Paylaş
Soğuk Savaş döneminde iki ülkeyi savaş eşiğine getiren en büyük krizin 1962’deki Küba Füze Krizi olduğunu düşündüğümüzde aslında Küba ve ABD ilişkilerindeki gerginliğin bugün çok daha farklı bir noktada olduğunu görmek mümkün.
2010 yılından itibaren çok küçük ölçekle başlayan yakınlaşma süreci, 20 Mart 2016’da ABD Başkanı Barack Obama’nın ailesiyle birlikte Air Force One’la Havana’ya indiği an farklı bir noktaya geldi.
1928’de Başkan Calvin Coolidge’ın ziyaretinden bu yana ilk defa bir Amerikan başkanının Küba’ya ayak basması birçok kişinin aklında iki ülkenin yakınlaşması konusunda pozitif beklentiler oluşturdu.
İlişkilerin bu kadar yıl aradan sonra tekrar normalleşmeye dönmesi ihtimali gerek Küba’da gerek Amerika’da olumlu tepkiler doğurdu. “Peki, Obama neden bu yakınlaşmayı istedi?” sorusunun birkaç farklı cevabı var.
Bunlardan ilki şüphesiz ki Venezuela Eski Devlet Başkanı Hugo Chavez’in ve Küba Eski Devlet Başkanı Fidel Castro’nun öncülük yaptığı, Bolivya Devlet Başkanı Morales’in ve Ekvador Devlet Başkanı Rafael Correa’nın da önemli ölçüde desteklediği Bolivarist hareketin ideolojik olarak ABD için çekince yaratan bir unsur haline gelmesi.
İkinci önemli nokta, Obama’nın Afganistan’dan ve Irak’tan asker çekmesine benzer olarak kendi mirası altında bir ilke imza atarak “Küba ile ilişkileri normalleştiren başkan” olarak tarihe geçme arzusudur.
Belki çok dikkat etmediğimiz, belki de gözden kaçan önemli bir etken daha var. Rusya, Kırım ve Ukrayna’da kriz içerisindeyken ABD Ukrayna ile bir yakınlaşma kaydetmişti. Bunun ardından Rusya’nın Küba’ya sağladığı finansal desteği arttırmaya başlaması ABD’nin son yıllarda Küba ile iyileşmeye başlayan ilişkilerini korumak istemesine sebep oldu.
Açıkçası ABD, Küba ile ilişkilerini-Rusya etkisiyle daha da gerilme ihtimaline karşı- Rusya’dan daha önce ticari ve finansal münasebetlerle sağlamak istedi.
Bütün bunlar Obama yönetiminin projeleri dâhilinde gerçekleşmektedir.
Asıl gözden kaçmaması gereken, ticari ilişkilerin arttırılmasının; büyükelçilerin atanmasının; ambargonun kaldırılmasının ve politik diyalogun üst düzeyde başlamasının bu ilişkilerin düzelmesinde hayati önem taşıdığıdır.
Sorun şu ki, Başkan Obama şuana kadar Küba’ya gitmek de dahil uyguladığı bütün politikalarını bir devlet politikası olmaktan ziyade başkanlık yetkilerinden doğan yürütme kararlarıyla bu aşamaya kadar getirmiştir.
Ambargo hala devam etmektedir ve bunun kaldırılması için Senato’nun onayı gerekir.
Açık söylemek gerekirse ABD Senatosu’nda şu an böyle bir hava yok.
Büyükelçi ataması için yine Senato’nun onayı gerekir, ancak şu anda maslahatgüzar seviyesinin üstünde büyükelçi ataması için yine Kongre’den büyük bir destek görmek mümkün gözükmüyor.
Bu ilişkiler sadece Amerika tarafından değil Küba tarafından da eleştirilerle karşılaşıyor.
1992’deki Küba Demokrasi Kararı ve 1996 senesinde Kongre’den geçen Helms-Burton Kararı’na göre Küba’yla ilişkilerin düzelmesi için ön şart Küba’da demokratik ve adil seçimler yapılmasıdır ve Kongre tarafından da bu ön şart iki kez önemli şekilde dillendirilmiştir.
Küba yönetimi ise bu ön şartların kalkmasını ikili ilişkilerin düzene girebilmesi açısından ön koşul olarak görmektedir ki bu sadece Başkan Obama’nın icra gücüyle yapabileceği birşey değildir.
Bir de Başkan Obama’nın görev süresinin bitmesine neredeyse sekiz ay kaldığını düşündüğümüzde, bu süreçler Kasım 2016’da göreve gelecek yeni başkan ve yeni kongreye devredilerek çözüme ulaştırılması sorumluluk olarak aktarılacaktır.
Bir tanesi geçtiğimiz günlerde yarıştan çekilen, ABD Cumhuriyetçi Parti’nin iki Küba kökenli başkan aday adaylarından Florida Senatörü Marco Rubio ve Texas Senatörü Ted Cruz’un bu konuda takındıkları eleştirel ve karşıt tavır ortadadır.
Diğer bir aday adayı olan Donald Trump’ın zaten Küba ve göçmenlerle ilgili söylemleri uzun süredir ortada.
Bir de bunun üzerine Trump’ın Obama Havana’ya iner inmez Raul Castro tarafından karşılanmaması ile ilgili yaptığı yorumlar Cumhuriyetçi Parti’nin aday adaylarından birinin önümüzdeki dönemde başkan olması halinde ikili ilişkilerde yumuşama noktasında Obama kadar ısrarcı olmayacağının önemli bir göstergesidir.
Şu an itibariyle Hillary Clinton’dan bu konuyla ilgili çok net bir tavır ve tutum görmek zor, ama açık söylemek gerekirse başkanlık koltuğuna oturması halinde bu politikaların devam etmesini sağlayabilecek tek adayın Hillary Clinton olma ihtimali diğerlerine göre çok daha yüksektir.
Hiçbir şekilde kıstas kabul etmek doğru olmaz ama Küba’yla ilgili daha önce ifade ettiğim 1996 Helms-Burton yasasının altında Başkan olarak Bill Clinton’ın imzasının olması da Hillary Clinton’ın bu sürece olan desteğinin ne ölçüde olacağına dair soruların oluşmasına sebep olmakta.
Unutulmaması gereken bir gerçek var ki ilişkilerin tam anlamıyla normale dönmesinin en önemli unsuru şüphesiz Kongre’dir.
2016 seçimleri sonucunda ortaya çıkacak Kongre de bu sürecin hızı konusunda bizlere önemli bir fikir verecek. Küba tarafından baktığımızda orada da birçok şeyin çok net olmadığını görüyoruz.
Raul Castro farklı defalar gündeme getirdiği gibi eğer 2018 yılında görevi bırakırsa yerine gelecek başkanın siyasi duruşu ilişkilerin gelişiminde en az Amerikan Kongre’si kadar önemli bir rol oynayacaktır.
Eleştirenler olduğu kadar iki ülkede de bu sürece çok destek veren kitleler var.
Bilhassa Küba’da bununla ilgili gösteri ve talepler her geçen gün artmakta, ama şu bilinmeli ki Küba-ABD yakınlaşması iki günde çözüme ulaşacak bir hadise değil.
Nasıl bugün çözümü aranan gerginlikler onlarca yıl süren Soğuk Savaş’ın neticesiyse, tam anlamıyla ilişkilerin yumuşaması da uzun bir süre ve ciddi emekler gerektirecektir.
Paylaş