Tren...

BUGÜN yine keyfim yok Osman...

Canım sıkılır...

Böyle zamanlarda siyah-beyaz eski filmin makarasını takarım tek kişilik sinemamda...

Gözkapaklarımı indirdim; perde...

Başlar siyah-beyaz sinemam.

Çizik çizik kareler, silik silik hareketler, belirli-belirsiz görüntüler...

(........)

İşte; tren düdüğü sesi var.

Evimizin biraz aşağısından, tam mayın tarlası ile sınırın dibinden tren geçerdi geceleri.

Nahiye Müdürü babam o trenin Halep’e, oradan Bağdat’a gittiğini söylerdi. Ve soğuk savaş yıllarında trenin kontrol altında tutulmasının önemini anlatır, "Tren mühim" derdi.

Geceleri trenin düdüğünü beklerdim.

Tren yaklaştıkça heyecanlanır, yerimde döner dururdum.

Çünkü gündüzden Koray ile oraya bıraktığımız gazoz kapaklarımız vardı, rayların üzerinde. Trenin çelik tekerlekleri ezecek, ikinci gün dümdüz, pırıl pırıl, ışıl ışıl alıp, bir şövalyenin madalyonu gibi gururla herkese gösterecektik gazoz kapaklarımızı...

Babam, "Tren mühim" derdi.

Onun için trenin "mühim" oluşu; soğuk savaşın insanlığı korkutan boyutundan, bir anda patlayacak dünya harbinin neticesi ve vatanın selameti açısından...

Benim için...

Gazoz kapağımı düzeltmesi bakımından...

*

Bu kadar fark var işte; dünya finans devletinin kriz kárı-zararı ile işsiz-aç kalmış insanlar arasında... Büyük siyasi çekişmeler ile bir uzak evde bitmekte olan bulgur arasında... Bu polemikler ile ilacı alınmamış uzaktaki o yaşlı hasta arasında...

Kısacası bu kadar fark var; bizim insanlara sunduğumuz dünya ile insanların gerçek dünyaları arasında...

Babamın soğuk savaş treni ile benim gazoz kapağım kadar...

(.........)

Bu sabah keyfim yok Osman...

Böyle zamanlarda sıkılarak-utanarak kaçıp siyah-beyaz sinemama otururum, kesik kesik sesler, çizik çizik görüntüler...

Değişen çok şey yok...

Hálá gazoz kapakları dizerim, üzerinden trenler geçer...
Yazarın Tüm Yazıları