Paylaş
ESKİDEN de farklı kültürler vardı, ancak o zaman hoşgörü terbiyesi ile birbirine zarar vermeden ve karışmadan farklı mekânlarda yaşamak yeterli olurken, şimdi sanki dünyadaki bütün mekânlar birbirine açılmıştır. Dünya genel olarak söylendiği gibi küçülmüştür. Fakat şunu da fark etmeliyiz ki, tek tek insanların, bireylerin dünyaları alabildiğine büyümüş, insanlar bu büyüklükle nasıl başa çıkılacağını gerçekten bilemez olmuşlardır. Endişelerden birisi geleneklerle ilgilidir, geleneklerin yok edilme tehdidi ile karşı karşıya olduğu düşünülmektedir. İkincisi, çok dinli toplum içinde hakikatin nasıl bulunacağı ile ilgilidir. Her din ve mezhep, mümini için tek hakikatken, şimdi adeta bütün yolların cennete götürebileceği gibi bir belirsiz görüşle karşı karşıya gelinmiştir.
Eski ama yabancı değil
Çokkültürlülük, bu içerik olarak bize yabancı olmayan, fakat kalıp olarak tercüme edilmiş yeni bir kavramdır (multiculturalism). Bizler Selçuklu ve Osmanlı geleneğinin mirasçıları olarak farklı dinlerin ve kültürlerin mensupları ile bir arada yaşama tecrübesine sahibiz. Tarihçiler ve sosyologlar, Osmanlı asker ve bürokrasisini yetiştiren sistemi çokkültürlülük (kozmopolit) olarak tanımlıyorlar ve ona “Osmanlı modeli” diyorlar. Padişahların yabancı soylularla evlenmeleri, azınlıkları sisteme katmaları ve istimalet, yani fethedilen yerlerde halka hoşgörü ile davranıp gönüllerini kazanmak suretiyle sosyal dengeyi kurmaları çokkültürlülüğü sağlıyordu. Çokkültürlülük bugün toplumlarda farklı ırk, dil, din ve ulusal geleneklerin bir arada yaşamasını onaylayan bir tanınma politikasının adı olarak kullanılmaktadır.
Düşmanlıklar unutulabilir mi?
Haçlı Seferleri, mezhep savaşları ve büyük dünya savaşlarından beri insanlar birbirine güvenemez olmuşlar, ilişkiler düzelememiştir. İnsanları birbirine karşı savaştırmak, birbirini öldürmek üzere hazırlamak için öyle korkunç şeyler söylenmiş ve yazılmıştır ki, bir daha barışa yanaşan olmamıştır. Bunun için, çokkültürlülük ve diyalog sürecini takdir edenler olduğu gibi bu alanda düşmanca duygularını yenemeyenler de vardır. Olanları unutmamız mümkün değildir, gerekmez de, fakat onları aşabiliriz. Günümüzde dünya, kültürlerin, dillerin ve dinlerin iç içe yaşadığı bir duruma gelmiştir, bu durum bir gerçektir. Fakat bu gerçek beraberinde başa çıkılması zor sorunlar da getirmiştir. Artık hiçbir sorun tek bir millet çerçevesinde veya tek bir dini veya ruhani cemaatin görüşleri doğrultusunda çözümlenememektedir. Şimdi dünyada bu gerçeğin tanınması ve onunla başa çıkılması için yeni tür ve çok zor bir savaş verilmekte, yeni çözümler denenmektedir.
Göç tersine döndü
Haziran 1997’de Leipzig’de Hıristiyanlık’tan başka dinlerin temsilcilerinden davetlilerin de bulunduğu bir panelde “Kilise ve Toplum için A.E. Komisyonu” (EECCS) Başkanı Marc Lenders’in konuşmasından bir bölümünü not etmiştim. “Bin yıl önce açılmış bir parantez bugün kapanmaktadır” diyordu ve devam ediyordu. “Bu parantez 1492 yılında Yahudilerle Müslümanların İspanya’dan sürülmesi ile açılmıştı. Bugün ise Fransa’da ve Belçika’da İslam ikinci büyük dindir. Daha önce Avrupa’dan dışarı doğru olan göç şimdi tersine dönmüştür. Avrupalılar bugün artık çokkültürlü bir çevrede yaşamakta olduklarını fark ediyor, fakat buna hazır olmadıklarını da fark ediyorlar. Şüphesiz bu yeni durumdur ve yeni bir politika kültürünü olduğu kadar radikal bir düşünce değişikliğini de gerektirmektedir”.
Geniş görüş gerekli
Endişelerimiz ortaktır. Fakat tarihten gelen tecrübemiz ve İslam dininin bize sunduğu geniş görüş yardımcımızdır. Kuran’da bildiriliyor ki, “Sizi kavimler ve kabileler haline getirdik ki birbirinizi tanıyabilesiniz” (49 Hucurat: 13). Allah istemiştir ki, farklılıklarımız birbirimizi tanıma aracımız olsun, tanışalım ve yeryüzünün halifesi olarak yaratılmış olmamızın gereğini yerine getirelim. Şiirlerini ezbere bildiğimiz Yunus Emre’nin şu kıtası bu ayetin tefsiri gibidir: Gelin tanış olalım, işi kolay tutalım, sevelim sevilelim, dünya kimseye kalmaz!
Paylaş