Paylaş
“Başardıııık!”
Deli falan değiller. 54 yıl önce kesilmiş bir randevuda buluşabilmenin zevkini çıkarıyorlar. Çatır çatır.
Sabredin. Filmi önce 1945’e sarmam lazım.
2. Dünya Savaşı yeni bitmiş. Çocuk, Karaköy’de bir şirkette getir götürcü. Yaşı 17. Saint Michelle Lisesi’ni yeni bitirmiş. Ve fakir. İlerde “İshak Alaton” olacak, o sıralar haberi yok. Kız, aynı şirkette daktilocu. “Kızım şunu yaz, şimdi de bunu!” en çok duyduğu laf. O da aynı yaşlarda. Adı Ayten Aktolga. Zamanla dost oluyorlar. İshak, Ayten’e Fransızca öğretirken, Ayten Belediye Orkestrası’nda çello çalan ablasından biletleri kapıp İshak’ı Saray Sineması’ndaki konserlere götürüyor. İshak, klasik müziğe aşık oluyor.
Bu sıralarda bir gün Ayten durup dururken “2000 yılı hayatta gelmez” diyor ve konu açılıyor. “Gelse de göremeyiz!”... “Peki ya görürsek?” 2000, o zaman bilimkurgu gibi bir şey; yine de bir söz veriyorlar: “Yaşıyor olursak, 1 Ocak 2000’de saat tam 12.00’de Taksim’de buluşalım.”
Bugünkü İshak Alaton; “Şimdi 2100 senin için nasıl ulaşılmazsa, bizim için de 2000 öyleydi. Yer Taksim’di, çünkü o zaman Şişli’den sonrası dutluktu.”
İki yıl sonra İshak askere gidiyor. Ayten, Mazhar Osman Uzman’ın mimar oğlu Nasut’la nişanlanıyor. Asker dönüşü İshak, çiftin nikah şahitliğini yapıyor. Ayten ile kocası ABD’ye, İshak da kaynak işçiliği yapmak üzere İsveç’e gidiyor. Yollar ayrılıyor. Ama, 3-5 yılda bir mektupla bağ kopmuyor.
90’lı yıllar geliyor.
İshak Alaton’un telefonu çalıyor. Ayten; Amerika’dan arıyor: “Farkında mısın? 90’lara geldik.” “Evet çok az kaldı. Sıkı dur, sakın ölme!” Bugünkü İshak Alaton; “O sıralar Ayten birkaç ameliyat geçirmiş. Ama yırtmış.”
Veee 1 Ocak 2000. 70’li yaşlarındaki kadın, yanında Türkiye’yi ilk kez görecek çocuklarıyla Amerika’dan, adam ise İstanbul’dan bir yerden yola çıkıyor. Taksim’de saat 12.00 oluyor. Adam ve kadın karşı karşıya geliyor.
İkisi de 54 yıl önceki randevuyu unutmamışlar. Gürültü ve patırtıyla işte böyle kucaklaşıyorlar.
Hikaye günümüze dönüyor.
İshak Alaton’la Ortaköy’deki ofisinde oturuyoruz. Arka planda gümbür gümbür klasik müzik.
“Peki birbirinize yeni sözler verdiniz mi?”
“Tabii. Dedik ki, artık 70’li yaşlardayız. Bundan sonra yılda bir kere ya o gelecek ya ben gideceğim.”
“Hikayeden çıkan sonuç?”
“Hayat bir bilinmeyenden bir bilinmeyene yolculuktur. Var olan tek gerçek yoldur. O yol da devamlı yürür. Mesele, o yol boyunca vicdanının sesini dinlemektir. Hayatının hep bir hedefi, hep bir heyecanı olacak.”
“Ayten’in resmi yok mu?”
Vesikalık bir resim çıkarıp önüme koyuyor. Sarı saçlı, gözlüklü tontoş bir Ayten.
“Tabii sen şimdi yaşlı bir kadın görüyorsun değil mi?”
“Eh...”
“Ama ben bu resime baktığımda karşımda hep 18’lik Ayten duruyor.”
Bu cümle Ayten’in hoşuna gidiyor. Vesikalık resmin içine sıkışmış başını dışarı uzatıyor. Uydurmuyorum. Bana göz kırpıp, gülümsüyor.
Canımın içine not: Bak bu, te 2000’de yayınlanmış Milliyet’teki yazılarımdan biri. Bayılarak dinlemiştim rahmetli İshak Alaton’un anlattığı bu hikayeyi. Sanki dün gibiydi. Bak üzerinden 18 yıl yine nasıl zırt diye geçiverdi. Her yeni yılda İshak Alaton’un kıssadan hissesini yeniden getiririm aklıma. Sen de dinlemeye devam et vicdanının sesini gelen her yeni yılda. Kendine yeni hedefler, heyecanlar yarat aslanlar gibi; korkma.
Paylaş