Cinsel terapi nedir?
Cinsel terapinin amacı kişilerin geçmişte karşılaştığı fiziksel ve psikolojik zorlukları aşmasına yardımcı olarak daha doyurucu bir ilişki ve cinsel yaşantıya kavuşmalarıdır.
Cinsel terapi kimler için gerekebilir?
Cinsel fonksiyon bozuklukları sık görülmektedir. Kadınların yüzde 43’ü ve erkeklerin yüzde 31’i hayatlarının bir döneminde cinsel fonksiyonlarla ilgili sorun yaşadıklarını ifade etmektedirler.
Bu fonksiyon bozuklukları aşağıdaki şekilde özetlenebilir:
- Vajinismus
- Erektil disfonksiyon (erkeklerde iktidarsızlık)
- Cinsel istek azlığı
Lütfen hiç anne olmamış olanlar bu sözlerime alınmasın. Çünkü bilinçli olarak böyle bir tercihte bulunan insanlara her zaman çok saygı duyuyorum. Hatta branşım gereği, anneliğin mutlaka planlı olması ve iyi düşünülerek karar verilmesi gerektiğine inanıyorum. İşimi çok seviyorum, yıllarım eğitimle geçti. Hatta ilk hamilelik dönemimi bile işimle ilgili eğitim için yoğun çalışmalarla ve tek başıma Tübitak bursu ile yurt dışında geçirdim. Yani hiçbir zaman hayattaki tek hedefim anne olmak değildi. Hatta işim konusunda oldukça hırslı olduğumu düşündüğüm dönemler de oldu. Ancak yine de hayatta en doğru kararımın ve hatta başarımın çocuklarımı doğurmak olduğunu düşünüyorum. Neden böyle düşünüyorum?
Annelik karşılık beklemeden sevmek demek. Hayatta karşılıksız ve tüm kalbimizle sevebileceğimiz neler var? Belki doğa sevgisi, hayvan sevgisi gibi örnekler düşünülebilir. Ama insanın kalbini bu kadar büyük bir huzurla ve coşkuyla dolduran bir sevgiyle kıyaslanamaz bana göre. Bebeklerim doğduğundaki hislerimi düşündüğüm zaman, hayatımda o zamanki tatmin duygumu, başka hiçbir duyguyla kıyaslayamıyorum. Böyle bir sevginin insana verdiği manevi gücü tarif etmek imkansız.
Öyle bir güç ki, çocuğunu emzirme döneminde bir kadın gece uyumayıp, sabah erkenden işine gidip, pompalarla süt sağıp, akşam koşarak, özlemle yavrusuna gelebiliyor. Başka kimin için böyle hissederiz?
Tabii ki her şey toz pembe değil. Kimi anneler bu dönemde kaygılarla boğuşabiliyor. ’Çocuğuma yetebilir miyim, iyi bir anne olabilecek miyim, sütüm yeter mi, ya çocuğum hastalanırsa' duyguları, bazı lohusaları depresyona kadar sürükleyebiliyor. İlk yavrum yenidoğan sarılığı olduğu zamanki hislerimi hatırlıyorum. Hekimliğimi falan tamamen unutup, aslında bunun çok basit ve geçici bir durum olduğunu bildiğim halde nasıl çaresiz hissettiğimi düşününce bunun nasıl içgüdüsel bir tepki olduğunun anlıyorum. Doğadaki tüm canlıların, yavrularını korumak için bu tür içgüdüsel tepkileri oluyor, bu doğal.
Tabii bu koruma içgüdüsünden sağlıklı bir şekilde uzaklaşabilmek önemli. Çocuklarımız büyürken, onların kanatlarının gelişip, yuvadan uçmak üzere hazırlandıkları dönem yaşadığımız hislere ne demeli? Bir yandan büyüdüklerini görmenin sevinci, bir yandan bir gün gelip o görünmez bağları sağlıklı bir şekilde koparabilmek için dengeli bir anne olabilme çabası.
Benim yavrularım ergenlik döneminde ve hala yanımdalar. Birlikte olduğumuz her gün için şükranla doluyum. Onlar bu dönemin gereği olarak, biraz uzaklaşma ve özel alana ihtiyaç duyuyorlar, biliyorum. Günün çoğu zamanı odalarına kapanmayı tercih etseler de evde olduklarını bilmek bile ne büyük mutluluk… Hele ki şu uzaktan eğitim döneminde, arkadaşlarını ve eski normal hayatlarını özlerken, o sinir olduğum cep telefonları artık mecburen gerek arkadaşlarıyla iletişimi koparmamak, gerekse dersleri takip edebilmek için vücutlarının bir uzvu haline gelmişken bile, orada olmaları güzel.
Birlikte yağmurda bir yürüyüş yapabilmek, aynı sofrada neşeyle hazırladığımız yemeği yiyebilmek, birlikte battaniyelerin altında büzüşüp patlamış mısır eşliğinde film izleyebilmek, çocuklarımın seveceği çikolatalı sufle tarifini öğrenip hazırlayabilmek, hatta bu yaşta ekmek yapmayı öğrenmek bile ne büyük lüks…
‘Daha çok kitap okuyun, kirlilerinizi kirli sepetine atın, odanızı toplayın,şu telefonları bırakın artık, dersinizi yaptınız mı’ dırdırlanmalarımı biraz azalttım çokça çabayla. Ama bunlar bile bir lüks. Hepsi için şükran doluyum. Her gece onlar uyuyunca odalarına girip nefeslerini duymak ve iyi ki doğurmuşum demek…
Amerikalı yazar ve tanatolog (tanatoloji ölümü inceleyen bir bilim dalıdır) David Kessler (www,grief.com sitesinin kurucusu), bu dönemdeki duygularımızı yas süreci ile benzerliği açısından incelemiş. Öncelikle bu duyguları yas olarak tanımlayarak bu duyguları nasıl yöneteceğimizi öğrenebiliriz.
Bunu niye yas olarak adlandırıyoruz? Dünyanın değiştiğini biliyoruz, bu sürecin geçici olduğunu da biliyoruz ancak duygularımız öyle söylemiyor. Normallik ve rutinimizin kaybı, ekonomik kriz korkusu, işimizi kaybetme korkusu, insanlarla fiziksel bağlantı kuramamak, yani pek çok önemli kayıp. Bu durum çok vurucu ve küresel olarak kollektif bir yas duygusuna sürüklüyor bizi. Havada böyle bir kolektif yas duygusuna alışkın değiliz.
Bunlara ek olarak beklentisel yas duygusu var. Bir fırtına yaklaşıyor beklentisi hakim. Gelecekle ilgili belirsizlik, ‘hayat ne zaman normale dönecek, işimi kaybeder miyim, yakınlarımı kaybeder miyim, çocuklarım ne zaman okula başlar ,onları nasıl bir gelecek bekliyor?’ gibi endişe yaratan bir çok soru aklımızda. Güvenlik duygumuz kırılıyor.
Yazar David Kessler şu anki duygudurumumuzu yas sürecinin beş aşamasına benzetmiş.
Birinci aşama inkar, yani büyük çoğunluğun ilk başta yaşadığı ‘bana bir şey olmayacak’ duygusu. Sonra kızgınlık ‘beni nasıl eve kapatır ve özgürlüğümü elimden alırsın?’ Sonra pazarlık aşaması geliyor ‘Pekala, iki hafta evde kalmaya razıyım ama sonra her şey düzelecek değil mi?’
Sonra üzüntü aşaması ‘Bunun ne zaman biteceğini bilmiyorum'. En son kabullenme geliyor; ‘Bu durum devam ediyor, nasıl ilerlemeliyim?’
İşte bu son aşama asıl gücün yattığı yer. Kabullenmeyle beraber kontrol duygumuz bir miktar geri geliyor. ’Ellerimi yıkayabilirim, insanlarla sosyal mesafemi koruyabilirim,evden çalışmayı öğrenebilirim.’
Gebelerde hastalık daha mı ağır seyreder?
Şu ana kadarki yayınlardan bildiğimiz kadarıyla, gebe kadınların bu enfeksiyona karşı ekstra bir yatkınlığı olduğuna dair veri yok. Gebelikte oluşan bazı fizyolojik ve bağışıklık sistemiyle ilgili değişiklikler,onları genel olarak viral hastalıklara karşı daha yatkın hale getirebilir.Yine genel topluma göre şiddetli hastalık , morbidite ve mortalite riski daha artmıştır.Geçmişte bu durum SARS-CoV ve MERS-CoV enfeksiyonlarında gözlenmiştir. Ancak bu virüslerin COVID-19 enfeksiyonuna göre mortalite oranlarının çok daha yüksek olduğu unutulmamalıdır.
Ayrıca İnfluenza yani basit grip enfeksiyonun da gebelerde,normal topluma göre aynı şekilde daha şiddetli geçirilebilme olasılığı vardır.
Gebe kadınların da el yıkama ve hasta kişilerle teması kesme, kalabalık ortamlardan uzak durma gibi, her yıl grip salgını dönemlerinde uyguladığımız genel önlemlere uyması yeterlidir.
COVID-19 Enfeksiyonuna yakalanan gebe kadınlarda, gebelik sonuçları olumsuz etkilenir mi?
Şu ana kadar bu konuda rapor edilmiş olumsuz gebelik sonucu bulunmamaktadır.Corona virüs ailesinde bulunan SARS-CoV ve MERS-CoV ile ilişkili olarak gebelik kayıpları geçmişte görülmektedir, ancak bu virüslerin virulanslarının (zarar verme potansiyellerinin)aynı olduğuna dair henüz bilimsel veri yoktur.Hatta mortalite oranları daha yüksek olduğu için,teorikte potansiyel riskin daha az olduğu düşünülebilir.
Gebe sağlık personelleri için COVID-19 hastalarıyla ilgilenmek riskli midir?
HSV tip 1 ve HSV tip 2 adı verilen virüsler enfeksiyona yol açabilir, ancak genital bölgede görülen sıklıkla HSV tip 2 enfeksiyonudur.HSV tip 1 ise daha çok ağız, dudaklar ve gözde enfeksiyon yapar.
ABD’de ortalama her 6 erişkinden birinde görülen bir enfeksiyondur.
Bulaşma şekli, cinsel ilişki sırasında herpes lezyonlarıyla olan cilt temasıdır. Ciltte görünen uçuk lezyonu olmasa bile kişi herpes virüsü taşıyor olabilir, dolayısıyla bulaştırma riski vardır.
Herpes virüsü bir kişiye bir kez bulaştıktan sonra vücudunda kalıcı olur. Omurilik yakınında bulunan sinir hücrelerine yerleşir ve herhangi bir uyaranla karşılaşınca tekrar sinir hücreleri yoluyla, vücuda ilk girdiği yere geri dönerek yeni lezyonlar oluşturur. Buna hastalık nüksü adı verilir ve nüks sırasında da başka kişilere herpes virüsü bulaştırmak mümkündür.
Virüs vücuda girdikten 2-10 gün sonra belirtiler başlar. Başlangıçta grip benzeri belirtiler, yani, ateş, bulantı, kas ağrısı, yorgunluk görülebilir. Herpes lezyonları genital bölge ya da kalçalarda içi sıvı dolu kesecikler şeklinde ortaya çıkabilir. Genellikle gruplar halinde görülürler ve etraflarında şişlik ve hassasiyet olabilir. İdrar değdiği zaman yanma olabilir. İlk enfeksiyon,2-4 hafta sürer. Sıvı dolu kesecikler patlayınca geride ülserler kalır. Daha sonra kabuklanıp, iz bırakmadan iyileşirler.
Enfeksiyon tekrarlayacağı zaman, virüsün vücuda ilk girdiği yerde kaşıntı, yanma, batma olur. Bel, kalça, bacak ağrısı görülebilir. Enfeksiyon nüksünde genellikle şişlik ve ateş görülmez, lezyonlar daha hızlı, 3-7 gün içinde kaybolur. Nükslerde lezyonlar daha az ağrılıdır. İlk yıl daha sık tekrar görülürken, zamanla nüksler azalır.
Belirtiler her hastada aynı olmayabilir, enfeksiyon kiminde hiç belirti vermezken, kiminde belirtiler çok şiddetli olur.
Enfeksiyon tanısı lezyonların gözle muayenesi ile konur. Eğer şüphe varsa lezyon sıvısından örnek alınarak virüs aranabilir ya da kanda virüse karşı oluşan antikorlara bakılabilir.
Genellikle gebeliğin erken döneminde aşağıdaki testler rutin olarak yapılır:
Tam kan sayımı testinde kanınızda bulunan farklı türdeki hücreler sayılır. Kırmızı kan hücrelerindeki azalma, anemi ( kansızlık ) olarak adlandırılır. Kanda bulunan beyaz küreler enfeksiyonlarla savaşmak,trombositler ise pıhtılaşmayı sağlamakla görevlidir.
Kan grubu değerlendirmesinde Rh pozitif ya da negatif olarak değerlendirme yapılır. Eğer anne Rh negatif ve bebek Rh pozitif ise, bu durum Rh uyuşmazlığı ya da kan uyuşmazlığı olarak adlandırılır.Gelecek gebeliklerde sorun yaşanmaması için, doğum sonrası anneye özel bir aşı yapılır.
Tam idrar tahlilinde idrarda kırmızı kan hücreleri (idrar yolu hastalığı olabilir), beyaz kan hücreleri (idrar yolu enfeksiyonu anlamına gelebilir), glukoz (şeker hastalığına işaret edebilir), protein varlığı (preeklampsi yani gebelik zehirlenmesi bulgusu olabilir) test edilir.
İdrar kültüründe idrar yollarında bakteri enfeksiyonu olup olmadığı kesin olarak tespit edilebilir ve gerekirse sonuca göre gebelikte kullanılmaya uygun antibiyotik reçete edilebilir.
Rubella (kızamıkçık) enfeksiyonu, gebelik sırasında geçirildiği takdirde bebekte organ problemlerine yol açabilmektedir. Kanda yapılan testlerle, bu virüse karşı bağışıklık olup olmadığı ya da yakın zamanda bu virüsle ilgili enfeksiyon geçirme durumu anlaşılabilir. Eğer bağışıklık yoksa, rubella enfeksiyonu geçirmekte olan kişilerden uzak durmak çok önemlidir. Bağışıklığı olmayan kadınların, mümkünse gebe kalmadan önce aşılanması çok önemlidir. Ancak aşı olmadıysa doğum sonrası emzirirken bile bu aşı yapılabilir. Ancak gebelikte bu aşı kesinlikle yapılmamalıdır.
Hepatit B ve C virüsleri, karaciğeri etkileyen virüslerdir. Aynı zamanda bu virüsü taşıyan kadınların, gebelik sırasında virüsü bebeğe geçirme riski de bulunur. Günümüzde rutin olarak tüm yenidoğanlara, hepatit B aşısı yapılmaktadır.
Cinsel yolla bulaşan hastalık
Anne için yararları:
*Emzirme ile günde yaklaşık ekstra 500 kalori kaybettiğiniz için doğum sonrası kilo vermeniz kolaylaşır.
*Uzun süre anne sütü veren kadınlarda, tip 2 diabet, hipertansiyon ve kalp hastalığı riski azalır.
*Anne sütü veren kadınlarda meme ve yumurtalık kanseri riski azalır.
Emzirme sırasında, rahimde kasılmalara yol açan oksitosin hormonu salgılanır. Bu kasılmalarla rahim eski boyutlarına daha kolay döner ve doğum sonrası kanama miktarı daha az olur.
Bebek için yararları:
*Anne sütünde bebeğinizin gelişmesi ve büyümesi için gerekli olan yağ, karbonhidrat, protein, vitamin ve mineraller tam ve doğru miktarda bulunur. Bebeğiniz büyüdükçe, bebeğin değişen ihtiyaçlarına uygun şekilde bu besleyici maddelerin miktarı da değişir.
Anormal vajinal kanama ne demektir?
Aşağıdaki durumlar ise anormal kanama olarak değerlendirilir:
*Adet dışında olan kanama ya da lekelenmeler
*Cinsel ilişki sonrası olan kanama ya da lekelenmeler
*Adet döneminde olan çok yoğun kanamalar
*Periyotların 24 günden kısa ya da 38 günden uzun sürmesi
*Periyotların aylar arasında 7 günden fazla değişkenlik göstermesi