ya bağlamak, dünyanın her yerinde asırlardan beri bir gelenek. Mineke Schipper de ‘Âdem ile Havva Her Yerde’ adlı mükemmel kitabında bu meseleyi sorguluyor. Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslam’da; yani farklı kitapları olsa da, aynı hikâyeyi anlatan dinlerdeki ‘ilk insan’ olgusunu irdeliyor. Arlet İncidüzen’in çevirdiği kitapta, Schipper bu üç dinin hüküm sürdüğü tüm coğrafyalarda anlatılan Âdem ve Havva hikâyelerine ve onlarla ilintili tüm kavramlara değiniyor. Sanattaki tezahürlerinden yaradılış mitine, cennet tasvirinden şeytana ve cennetten kovulmaya, Lilith mitosundan şeytani Havva’ya, doğan çocuklardan Habil ve Kabil’e, hatta ‘ensest’ olgusuna ve din âlimlerinin bunu nasıl izah ettiğine kadar... Âdem ve Havva denince karşımıza çıkan/çıkacak her konuyu derinlemesine ele alıyor. İnsanın sıfır noktasına dair her şeyi anlatırken önemli bir dinler tarihi incelemesi de ortaya koyuyor. Kitap Ayrıntı Yayınları tarafından yayımlandı.
BİR TÜRKÇE ŞENLİĞİ
Haldun Taner’in 100’üncü doğum yılı vesilesiyle yazarın YKY tarafından yeniden yayımlanan kitapları devam ediyor. Bu ayın öykü kitabı ise ‘On İkiye Bir Var’. İster sırayla okuyun, ister aradan rastgele bir öyküyü seçin ve devam edin her şekilde okura mutluluk veren, tam anlamıyla dil şenliği yaşatan bir kitap bu. Haldun Taner’in neden daha yaşarken Türk öykücülüğünün en büyük adlarından biri olduğunu ortaya koyan anlatışı, mizahı ve o meşhur ‘ruh tahlilleri’ ile onun alamet-i farikalarından biri. Örneğin ‘İznikli Leylek’in ilk cümlesinden itibaren okuru büyüleyen dilini söyleyebilirim. Haldun Taner’i yakından tanıyanlar (örneğin Doğan Hızlan) zaman zaman onun bir özelliğini anlatır; gün içinde saat kaç olursa olsun, saati sorduklarında doğru zamanı söylermiş… Kitaba adını veren öykü ‘On İkiye Bir Var’ işte böyle bir kahramanın hikâyesini anlatıyor, yine ustaca… Kitabın önemli özelliklerinden birisi ise 1955’te verilmeye başlanan Sait Faik Hikâye Armağanı’na değer görülen ilk kitap olması. Yani diğer taraftan ‘edebiyat tarihi’ne düşülmüş bir dipnotu bu. Daha fazla söze gerek var mı?
TARİHİN İKİ BÜYÜK ROMAN KAHRAMANI
“Bu cinayete herkesin katılması şarttı, çünkü kimse üstlenmek istememişti. Bu yüzden Brutus da kasığına bir darbe indirdi. O an Sezar’ın dönüp ona baktığı ve direnmeyi bırakarak elbisesiyle başını örttüğü ve kendini katillerinin eline bıraktığı söylenir.” Tarihin en ünlü ölüm sahnesini biyografi türünün babası sayılan Plutarkhos böyle aktarıyor ‘İskender-Sezar’ adlı kitabında. Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları Hasan Âli Yücel Klasikler Dizisi içinde yayımlanan kitapta Plutarkhos, tarihin bu iki büyük komutanı, savaşçısı, kahramanını kanlı zaferleri, muhteşem şehir kuşatmaları, tarihi zaferleriyle değil, tam olarak ‘yaşamları” ile anlatıyor. Kendisi daha söze girerken bunun sebebini şöyle açıklıyor zaten; “bizim hedefimiz tarih yazmak değil, yaşamları kaydetmek.” Plutarkhos da tam olarak bunu yapıyor, önce İskender’i sonra Sezar’ı çocukluklarından ölümlerine kadar ilmek ilmek örüyor adeta. Savaşları tarihçilere bırakarak, onların karakterlerini belirleyen diğer işaretlere dayanarak nasıl bir hayat sürdüklerini ve ‘insan’ olarak neleri başardıklarını anlatıyor. İo Çokona’nın Yunanca aslından çevirdiği kitap, gerçek ‘lider’ nasıl olunur onu gösteriyor aslında.
Paylaş