Paylaş
Çakmak çakmak yeşil gözlerini patlata- devire bavuluma ters ters baktı annem. Sanki bavulum bavul değil de az sonra beni, rızam olmadan zorla kaçıracak kötü bir adammış gibi.
“İstanbul’a gidiyorum” dedim. “Çalışmaya.” Kararlı. Onlara asla söz hakkı tanımayacak plastik-metalik bir tonla.
O sıralar başımda kavak yelleri esmekteydi. Havam iki bin beş yüz, kanım deliydi. Üniversiteden yeni mezun olmuş, öğrenciyken çalıştığım gazeteden o gün istifa etmiş, İstanbul’da bir gazetede iş bulmuştum.
Gidiş o gidiş.
O gece ben ve bavulum otobüsteyken, arkamdaki İzmir gittikçe küçülüp soluklaşırken, önümde bilinmezlerle dolu koca ve gri İstanbul büyüdükçe büyürken kalbimden 1 saniyede 4 mevsim geçti. Yol boyunca bir soldum, bir çiçek açtım.
İstanbul’a ayak basar basmaz hayatım hep sol şeritte, saatte beş yüz kilometre hızla akıp geçti. 12’inci kattan fırlatılmış bilye hızında. Maceralar maceraları kovaladı. Haberler, programlar, belgeseller, savaşlar, barışlar, vur patlasınlar ve hemen yanı başında sakın ha çalma oynamasınlar derken, o gece ben otobüste yol alırken doğan çocuklar bugün 23 yaşına geldi.
Yıllar domino taşı gibi küt küt devrildi.
İstanbul sözde evimdi. Ama işim gereği asıl vakit geçirdiğim bahçem, dünyanın ta kendisiydi.
İstanbul’u çok sevdim. Ama İzmir’i hep özledim. Gerçi İstanbul’da ara ara lastiğim de patladı, hatta birkaç kere de öldüm. Fakat gel gör ki koşuşturmacadan öldüğümü anlamadım. Kendisi senden de meşgul olan İstanbul öldüğünü anlayacak fırsatı bile vermez sana.
İstanbul’da her yorulduğumda, saçlarımı okşayıp tarasın diye İzmir’e sığındım.
İstanbul saati saatine benzemeyen uçarı bir arkadaşsa, İzmir hep anne kucağı olmuştur bana. Biri okyanusun devasa dalgaları, diğeri yağ gibi pürüzsüz, sırt üstü yatıp saatlerce uyuyabileceğim bir göl.
Mesela İstanbul’u öyle kolay kolay içemezsin. Ya boğazını yakacak kadar kaynar sıcaktır ya da buz soğuk. Halbuki İzmir hep ılıktır. Boğazını iyileştirip, yumuşatır.
Neyse fırsat verselerdi sakızların içinden çıkan kağıtlara maniler yazmama… İki şehri karşılaştırmaya yıllarca doyamazdım . Fakat demem o ki sevgili okur, şu sıralar döndüm yine dünyalar güzeli şehrime. Bıraktım kendimi İzmir’in şefkatli ellerine. Geçen defa Urla’yı seçmiştim. Bu kez nüfus memurumuza Eski Foça’yı adres gösterdim. Bilirsin, İzmirli olmayanların bile her daim dönesi vardır İzmir’e. Emeklilikte, şenlikte ya da sadece öylesine. Çünkü burası sadece senin benim değil, milyonların kürkçü dükkanıdır.
Bundan böyle arada sırada yazacağım buradan sana. Ege’den Egeli ’ye mektuplar, notlar, hikayeler, yollayacağım. Bakarsın bir gün gezi notlarımı paylaşırım, bir gün şehir kaçkını olmanın inceliklerini anlatırım. Artık klavyem beni nereye sürüklerse… Bu arada tekrar tanıştığımıza memnum oldum.
Paylaş