BİR genç kızın şarkısıydı belki, hatırlıyorum; ilk kez yağmurlu bir havada sevgilisi ile öpüştüğü için, kasetlerde-plaklarda-radyolarda tekrarlıyordu durmadan:
"Ne zaman yağmur yağsa utanıyorum..."
(........)
Yağmur tanelerinden utanan o kızın aksine, utanmazlar ülkesinin bir yazarı olarak hep düşünürüm:
Ne oldu da biz utanma duygularımızı yitirdik?...
*
Utanma duygusu; tüm eylemlerimizin çıkış kapısındaki nizamiye görevlisi gibidir.
Aklının ermediği, hoşuna gitmeyen, kendisi ile bağdaşmayan tüm eylemlere kapatır o kapıyı, utanma duygusu...
İzin vermez...
Yalana, dolana, sahtekárlığa, üçkáğıtçılığa, hırsızlığa, ikiyüzlülüklere, ihanetlere ve bin bir türlü suça...
Tümünü engelleyen dar kapının görevlisidir o...
Ama utanma duygusu ortadan kalktığında... Kimse tutamaz, kimse durduramaz insanı.
*
Kaç gündür tüm bu olup bitenlere bakıyorum:
Utanma duygusu yok...
Ne o kürsüye çıkıp insanların gözünün içine baka baka yalan söyleyende utanma duygusu var... Ne de onun yalan söylediğini bile bile "Türkiye seninle gurur duyuyor" diye zıplayanlarda...
Ne o kendi şürekası avantanın-yağmanın-hırsızlığın içinde olan "Ahlak-din-iman" demekten utanıyor...
Ne çocuklarının geleceğini ona teslim edenler...
En tepeden başlayarak bakın:
Her birisi bir sürü utanılacak kirin-pasın-rezilliğin üzerinde öyle oturuyorlar.
Utanmadan...
Ve toplum aydınından cahiline, zengininden fakirine, irisinden ufağına kadar buna aldırmıyor...
Yine utanmadan...
*
Biz utanma duygularımızı yitirdik...
Utanmazız...
Bir eskimiş hasletin, sadece eski şarkılarda kalan anlamını, ne zamandır olup-bitenlere baka baka düşünüyorum: