Neden kilo veremiyoruz?

DÜNYA Sağlık Örgütü’nün son paylaşımlarına göre her yıl 4 milyondan fazla insan, kilo fazlalığı ve obezite sonucu yaşamını kaybediyor. Diğer yandan dünyada 1 milyardan fazla insan, hali hazırda metabolik sendrom tanı ölçütlerini karşılayabiliyor. Beden kitle endeksinin 25’in üzerinde olması halinde kilo fazlalığından, 30’un üzerinde olması halinde ise obezite ya da diğer adıyla şişmanlıktan söz etmekteyiz. Fast-food ve raf ömrü uzun market gıdalarının ulaşılabilirliği ve tüketimi arttıkça, obezite artık sadece orta yaş ve üzeri popülasyonun değil, çocuk ve gençlerin de sorunu haline gelmeye başladı. Duygudurum Vakfı (DUVAK) Başkanı, Avrupa Nöropsikofarmakoloji Koleji Bipolar Network Üyesi, Dokuz Eylül Üniversitesi Psikiyatri Anabilim Dalı Emekli Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ayşegül Yıldız, neden kilo veremediğimizi anlattı...

Haberin Devamı

 

  ”1975’ten bu yana 5 ila 19 yaş arası popülasyonda kilo fazlalığı veya obezite prevalansı beş kat arttı. Problem bununla da sınırlı olmayıp Dünya Sağlık Örgütü’nce 2019’da 5 yaş altındaki nüfusta 38.2 milyon çocuğun kilo fazlalığı ya da obezite sorunu olduğu tahmin edildi. Peki, konuya ilişkin farkındalık ve bilinç kazanmak nasıl mümkün olabilir? Sağlıklı beslenme için, belli tip karbonhidratlardan, işlenmiş ve katkı maddeli hazır gıdalardan, ateşe maruz kalmış sıvı yağlardan yok denecek kadar az tüketmek, yeterli sıvı almak ve gıda tercihlerimizi yaşla orantılı şekilde bilinçli modifiye etmek şart. Birey olarak, sağlıklı beslenme, aslında anne karnında başlar. Anne karnında büyümekte olan bebeğin, ileride onu metabolik sendrom riskine maruz bırakacak olan göbek çevresi kahverengi yağ hücrelerine hangi sayıda ve hangi boyutta maruz kalacağını annenin beslenme biçimi belirler. Yani anne karnındaki bebek, daha doğmadan gereğinden fazla kahverengi yağ hücresine sahip olursa, ileride de metabolik sendromla uğraşma ihtimali yükselecektir. Hele bir de metabolik sendrom açısından genetik riski fazlaysa kilo artışı, obezite ve diyabet, bu bebekler için kaçınılmaz olacaktır. Birey olarak elimizde olmayan genetik riskler, anne karnında, bebeklikte tanıştığımız ve büyümemize eşlik eden gıdalar, daha sonraki tercihlerimize de etki edecek ve beslenme alışkanlıklarımız anlamında olumsuz başlayan süreç, bir kısır döngü içinde bizi tüketecektir.

Haberin Devamı

Kişi kilosunu, açlık insülinini, yaşına göre yakabildiği kaloriyi takip edebildiğinde kilo artış trendine girdiği anda, buna dair tedbir almaya ve yeme alışkanlıklarını bir uzman rehberliğinde modifiye etmeye başlayabilir. Örneğin, metabolizması normal işleyen, yani genetik açıdan veya kendi iradesinde olmayan yıllarda maruz kaldığı beslenme şekli açısından ekstra risk arz etmeyen bir birey, çocukluk ve gençlik yıllarında özgürce yiyebildiği çikolatalı ezmelere ya da yemeğin yanında abartmadan içebildiği şekerli gazlı içeceklere vakti geldiğinde veda edebilmeli ve özellikle 30’lu yaşlardan sonra her beş yılda bir yeme alışkanlıklarındaki lükslerden kısmen de olsa vazgeçebilmelidir. Özellikle, orta yaş ve üzerinde biyolojik ritmimizin ve bağırsak hormonlarımızın işleyiş biçimine saygı duymayı öğrenmemiz, kilo fazlalığı ve obezite ile tanışmak istemiyorsak bir zorunluluktur. Doğal yaradılışımız güneşin doğuşu ile uyanmak ve batışı ile evlerimizde dinlenmeye geçmek üzere örgütlenmiştir. Uyku, bağırsağımız da dahil tüm vücudumuzun onarıldığı aktif bir süreçtir. Uykuda geçen zamanın hücre onarımları açısından maksimum verimlilikte olabilmesi için, uykunun, dinlenme fazına geçebilmiş bir bağırsak ile güneşin batmış olduğu gece saatlerinde ve ortalama 8 saat olması önemlidir. Bağırsağın dinlenme fazına geçebilmesi için öğütülmek üzere ağzımızdan giren son lokmanın üzerinden 4 saat geçmiş olmalıdır ki, bağırsak artık tüm gün kesintisiz devam eden mesaisini bitirip sadece dinlenme fazında salgılayabildiği “lesitin” gibi yağ yakıcı maddeleri salgılayabilsin. Lesitin için ideal salgılanma süresi gece 23.00 ile 03.00 arasıdır. O halde, ağzımızdan leblebi dahi olsa son lokmanın girişi saat 19.00’da olmalıdır. Bu alışkanlığı kazanabildiğimizde, öğün aralarına beşer saat koyabildiğimizde ve sağlıklı seçimlerle ölçülü yemeyi başarabildiğimizde, obezite zaten bizim için sorun olmaktan çıkacaktır.

 

ÖBEZSEK NE YAPACAĞIZ?

Haberin Devamı

Peki tüm bunları idrak etmekte geç kaldıysak, yani hali hazırda obez isek ne yapmalıyız? Öncelikle, yine konuyu hem ele alış biçimimizin hem de mücadele etmekteki dirayetimizin beynimizden yani duygudurumumuzdan geçmekte olduğunu idrak etmeliyiz. O halde, ilk önce yeme davranışımız ve duygudurumumuz arasındaki ilişkiyi gözlemlemekle işe başlamalıyız. Çünkü, duygudurumumuz optimum olmadan ne duygusal açlığımızı doyurabiliriz ne de dürtüsel yeme ataklarını durdurabiliriz.  Ayrıca, yeme, uyku ve hareket alışkanlıklarımızı işlevselliğimizi bozmadan yeniden yapılandıracak dirayeti bulmamız da yine duygudurumumuza bağlı. O halde, metabolizma kontrolünde ipin ucunu kaçırdıysak, tüm bunlar için bize bir duygudurum koçu, danışmanı, yöneticisi yani bir psikiyatrist hekim ve metabolizmamızı yeniden inşa edecek bir endokrinolog hekim gerekli. Yiyeceğe, hazır gıdaya, tatlılara, alkol ve sigaraya onlarca yıldır harcadığımız parayı ve metabolik sendrom nedeniyle oluşan ikincil sağlık sorunlarına harcadığımız parayı hesaplayarak kalan ömrümüz için metabolizmamızı ve duygudurumumuzu optimum işlerlikte tutma yöntemlerini öğrenme becerisi kazanmayı daha fazla ertelememeli ve obez ya da aşırı kilolu halimizle süreci kendimiz yönetmeye kalkarak başarısızlık şansımızı artırmamalıyız.

Yazarın Tüm Yazıları