Paylaş
KÜLTÜRLERARASI eğitim, bir ülkede ya da bir bölgede yaşayan değişik insan topluluklarının ortak yaşama tam olarak katılmalarını sağlamak amacıyla düzenlenen eğitim şeklidir. Amacı, insan topluluklarını, aralarında din ve kültür bakımından var olan ya da olması muhtemel gerginlikleri ve önyargıları azaltmak üzere birbirlerine tanıtmaktır.
Kültürü etkileyen en önemli unsur dindir. Yakın zamana kadar din adamları ve cemaatler için iddia, kendi dinlerinin ve mezheplerinin, dinlerden veya mezheplerden biri değil, hak din veya mezhep olduğu idi. Diğer din ve mezhepler ise onlara göre, hayatı yorumlamadaki bilgi birikimi, sıradan tecrübeler ve sözde hakikatlerdi. Bugün bu iddia geçerliliğini tümden kaybetmiş değildir. Yine inananlar için inandıkları din veya mezhep en doğrudur, tek doğrudur. Fakat değişen bir şey vardır ki, o da farklı dinlerin müminlerinin aynı iddiaya sahip olduklarının bilincine varılmış olmasıdır. Bu iddiaya saygı gösterilerek konuşulması ve hareket edilmesi gerekmektedir.
TÜRKİYE’NİN DURUMU
Bu konuda yapılmış bir doktora (Hasan Coşkun, Eğitim Teknolojisi açısından Kültürlerarası Eğitim) Türkiye’nin kültürlerarası eğitime önem vermesi gereken ülkelerden biri oluşunun nedenleri üzerineydi. Öncelikle Türkiye, Batı Trakya, Balkanlar, Kıbrıs ve komşu ülkelerdeki Osmanlı mirasına sahipti. Ayrıca yurtdışına işçi göçü ile oralarda yerleşmeler, Türk Cumhuriyetleri ile yürütülen yoğun ilişkiler, Türkiye’nin Avrupa Birliği’nin üyesi olmak için çaba harcamakta oluşu, kültürlerarası çalışmaları gerektiriyordu. Fakat bir gerçek daha vardır ki, o da Türkiye’nin kendi içinde de İslam dininin farklı yorumlarından kaynaklanan cemaatleri vardır, Alevi cemaati gibi. Türkiye, tarihinden gelen tecrübeler ve yeni kazanımlarıyla kültürlerarası eğitimi öncelikle hak eden ve görev sayması gereken bir ülkedir.
HIRİSTİYAN AÇILIMI
1965 tarihine kadar Katolik mezhebi, Katolikliğin dışındaki Hıristiyan mezheplerini dahi tanımazken, Katolikliğin merkezi Vatikan, 1965te ilan ettiği II. Konsül kararları ile inanan ve iyiliklerde yarışan bütün müminlerle diyalog ve işbirliğini kabul etti. Diyalog dört aşamalı olarak uygulanacaktı. Birinci aşamada Hıristiyanlığın farklı mezheplerinin mensupları ile diyalog ve işbirliği, ikinci aşamada bizim ‘Ehli kitap’, onların ‘İbrahimi dinler’ olarak tanımladıkları Yahudiler ve Müslümanlarla diyalog ve işbirliği gerçekleşecekti. Üçüncü aşamada, inanan ve ibadet eden bütün müminlerle, en son aşamada da inansın inanmasın bütün insanlarla diyaloğa ve işbirliğine girişilecekti. Bütün insanlarla diyaloğa geçilmesinin kabul edilmesi, Katolik Kilisesi için Kopernik devrimi olarak yorumlanmıştı.
Kopernik, dünyanın kâinatın merkezi olmadığını, güneşin etrafında dönen gezegenlerden biri olduğunu açıklamıştı. Kutsal kitabın yorumlanışına göre, Allah’ın kendi suretinde yarattığı varlığın/insanın yaşadığı dünya kâinatın merkezi olmalıydı. Kilise çevreleri böyle bir inancı değiştiremezdi. Fakat son yılların kültürel gelişmelerinin yanı sıra mezhep ve din farklılıkları yüzünden dökülen kanların acı hatıralarının karşılıklı saygı anlayışını geliştirdiği düşünülebilir, en azından tartışılabilir. Hedef canlı tutulmalı ve mutlaka eğitim programlarının bir parçası yapılmalıdır.
FARKLILIKLAR YARADILIŞ GEREĞİ
Kuran-ı Kerim, “Allah dileseydi, sizleri bir tek ümmet yapardı, verdikleri ile sizleri sınamak istedi, iyi işlerde birbirinizle yarışın, hepinizin dönüşü Allah’adır” (5Maide 48) ayeti ile kültürlerarası eğitimin, eğitim-öğretim programlarında bir etkinlik olarak yer almasına yol gösterir gibidir. Dersin öğretmen tarafından verilmesinin yanı sıra, öğrenciler de kültürlerinin temsilcileri olarak konunun işlenişine katılabilirler. Öğrenciler başkasının düşüncesine saygı duymayı, gerektiğinde başkasının düşüncesini destekleyebilmeyi öğrenmelidirler. Böyle bir eğitim, kendini de eleştirerek düşünmenin, hoşgörünün, dayanışmanın ve evrensel değerlerin işlenmesini, eğitimin felsefe boyutunun işe karıştırılmasını gerektirir.
Paylaş